Evet bir darbe yapıldı ama bunu iktidar yaptı!

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Reza Zarrab’ın AKP’li üç bakanı rüşvete bağladığı açığa çıkaran 17 Aralık 2013 tarihli operasyondan bir hafta sonra 25 Aralık’ta çok daha büyük bir dosya ile yüzleşti Türkiye. Bilal Erdoğan (aslında babası R. Tayyip Erdoğan’ın) içinde bulunduğu bu dosyada; devlet arazilerinin iç edilmesi, adı terörle anılan kimselerle kurulan menfaat, rüşvet ilişkileri… yani aklınıza ne gelirse vardı.

27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, arada geçen bu 24 yıl içerisinde bir çok yolsuzluk, usulsüzlük iddialarıyla anılmıştı. Bundan doğan kara paranın miktarını kimse kestiremiyor: ortada yüz milyar dolarları geçen korkunç rakamlardan bahsediliyor. Sıfırlananlara dair bir önceki yazımıza göz atılabilir.

Bu usulsüzlüklerin tespitine dair araştırma denemelerinin hepsi akim kalmış, bir şekilde üstü kapanmıştı. Fakat 17/25 Aralık Soruşturmalarında bu ejderhanın (Hobbit serisindeki hazinenin üstünde oturan Smaug gibi) kuyruğundan tutulmuştu.

Cumhuriyet tarihinin bu en büyük yolsuzluk davasını soruşturan, ortaya çıkaran ve üstüne giden bir avuç emniyetçi ve hakim – savcı bu işi sonuna kadar götürmeye çalışsa da muvaffak olamamış, ejderha ellerinden kurtulmuştu.

O öfkeyle ejderha şehre dalmış, her şeyi yakıp yıkmış, adeta taş taş üstünde bırakmamıştı. Yıkmaya da devam ediyor. O soruşturmayı yürüten emniyetçilere, bu soruşturmaların 5. yılında müebbet hapis cezası verildi.

DARBELER!

Bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, kamuoyuna bazı gizli dinlemeler düşmüş ve bunları başka büyük devletler yapmış olduğu ifade edilmişti. Ve bunu da, “Büyük devletler dinler, normaldir” diyerek  gayet doğal karşılamıştı hükümet. Fakat devletin resmi kurumlarınca yapılmış incelemeleri ve dinlemeleri “kabul edilemez” bulmuşlardı, hatta “darbe” demişlerdi. Külünk’ün ifadesi ile “Günah işleme özgürlüklerine müdahale” demişlerdi.

BM’nin ve Amerika’nın hassasiyetle takip ettiği ve kaç kere uyardığı İran Ambargosu’nun delinmesi hususunda Rusya bile uyarmış zamanında. Hatta MASAK’a bir ihbar da gelmiş, bu yolsuzluklar konusunda Mit bile Başbakanlığı uyarmış.

Böyle ayyuka çıkmış iddialar konusunda Emniyet ve Adliye ne yapar? Tabii ki işini.

Yapmazsa ne olur? Görevini ihmal, hatta suistimal etmiş olur.

Böylesine büyük görevi hakkıyla yerine getiren memurlara ne yapılır normalde?

Takdir, hatta ödül! Tarihe geçerler; bu kadar büyük bir usulsüzlüğü, yolsuzluğu korkusuzca ortaya çıkardıkları için.

Ama ne oldu?

25 Aralık 2013’te gerçekleştirilen ve sonra dava aşamasında kapatılan yolsuzluk soruşturmalarını gerçekleştiren emniyetçilere “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi, hem de soruşturmasının yıldönümünden bir gün önce!

Bu topraklarda her ilkenin, her duruşun bir bedeli vardır! Tarih boyunca da herkes payına düşenin bedelini ödemiştir, ödemeye de devam ediliyor.

Bu döngünün son kurbanları:Eski emniyet müdürleri Yakub Saygılı, Kazım Aksoy, Yasin Topçu ve Mahir Çakallı ile Arif İbiş, Mustafa Demirhan, Mehmet Habib Kunt, İbrahim Şener, Mehmet Fatih Yiğit ve Mehmet Akif Üner. Cezaları: “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis.

ABD’deki Hakan Atilla davasında tanıklık yapan Hüseyin Korkmaz, eski Emniyet Müdürü Hamza Tosun ile Sinan Dursun, Engin Filiz ve Sinan Sağyalavaç’ın dosyasının tefrik edilmesine karar vermişti mahkeme… Bu da işin trajikomik tarafı.

Sen burada dosyayı kapattığını düşünmüşsün, soruşturmayı yürüten Emniyetçileri hapsetmişsin, ömür boyu hapse mahkum etmişsin, yakalayamadığın bazı Emniyetçiler Amerika’da aynı dosyanın tanığı olmuşlar.

Dikkatinizi çekerim; sanığı değil, tanığı!

Ve artık uluslararası bir davaya dönüşen bu yolsuzluk davasında, Amerika’daki dosyalarda asıl sanıklar, şu an Türkiye’deki mahkemeleri ve diğer bütün resmi kurumları etkileyip keyfi kararlar çıkartanlar. (Onlar kendilerini biliyor.)

ASIL DARBE NEDİR?

Türkiye’de şimdi davalar, kararlar uçuyor havada böyle… Deli saçması iddialarla insanlara cezalar yağdırılıyor: “Bylock kullanmışsın, Hükümeti yıkmaya çalışmışsın, darbe yapmaya subliminal mesaj vermişsin, Fetöcüsün, Fetöye karşı gibi gözükmekle birlikte Fetöye yardım etmişsin…” Bu yargılamaların hemen hepsi bir piyes kıvamında ve de hükmünde…

25 Aralık soruşturmasını yürüten polisler, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki geçen yılki 13. duruşmasında, Mahkemeyi tanımıyoruz, ifade vermeyeceğiz.”demişlerdi.

Bu haklı talep, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tan da gelmişti. 24 Haziran seçimlerinin ardından ilk kez görülen duruşmasında savcı, Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamını istemiş, Demirtaş ise,Vereceğiniz karar belli, tahliye talep etmiyorum” demişti. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme de Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamına karar vermişti.

Evet, adeta ortada bir müsamere var, yargılama yapılıyormuş gibi yapılıyor, ama herkes senaryoyu biliyor, sonrasında çıkacak kararları biliyor herkes… O yüzden bu yargılama adil yürüyormuş gibi yapmanın bir anlamı da yok.

17/25 Aralık Yolsuzlukları ortaya çıktığında, bunun “buz gibi de yolsuzluk” olduğunu herkes biliyordu. Bu polislerin, savcıların, hakimlerin görevlerini yaptığını herkes biliyordu, bunu en iyi bilenler de şu an muhalefet rolünü oynayanlar!..

Ana muhalefet dahil hepsi bu yolsuzluklara dair resmi, gayri resmi bütün tapeleri, bilgileri, belgeleri tepe tepe kullandılar; mecliste, kürsülerde, meydanlarda, her yerde… Bunlar üzerinden siyaset geliştirdiler. Ama bir kez olsun bu soruşturmaları yürütenlerin hakkını teslim etmediler.

“Günah işleme özgürlüklerine müdahale edilen” Hükümet, bu yolsuzluk operasyonları için “Hükümete Darbe” dediler, dosyaya dahli olan herkesi yargıladılar, ellerinde bulunanlara şimdi müebbet hapis cezaları verdiler.

Kendileri bunlara darbe derken, aslında devletin bütün kurumlarına, özellikle de Emniyet ve Adliyesine “Darbe” yaptılar, bütün kadroları alt üst ettiler. Siyasi muhalefetin, muhalif duran aydının, gazetecinin, sanatçının gıkı çıkmadı. Bu hükümetin çarpıtmaları ile işinden edilenlere, bizlere dair hiç birisi en ufak bir laf etmedi şu ana kadar.

Muktedirlerin tam dizayn edemedikleri, daha doğrusu yıkım yapamadıkları bir Askeriye kalmıştı, onu da 15 Temmuz tezgahı ile gerçekleştirdiler. İktidarın Avrasyacılarla Rusya organizesi ile gerçekleştirdikleri bu girişime “Darbe” dediler.

“Darbe girişimi” deseler de aslında başarıya ulaşmış “Tam bir darbe” idi bu. Zira bununla birlikte Askeriye’yi de tamamen alt üst etme imkanı buldular.

Şimdi artık muktedirlerin bu sınırsız, kontrolsüz gidişine dur diyecek kimseler yok.

Muhalefetin, muhalif gözükenlerin yine gıkı çıkmıyor.

Çünkü bu süreçte en çok Cemaatçi denilenlere, Kürtlere ve bazı sol aydınlara, gruplara ve bazı küçük topluluklara eziyet ediliyor. Onların bu acı çekmesi karşılığında, kendi konforlarının az da olsa bozulmasına ses çıkarmıyorlar. Böyle de kirli bir çark var!

NE ZAMAN BİTER?

Haksız bir şekilde içeriye atılan ve ceza alanlara dair sayısız sorular geliyor: Bu insanlar çıkabilecek mi, hakları iade edilebilecek mi? Verilmiş olan cezalar kaldırılabilecek mi?

Ergenekon davasının sürecini hep birlikte gördük. Haklarında korkunç iddialar bulunanlar bile, konjonktür değişince bir anda serbest kaldılar, beraat ettiler, hatta karşılığında devletten tazminat bile aldılar.

Şu an suçlanan insanlar için ise ortada hemen hiç somut bir delil, veri yok. “Silahlı Terör Örgütü” sayılmak için gerekli hiç bir vasfı taşımasa da uydurulmuş bir terör örgütü torbasına herkesi doldurup duruyorlar.

Şu anki mevcut siyasilerin hiç birisi bu yanlışlığa dur diyecek gibi gözükmüyor. (İçlerinde ferdi insiyatif kullananları ayrı tutuyorum. Kaldı ki bu istisnalar da kaideyi bozamıyorlar da.)

Şu anki mevcut iktidar değişse de yerine gelecek siyasi partilerin de bu yanlış gidişe dur demek gibi bir niyeti ve duruşu da gözükmüyor. Alan razı, satan razı.

Toplumda oluşturulmuş çok derin bir kutuplaştırma ve nefret de var. Hatta 2019 yılı için uluslararası araştırmalara göre Türkiye bir soykırım tehlikesi noktasında %11,2 ile en riskli ülkeler arasında 8. Sırada.

FETÖ iddialarından dolayı Cemaat’e karşı büyük bir öfke birikmesi oluşturuldu. Kürtler için de hakeza. Hatta geçenlerde de olduğu gibi artık Kürt olduğunu öğrendiği insanı ve oğlunu sokak ortasında öldürmeye kadar…

Hitler Almanyasında Yahudilere karşı oluşturulan öfke birikmesi gibi.

Bu barut fıçısına dönen ülkede bulunanların kendisini güvene alması gerekiyor öncelikle.

Yakın planda da, bu konjoktürün değişmesi ihtimal dahilinde gözükmüyor.

İnsanlara bedeller ödetiliyor; kiminin yolsuzluklarının aydınlatılmasına duyduğu öfke, kimisinin insanların aidiyetine, inançlarına karşı duyduğu nefret dolayısıyla…

İnsanlar, hak mücadelesini sürdürmeli, ileride haklarının zayi olmaması için gerekli müracaatlarını yapmalı. Fakat kısa vadede büyük beklentilere girmemeli. Bu fırtına döneminde alternatif yollara, geçim ve iştigal yollarına bakmalı.

Fakat daha fazla bedel ödenmesine mahal vermemeli.

Tabii ki bunlar tamamen benim şahsi mülahazalarım. Böyle düşünüp ona göre yol alıyorum. Yaşadıklarımdan yola çıkarak da düşüncelerimi paylaşıyorum. Ama herkes kendi kaderini yaşıyor, yaşayacak da.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin