Facebook’u parçalara bölebilecekler mi?

YORUM | YAVUZ ALTUN 

Amerikan Federal Ticaret Komisyonu (FTC) ve 46 eyaletin başsavcısı Facebook aleyhine bir antitröst davası açtı. Hatırlarsınız Ekim ayında Googla’a yönelik de benzer bir dava açılmıştı.

Google’ın karşılaştığı dijital reklamcılıkta rekabeti engelleme ithamından farklı olarak Facebook’un sektörde yaptığı alımlarla birlikte, sosyal medya alanında rekabete darbe vurduğu yönünde bir suçlama var bu kez.

Facebook, 2012’de 1 milyar Dolar karşılığı meşhur fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram’ı satın almıştı. İki yıl sonra da popüler mesajlaşma uygulaması WhatsApp’ı 19 milyar Dolar vererek bünyesine kattı. Şöyle düşünün, 2010 ile 2019 yılları arasında bütün dünyada en çok indirilen dört uygulamanın sahibi de Facebook kurucu CEO’us Mark Zuckerberg’di. Daha bu alımlardan önce bile “İnternetin yüzde 95’i Facebook’tan ibaret” şeklinde övünüyordu.

Zaten Amerikan ticaret otoritesi de, Facebook’un tekelleştiğini, alanda rekabete izin vermeyecek şekilde öne çıkan sosyal medya platformlarını satın alarak kendini rekabetten koruduğunu iddia ediyor.

Hatta FTC’nin hazırladığı iddianamede çok ilginç de bir detay var. 2012’de Zuckerberg, Instagram’ı almak için 1 milyar Dolar teklifi yapınca, o dönem fotoğraf uygulamasının kurucularından Kevin Systrom bir yatırımcıya şu soruyu soruyor: “Eğer teklifi reddedersem, [Zuckerberg] yok etme moduna geçer mi?” Aldığı cevap, “Muhtemelen” oluyor.

Yani FTC iddianamesi, Facebook’u sadece ticarî alımlarla tekelleşme yoluna gitmekle değil aynı zamanda bunu “etik olmayan” yollarla yapmakla da suçluyor. Bu sebeple de, davanın maksatlarından biri, Facebook’u parçalara bölmek. 1984 yılında AT&T isimli telekomünikasyon şirketinin yerel haberleşme şirketlerini satın almasına karşı yapıldığı gibi.

Gelgelelim, FTC’nin de önemli bir açmazı var. Facebook, 2012’de ve 2014’te bu alımları yaparken, aynı ticaret otoritesi inceleme yapmış ve “rekabete aykırı bir husus” bulunmadığı kararını vermişti. Dolayısıyla şimdi, neden fikir değiştirdiğini delilleriyle ortaya koymak durumunda.

Facebook’un bu iddialara verdiği cevaplar ise kabaca şöyle: Biz tekel değiliz, iyi hizmet verdiğimiz için insanlar bizi tercih ediyor. Bu şirketleri satın alıp öldürmedik, bilakis onları geliştirdik ve daha çok tercih edilen markalara dönüştürdük. Ayrıca rekabet olmadığı da doğru değil, bakınız Twitter, TikTok ve WeChat gibi alternatifler de var.

Tabi burada Facebook ve Google’ın dijital reklam gelirlerinde ciddi bir monopoliye sahip olduğunu, Twitter gibi yerleşik bir sosyal medya uygulamasının bile reklam pastasından yeterince pay alamadığını hatırlatmak gerekir. Ayrıca Çin menşeili TikTok’un, sektörde öne çıkmak için sadece 2019 yılında 1 milyar Dolar değerinde pazarlama bütçesi kullandığını da not edelim.

Google’a yönelik tekel davasında olduğu gibi Facebook’a yönelik davada da tünelin ucu görünmüyor. Şirketlerin ellerindeki maddi gücü düşününce, bu davaların yıllara yayılma ihtimali hayli yüksek. Sırada Apple ve Amazon var muhtemelen ve Silikon Vadisi bu konuda neredeyse “tek yürek”.

Ancak şu anda davaların açılabiliyor olmasının en büyük sebebi, “muhbirler”. Hem Google hem de Facebook iddianamesinin içinde çok sayıda eski çalışanın, yöneticinin ifadeleri yer alıyor. Bunların hepsi suçlayıcı olmasa da, “içeride” neler olup bittiğiyle ilgili bir manzara sağlıyor.

Belki de en büyük talihsizlik bu davaların “ticarî” zeminde görülmesi. Çünkü anlatılanların büyük kısmı kullanıcı verilerinin korunmaması ya da suistimal edilmesiyle ilgili. Gelgelelim bir görüşe göre, rekabet aynı zamanda şirketlerin kullanıcıya daha “insancıl” davranmasını sağlıyor.

Mesela, Facebook ilk dünyaya açıldığında MySpace ile rekabet ediyordu ve MySpace’ten farklı olarak “kullanıcı bilgilerini gizli tutmayı” vaat etti. Ne zaman ki kendini rekabet açısından güvende hissetti, kullanıcı verileri konusunda daha gevşek davranmaya başladı. Teoriye göre, 2011’de Google’ın, daha sonra kapatacağı G+ ile sosyal medyaya adım atması Facebook’u kullanıcı aleyhine değişiklikler yapmaktan alıkoymuştu.

Dolayısıyla mantık şöyle işliyor: Eğer Big Tech denilen yeni nesil dev teknoloji şirketleri arasında adam akıllı rekabeti tesis edebilirsek, kullanıcılar kişisel verileri konusunda bu kadar aciz durumda kalmazlar.

Ancak kullanıcı verisinin korunması için sadece bu mantığa güvenmek, bir hayli yetersiz. Atı alanın çoktan Üsküdar’ı geçmesini bir tarafa bırakalım, alttan çok daha agresif şekilde kullanıcı datası toplayan yeni teknoloji şirketleri ve mobil uygulamalar geliyor. Eğer şu aşamada kapsayıcı bir data koruma hamlesi yapılmazsa, bir daha bunun önünü almak mümkün olmayacak muhtemelen.

Bu işin biz kullanıcılara bakan yönü kısaca şöyle: Sosyal medyada olabildiğince az kişisel bilgi paylaşmak, online davranışlarımızı kaydederek bizi döngülere hapseden sosyal ağlarda “bilinçli tercihlere” yönelmek ve dijital dünyaya bağımlılığı azaltmak için uğraşmak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin