Google’ı hayatınızdan çıkarabilir misiniz?

HABER ANALİZ | YAVUZ ALTUN 

ABD Adalet Bakanlığı, internet devi Google’a antitröst (rekabeti engelleme) davası açtı. Bakanlığın sitesinde yayınlanan 64 sayfalık dokümana göre, Google online arama ve arama tabanlı reklam sektöründe rekabete mahal vermeyecek şekilde tekelleşme faaliyeti içinde. Başka online arama şirketlerinin oyuna dâhil olmasını engellemek için büyük teknoloji firmalarıyla anlaşmalar yapmak ve kendisini “varsayılan” (default) arama motoru olarak tanımlatmak da suçlamalar arasında.

Bu, Google’a yönelik soruşturmaların ilki değil. Şirket 2013’te Amerikan Federal Ticaret Komisyonu (FTC) raporundan sonra, AdSense olarak bilinen online reklamcılık ağında değişikliklere gitmişti. Son yıllarda Avrupa Birliği’nin regülasyon organları Google’ı haksız rekabet ve mahremiyetin ihlali gibi suçlamalarla yaklaşık 9 milyar dolar cezaya çarptırmıştı. Google, şimdiye kadar “cezası neyse öderiz” yaklaşımı içindeydi.

Teknoloji devi, kendi bloğunda Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı dava dosyasının “hayli kusurlu” (deeply flawed) olduğunu ileri süren bir savunma metni yayınladı. Google’a göre insanların kendi ürünlerini tercih etmesinin yegâne sebebi, iyi hizmet almaları ve kullanım kolaylığı. Bilgisayar ve cep telefonu üreticileriyle yaptıkları anlaşmaları ise, süpermarketlerde raf satın almaya benzetiyor ve bunu herkesin yaptığını söylüyor.

Hatta bir adım ileri giderek, online arama sektöründe “sırf rekabet olsun diye” başka oyunculara zorla bir yer verilecek olursa, bunun kullanıcıya büyük zararı olacağından, en basitinden teknolojik ürün fiyatlarının ve arama maliyetlerinin artacağından söz ediyor.

Hâli hazırda Google, Android işlemciye sahip cep telefonlarındaki içeriklerin neredeyse tek hâkimi konumunda. Bunun yanında Apple’da varsayılan arama motoru olarak çalışıyor. Yine Apple’da telefonu açar açmaz gelen bazı uygulamalar (app) da Google’a ait. Daha çok kullanıcıya hitap etmek, onların “online tercihlerini” görebilmek ve buna uygun dijital reklamcılık hizmeti sağlayabilmek demek.

Adalet Bakanlığı’na göre Google’ın piyasa değeri 1 trilyon Dolara ulaşırken, yıllık net kârı da 160 milyar Dolar civarında. Dijital reklamcılık pastasının yüzde 59’unu Google ve Facebook paylaşıyor. Bu payın yüzde 63’ü Google’a ait.

Google bir arama motoru olarak hayatına başladı fakat o günden beri “arama” fonksiyonlarını arttırabilmek için dijital dünyanın hemen her yerinde olması gerektiğinin farkında. E-posta sağlayıcısı GMail’in dünya genelinde 1.5 milyar kullanıcısı var. Android ve Apple mağazalarında en çok indirilen 100 uygulamadan 10’una sahip. Bilgisayar kullanıcılarının yüzde 65’i, Google’ın Chrome adlı tarayıcısını (browser) kullanıyor.

Bunun yanı sıra, Google artık tek başına bir şirket de sayılmaz. Yakın zamanda Alphabet isimli bir çatı firma kurarak, Google’ı onun merkezine yerleştirdi. Arama motoru hizmetinin yanı başında, en büyük silahlarından biri, YouTube. Bir araştırmaya göre internet kullanıcıları haftada yaklaşık 7 saat video izlemeye ayırıyor ve 2 milyarın üzerindeki kullanıcısıyla YouTube, bu alanda rakipsiz. Her gün YouTube üzerinde 5 milyar video izleniyor.

Ana şirket Alphabet son yıllarda en büyük yatırımı yapay zeka asistan sistemine yapıyor. Google Home adı verilen wi-fi’ya bağlı hoparlör sistemiyle, evde wi-fi’ya bağlayabildiğiniz her şeyin kontrolünü Google’la konuşarak sağlayabiliyorsunuz. Google Nest isimli “akıllı ev” sistemiyle, buzdolabından ısıtıcıya hırsız alarmından ve kamerasından duman dedektörüne kadar her şeyi cep telefonunuzdan uzaktan kumanda edebiliyorsunuz.

Bu sebeple Adalet Bakanlığı’nın açtığı davayla ilgili bir yorum yazısının başlığında, The New York Times’tan Brian X. Chen, “Burası Google’ın dünyası. Biz sadece içinde yaşıyoruz,” sözlerini kullanmış.

Peki, bu dava Google’ı durdurur mu? Ya da durdurmalı mı?

ABD’de antitröst davalarının uzun bir geçmişi var. En meşhurlarından biri, 1900’lerin başında Standard Oil isimli petrol şirketinin, rakiplerini sindirme ve politikacılara rüşvet verme iddialarıyla parçalara bölünmesiydi. John D. Rockefeller’in sahibi olduğu dev şirket, ülkede neredeyse tek rafine petrol satıcısına dönüşünce, federal hükümetin öfkesini üzerine çekmişti.

Rekabet davalarındaki ilginçlik şurada: Aslında tekelleşmiş ve büyük ölçeklerde alım satım yapan şirketler, son tüketiciye daha cazip fiyatlar sunabiliyor. Mesela Standard Oil’in piyasaya müdahalesi sonucunda ABD’de işlenmiş petrolün fiyatı 1870’lerde 25 sentten, 10 sente kadar düşmüştü. Benzer bir örnek olarak ABD’deki Walmart’ı da verebiliriz; ne kadar yaygınlaşır, büyür ve tercih edilirse, fiyatları o kadar ucuzluyor.

Ancak yargıçlar burada, piyasanın aktörlerine, yani diğer şirketlere bakarak, rekabet düzeninin bozulduğuna hükmedecekti.

1900’lerin başında petrol neyse, sonunda da dijital veri oydu. Teknoloji şirketleri alabildiğine büyüdü. Bloomberg’in kıyaslamasına göre, Rockefeller’in serveti, bugün dünyanın en zengin adamı olarak bilinen Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un üç katı. Gelgelelim, 2020 yılında ABD’de en değerli 10 şirket arasında, 3 tane teknoloji şirketi kendine yer bulursak, yalnızca 1 tane petrol şirketi kaldı. (Bu arada tam 4 tane sağlık şirketi var!)

Teknoloji dünyasına yönelik ilk meşhur antitröst davasının muhatabı 1998 yılında Microsoft oldu. 3 yıl süren dava sonucunda şirketin tekelleştiği ve rakiplerini elimine etmek için baskı yaptığı hükmü verildi. Mahkemenin amacı, Microsoft’u, tıpkı Standard Oil’de olduğu gibi, daha küçük şirketlere bölerek rekabeti yeniden tesis etmekti. Ancak bu olmadı. Birçok yorumcuya göre, Microsoft’a verilen ceza, kulağını çekmek gibiydi.

O günden bugüne teknoloji şirketleri hem daha agresif, hem de daha popüler hâle geldi. Özellikle 2016’daki ABD Başkanlık seçimleri sırasında Facebook’un siyasete “olumsuz” etkisi gündeme gelince, ABD Kongresi, bu teknoloji devlerini kontrol altına almanın zamanının geçtiğini düşünmeye başladı. Yalan haberlerin yayılması, kişisel bilgilerin korunmaması (Cambridge Analytica skandalı) ve izinsiz dijital veri toplanması gibi meseleler son yıllarda siyasetçilerin de gündeminde.

Bu yılın Temmuz ayında Amazon, Apple, Google ve Facebook’un CEO’ları, ABD Kongresinde ifade vermeye çağrıldı. Aslına bakarsanız ortaya çıkan sonuç, üzerinde hayli düşünmemiz gereken bir durumdu. Bu şirketlerin temsilcileri, “operasyonlarının büyüklüğü nispetinde daha iyi hizmet verdiklerini” anlattılar. Ki, bu doğruydu. Onlara soru soran Amerikan siyasetçilerin hemen hepsi de, bu şirketin “modern hayatın” merkezinde olduğunu kabullendiler. Ki, bu da doğruydu ve risk de buradaydı.

Henüz hayatımıza gireli 20 yıl bile olmadı ama daha şimdiden akıllı cep telefonu olmayan bir hayat düşünemiyoruz. Koronavirüs salgını da gösterdi ki, dijital dünya kucağını açmış, bütün gündelik hayatımızı oraya taşımamızı bekliyor. Hemen her türlü hizmeti, artık online olarak alabiliyoruz. Sosyalleşmek için de fiziki yakınlığa ihtiyacımız yok.

Dijital teknolojilerin gelişimi, bir anlamda kullanıcıların entegrasyonuna bağlı. Yani, siz bir dijital hizmet sağlayıcıya ne kadar fazla kişisel bilgi aktarırsanız, o kadar iyi hizmet alıyorsunuz. Çünkü öğrenme kabiliyetine sahip yapay zeka sistemleri, ona kendinizi açtıkça, hayatınızla ilgili daha fazla olasılığı hesaplamaya başlıyor.

Siyasetçilerin teknoloji şirketleriyle ilgili pek anlamadığı şeylerden birisi de bu. Bu şirketler hizmet kapasitelerini arttırmak ve daha verimli hâle gelmek için tekelleşmek zorundalar. Hatta daha afakî bir şey söyleyeyim: Eğer insanlık ciddi bir yapay zeka sıçraması yapacaksa, bunu, ancak olabildiğince çok insanın hayatına entegre olmuş dijital teknolojileri kullanarak yapacak.

Gelgelelim, bu durum kendi içinde çok büyük riskleri de barındırıyor. Bu teknolojilere sahip insanlara olağanüstü bir güç bahşediliyor, sıradan insanlar her geçen gün daha çok manipülasyona açık hâle geliyor ve “gözetleme ve takip kültürü” giderek hayatımızın normaline dönüşüyor.

Birçok uzmana göre 10 yıl sürebilecek gibi görünen Google’a yönelik antitröst davası, bunların neredeyse hiçbirine atıf yapmıyor. ABD’li siyasetçiler fil tarifi yapar gibi, her Kongre oturumunda teknoloji devlerinin sahiplerine filin başka bir yeriyle ilgili pek de işe yaramayacak sorular yöneltiyor. Aslında monopolizasyon, bu şirketlerin tek tek yaptıkları bir şey değil. Bilakis, büyük bir teknoloji havuzunda, bir arada çalışıyorlar.

Ama daha da önemlisi, problem sadece bu dev şirketlerle sınırlı değil. Dünyanın pek çok yerinde mahremiyet ihlalini umursamadan iş gören, otoriter devletlere gözetleme ve takip teknolojileri satan yapılar var.

Buna bir çaremiz var mı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin