Fabrikamız kırılıp, dağılmadan!

YORUM | SEYİD NUR FETHİ ERKAL

Yiğit hüneriyle anılıp, noksanıyla tanınır. Kuru topuk kanla yıkanıp, ateşle kurur ancak. Elini ıslatmayanın garazı evladınadır. İyisi mi, suyu seveni derin batırın ırmağa. Galip gelince kehanet, mazereti olmasın, zehirli oku yalayan dilin dudağın. 

Her zincir en zayıf halkası kadardır. Aksini iddia eden yoksa da davrananı çok.

Mit o ki; “‘Akhilleus/Aşil’, elini suya değdirmemesi öğütlenen annesi Thetis tarafından ayağından tutularak ölümsüzlük nehri Styx’e batırılır. Topuğu dışarıda kalan Aşil’in ancak topuğundan vurularak öldürülebileceği kehanetinde bulunulur. Briseis’i Agamemnon’a kaptırınca çadırına kapanan Aşil, dostu Patroklos’un Hektor tarafından öldürülmesiyle Truva meydanına döner. Hektor’u kılıçtan geçirdikten sonra arabasının arkasında sürükleyerek surların etrafını yedi kez dolaşan yenilmez savaşçı, cesedi kendi elleriyle yıkayıp düşmanının babasına teslim eder. İntikamını alan Aşil, kısa süre sonra “ölümlü erkeklerin en güzeli” Paris’in zehirli okuyla topuğundan vurulup, can verir.”

Bir dişli bir çarkı, bir çark bir makinayı, bir makina bir fabrikayı ya çalıştırır ya da kırar, dağıtır. Mıhtan ata, attan vatana farklı temsillerle ifade edilse de bu hakikatten payımıza düşen hisse atalarımızla aynı: Küçük şey yoktur ve maksimum performans için maksimum uyum aranır.

E.Fromm’un üstünü çizdiği gibi “esirlikten robotluğa”, tarih boyu hürriyetini mâişetiyle becâyiş eden insandan beklenen yegâne işlev, verimlilik ve fonksiyonellik. Mâlum, “Kitle üretimi malların standardizasyonunu gerektirdiği gibi, sosyal süreç de insanın standardizasyonunu gerektirir ve bu standardizasyon eşitlik olarak adlandırılır.” Bu tür bir eşitleme ameliyesi ise uyumu netice verir.

Emtia üretiminde emek ve emekçinin bu şekil standardizasyonu bir nebze anlaşılabilir ancak sosyal organizasyonlarda performans adına böyle bir uyuma ayak uydurup, silikleşip sıradanlaşmak, şahsiyet kaybından başka nedir? Hangi kalifiye nefs bunu kabullenip, böyle bir karekter(sizliğ)i benimseyebilir. E. Frommcası “özgürlüğünden kaçıp”, dönüşümünü böcekleşmeyle kemale erdiren “sosyal bukalemun”dan gayrı hangi tür mâhluk bunu kabullenip, sindirebilir?

“Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.” (Lem’alar) denirken bizden beklenen de bu tip bir tek tipleşme becerisi midir?

Aynı gemide veya fabrikada bulunduğumuzu hayatın dayatmasıyla diyelim anladık, neden sıradan bir hademe, basit bir çark olalım? Kaptan kamarası değilse teklif edilen ister çark olsun ister çarkçıbaşılık, neden rıza ile karşılayalım? Kendini gerçekleştirmek (!) gibi fiyakalı bir edim, “görkemli bir yalnızlık” varken, tamamlanması meçhul bir bütüne ne diye mahkûm kalalım.

Bu sorulara verilecek cevaplar, bahsi geçen yapıyı İnsan-ı kâmil gibi bir organizma mı, fabrika gibi bir mekanizma mı ya da gemi mürettebatı gibi farklı mekanizmaların kontrolünden müteşekkil organik bir aygıt mı olarak tanımladığımıza göre farklılık arz edecektir. Meselemizi bu üç tip yapıyı nazara veren Marksist devlet teorileri (bknz. Anti-Dühring, Ludwig Feuerbach) perspektifinden tahlile tâbi tutacak değiliz ancak cevabın üç farklı sistemi birden hatıra getiren bu nasihatte saklı olduğu söylenebilir.

Organik, mekanik ve aygıtsal her üç türden münasebet bahsimiz dâhilinde olduğuna göre parça-bütün, tekil-genel ilişkileri üzerine tekrar düşünmemiz gerekir.

Organizmalarda cüz-küll, parça-bütün ilişkileri mekanizmalardan çok farklı olduğu gibi, organik bir aygıtın vücut bulduğu topluluklarda cüz’i-külli, tekil-genel münasebeti de temsile liyâkat nispetinde farklılık arz eder. Mâlum, bütün, parçalardan oluşur ancak parçaların toplamından daha fazlasıdır. Gestalt’ın bu temel ilkesi doğru olsa da meselemizi ifadede noksandır.

Öncelikle ister mekanik yapımlardaki çark-makina, isterse organik yapılardaki âzâ-vücud münasebeti olsun bütünü meydana getiren parçalardan her birisi işleyişe doğrudan etki ettiğinden kendisini ve fonksiyonunu ehemmiyetsiz görme lüksünden mahrumdur. Mekanizmalarda her parça kendince ehemmiyetli olduğu gibi organizmalarda da her âzâ vazgeçilmez ve kıymetlidir. Baş ile ayak, çark ile kasnak başkaca bir uzuv veya parçanın yerlerine ikâme edilemezlikleri cihetiyle biriciktirler. Tek bir farkla ki arıza durumunda mekanik yapılar tâmir, organik olanları ise tedavi edilir.

Ancak mâlum parça-bütün ilişkisinde cüz, küllü temsil edemezken, tekil-genel münasebetinde cüz’î, külliyi temsil edebilir (ve bizim meselemizde temsil ettiği şuuruyla hareket etmelidir). Zîra felsefede tikel/cüz’î dendiği zaman somut birey anlaşılırken, tümel/küllî ile kastedilen tikellerin genel ve soyut yapıdaki ortak özüdür. Bu sebeple ontolojik açıdan tümel önermeler değil, tikel önermeler varlığı bildirir.

“İbrahim tek başına bir ümmet idi.” (Nahl, 120) beyânında parladığı üzere has ferdlerin cüz’iyetleri içinde küllileştiği, şahs-ı mâneviyi temsil makamına yükseldikleri vâkidir. “Ekser taife-î mâhlukatta bazı hârika ferdler bulunur. O ferdler eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medâr-ı fahrleridir, yoksa medar-ı şeametleridir. Hem gizleniyorlar. Âdeta birer şahs-ı manevî, birer gaye-i hayal hükmüne geçerler. Sâir ferdlerin her birisi o olmağa çalışır ve o olmak ihtimali var.” (Sözler)

Bu sebeple bu keyfiyette bireylerin/tekillerin/cüz’ilerin bilfiil bulunmadığı cemaatin/tümelin/küllinin varlığından bahsetmek ancak kuru bir iddiadan ibarettir. Eğer meselemiz, bu seviyede farz-ı kifâye nev’inden bireysel temsile vabesteyse ve o şahıs olmak ihtimali herkes için mümkün ve haslar için vâkiyse, hangi şahıs kendisini veya vazifesini kıymetsiz addedip, kenara çekilme lüksüne sahiptir ve böyle azim bir menfaatten mahrum kalmak hangi aklın semeresidir.

Âzâ, parça ya da birey olarak böyle bir seviye yakalanamasa da şahsını, konumunu veya vazifesini biricik bilmek megalomani değil bilakis istihdama hürmetin gereğidir. İstihdam keyfiyeti üzerine böyle bir teemmülü müteâkip yapılması gereken şeyse konumun hakkını vermek için kal ve hal diliyle duâ etmekten ibaret.

“Kardeşlerim, hiç merak etmeyiniz. Kat i kanaatim geldi, bizler bir inayet altında, gayet ehemmiyetli bir hizmette ve ihtiyar ve iktidarımız haricinde bir dest-i gaybi tarafından istihdam ediliyoruz. Çok defa ‘Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.’ (Bakara, 216) sırrına mazhar oluyoruz. Bu çalışmada zahmet pek az, ücret pek çok.” (Emirdağ Lahikası)

Mâdem öyle; felç eden kritiktense hakiki bir muhasebe adına kendini o topuk bilmek ve ölümsüzlük nehrine batıran gaybî eli öpüp, ıslanmak için dua etmek en güzeli…

Aksi mi?

Paris’in Aşil’i topuğundan ısıran zehirli okunun, dönüp kendisine saplandığını hatırlamalı.

Vah! Topuğumuzu ısıran zehirli oku yalayan dillere.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Ne güzel metaforlarla bir dünya kurmak. Yarim cümleler. Biraz da ilmi olsun diye yazilan isimler. En sonunda da en cok duydugumuz nasihat (azar): konusma, elestirme ne deniliyorsa inan ve yap. Ya ölünce ya da iskence haberi medyaya düsünce adam yerine konmak. O da hakliligini aleme duyurmak icinse asıl o zaman vah bize!

  2. “Vah! Topuğumuzu ısıran zehirli oku yalayan dillere.”

    Sosyal medyanın kaba ve rahatsız diliyle dolaşıma giren ve zehirli bir ok gibi zihinleri ifsat eden gıllıguş konulara ince ve zarif akıl dolu bu yazıyla verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim.

  3. Makalenin sonunda, baştaki hikayeye referans verilmesi yazıya bir bütünlük katıyor. Yurt dışında okullarda çalışan öğretmenlerin aksaanı olduğu için öğrencinin anlamak için biraz daha gayret göstermesi misali, başta mitolojiyi anlamak için gösterilen gayret yazının devamını anlamaya da pozitif etki ediyor. Zor gibi görününen başlangıçlar daha iyi anlamayı netice veriyor. Yazının içeriği birkaç önemli meseleyi günümüz zaviyesinden ortaya koyuyor.
    Mekanik yapılar üzerinden yürüyelim, çarkın daha iyi dönmesi için cilalamak gerektir değilse belli bir süre sonra takılmalar meydana gelebilir. Konumun hakkını vermek için kal ve hal diliyle duâ etmek gerektir. Bu iki önemli noktaya özen gösterenler yaptıkları vazifelerden zevk alacak ve hatta değil bu bana layık bu bende bilmemki bu lutf ile ihsan bana nedendir, diyeceklerdir.
    Asrımıza bakan yönüyle meselenin özeti; kendini asra göre yetiştirme, gerekli becerileri edinmedir. Mesela, yurtdışında yaşayan birinin dil öğrenmesi, kendi alanı ile alakalı gerekli sertifikaları alması ve dahi gerekiyorsa yüksek lisans yapması çarkları daha iyi çalıştırmaya vabestedir. Bu kişiye piskolojik olarakta kattı sağlayacaktır. Amerikada yapılan bir araştırmada insanların işlerini bırakmalarının birinci nedeni kendilerinin oraya faydalı olmadığını düşünmeleridir. Eğer insan kendisi ile alakalı böyle bir algıya düşerse, bu yaptığı işi devam ettirememeyi Allah muhazafa netice verebilir.O sebepten kişinin kendi benlik algısının dünyaya bakan yönü ile pozitif gelişmesi de önemlidir.
    Bu noktada önemli olan da dünyaya bakan yönü ile yapılan bu kariyer çalışması ahiret için yapılana engel olmamalıdır aksine ahiret adına yapılan kariyer planlamasına pozitif katkı sağlamalıdır. Bu seviyeye gelmiş birisi dünya ahiret dengesini sağladığında insanlara rol model olacak ve himmetini milletine vermiş biri olarak yazıda vurgulandığı üzere tek başına bir millet olacaktır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin