Ekonomik krizde miyiz?

YORUM | Dr. CEM ÜNAL

Türkiye gerçekten de ekonomi ve finans biliminin test edilebileceği bir “laboratuvar” mı? İlk bakışta, iyimser bir anlayışla bu soruyu ‘evet’ olarak yanıtlayabiliriz. Hükümetin uygulayacağı ekonomi politikalarının, teorideki tanımları, etkileri ve sonuçları ile karşılaştırılması, özellikle ekonomi/finans öğrencileri için hem zevkli hem de öğretici olacaktır. Ancak Türkiye ekonomisi “laboratuvar” özelliğini kaybedeli çok uzun zaman oldu. Aklın, tecrübenin ve bilimin kontrolünden tamamen çıktı.

Dünyanın hiçbir yerinde, barutun ateşle yakıldığında patlayıp patlamayacağı test edilmez. Sonuç bilimin kuralları altında bellidir ve sayısız kere de aynı sonuç tecrübe edilmiştir. İşte Türkiye ekonomisinde halen barutun patlayıp patlamayacağı test ediliyor. Ekonomide her taraf barut patlamalarından harap olsa da ekonomi yönetimi bu tecrübeleri umursamıyor ve inatla bildiği yolda gitmeye devam ediyor.

Böyle bir ortamda Türkiye ekonomisi ve finans piyasalarını sizinle yorumlamak hem zorlu olacak hem de eğlenceli. Beraber çok şey öğreneceğimizi düşünüyoruz.

Ekonomi gündeminin aktüalitesine aşırı gömülmeden, ekonomi ve finansın da ağır ve bazen anlaşılmaz teorisi ile boğulmadan, “ortaya karışık” yorumlar yapmaya çalışacağız. Bizi bu konuda sizlerin yönlendirmesi çok önem arz ediyor. Bu yüzden sorularınız ve yorumlarınız bizim için çok değerli olacaktır.

Bu noktada bazı sınırlarımızı sizinle paylaşmak isteriz. Öncelikle belirtelim ki, burada asla ve asla yatırım tavsiyesi yapılmayacaktır. “Dolar kuru sene sonunda ne olacak?”, “Altın yükselir mi?”, “Hangi şirketin hisse senetlerini alalım?” gibi sorular bu kapsamdadır.

İkinci kırmızı çizgimiz de bilimsel tanımlamasını yapamadığımız “komplo teorileri” ile de vakit kaybetmeyeceğiz. Aksi durumda “dıj güçler”i her konuşmasının içine sıkıştıranlardan bir farkımız kalmayacaktır.

Üçüncüsü, mevcut ekonomi yönetimine muhalif olduğumuz bir sır değilse de her yapılan icraatı analiz etmeden kötülemeyeceğiz. Şahsi olarak 2015’ten beri “ekonomi battı, kriz geldi, ülke iflas etti” söylemlerinden bıkmış durumdayım. Belki okuyucularımıza ters gelebilir ama ekonominin batması, finansal kriz gibi tanımlamalar Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu yansıtmıyor.

Evet Türkiye ekonomisinin makroekonomik göstergeleri çok ciddi bozulmuş olsa da bu durum “ekonomik kriz”den öte ciddi bir “refah paylaşımı ve gelir adaletsizliği sorunu”dur. Zenginin daha zenginleştiği, fakirin aşırı yükselen enflasyon oranı altında ezildiği ve geleceğe yönelik planlamaların yapılamadığı bir ekonomiden bahsediyoruz. Ama bu ekonomi çok büyük ve dinamik bir ekonomidir. Bugünden yarına “batacak, iflas edecek” bir ekonomi değildir. An itibariyle “yüksek enflasyon” yaşıyor olsa da piyasalar yine çalışmaya devam ediyor. Ekonomide bazıları fakirleşirken bazıları da zenginleşiyor, sermaye el değiştiriyor vs.

Bu ayrıntıyı şunun için de yapmak gereği hissediyoruz: Her kur artışı ya da zam haberi sonrasında, ekonominin iflas edeceğini uman muhalif vatandaşlar, istedikleri/bekledikleri sonuç gerçekleşmeyince hem ciddi bir moral bozukluğu yaşıyorlar hem de geleceğe yönelik inançlarını kaybediyorlar. Halbuki, teşhisi akıl ve ekonomi/finans bilimi ışığında “gerçekçi” bir şekilde yaparsak sonuçları da çözümleri de daha rasyonel olarak tahmin edebiliriz.

Yukarıdaki örnekten devam edersek şöyle bir yorum yapmak yanlış olmayacaktır: Yüksek enflasyon hem birey hem şirketler açısından ciddi bir sorundur ancak “ekonomik kriz” değildir. Fiyatlar genel seviyesindeki iniş ve çıkış hareketleri ekonomide “konjonktürel dalgalanmalar” olarak değerlendirilir. Konjonktürün değişik dönemlerinde ortaya çıkan “enflasyon” , “resesyon” gibi gelişmeleri kriz olarak adlandırmak doğru değildir. Ancak yüksek enflasyonist ortam, ekonomik krize doğru giden yolun alt yapısını oluşturur.

Ekonomik krizler çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Üretimde hızlı bir daralma, iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, banka krizleri vs. krizlerin başlıca örnekleridir. Ve maalesef Türkiye ısrarla ve inatla oraya doğru sürükleniyor.

Son olarak kim olduğumuzu merak edenler için de biraz sır vereyim. Yıllarca Ankara’da ekonomi bürokrasisinde üst düzey görevlerde bulunurken, şu an ortalıkta kendisini yetkili, uzman danışman vs. olarak gösteren liyakatsiz bürokratlar bizlere ulaşmak için takla atarlardı. Kendilerini ‘ekonomi ve finans mehdisi’ ilan eden bazı bakanlarımız da bizleri çok iyi hatırlayacaktır.

Haydi hayırlısı bakalım…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Hoşgeldiniz Cem bey.

    “Son olarak kim olduğumuzu merak edenler için de biraz sır vereyim” dediğinize göre müstear isimle yazıyor olmalısınız. Sorun değil, konjonktür gereği tr724de müstear yazma gereği duyan başka yazarlar da var.

    Daha ilk yazınızda “Şahsi olarak 2015’ten beri “ekonomi battı, kriz geldi, ülke iflas etti” söylemlerinden bıkmış durumdayım. Belki okuyucularımıza ters gelebilir ama ekonominin batması, finansal kriz gibi tanımlamalar Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu yansıtmıyor” diyebilecek kadar açık sözlü olmak iyi bir başlangıç.

    İnanın ki, bu sayfaların okurları arasında sizi anlayan ve makul ve mantıki açıklamalarınız dolayısıyla alkışlayan, her seviyeden çok sayıda okuyucu bulacaksınız…

    Tebrikler.
    Hayırlı-uğurlu olsun…

  2. OH ya nihayet kafama göre birini buldum. Bir akrabım fabrikası var oraya takılırım bazen yani o ortamda başka fabrika sahipleride olur. Baya buyuk fabrikalar bunlar organize sanayi bölgesi. İnanın milyon adet iş var ellerinde herşey tıkırında . Tüm dünyaya üretim yapıyolar. Ben derim hep pşyasa çalısıyor iş adqmları çalışıyor anadolu girişimcileri çalısıyor ama namussuzlar yanlış politikalarla bu katma değeri çarçur edip 3-5 i zengin ediyolar yoksa bu ülke namuslu yönetilse ok gibi fırlıycak yani. Batmaz abi batmaz.

    • Sorun böyle söylenmesine rağmen, Halep ile Arşının tutmamasında.
      Her ay ithalat, ihracattan fazla yapılıyor. Bunun önemli kısmı da zorunlu ithalat. ithal malların fiyat esnekliği ile ihraç malların fiyat esnekliği arasında, aleyhimize bir fark var. Bu demek, Türkiye de fabrikalar mevcut sirapişlerini 2 katına çıkarsalar tam şu an, aylık bazda, dış ticaret açığımız her ay 10 13 milyar dolar arası açık değil, daha fazla açık vereceği gözüküyor.

      Toplamda ülke olarak bir SERVET kaybı var, birilerinin görece kazanması, toplamdaki kaybı, SIZINTI yı görmememizi engellemesin. Ben sayın yazara katılmıyorum.

      Katılmıyorum çünkü, mide kanseri teşhisi konup erkenden cerrahi müdahaleyle alınabilme fırsatı varken, hastanın tedavi edilmeyip, güçlü ağrı kesicilerle, yahut ilerlemeyi baskılayacak ilaçlarla vakit kaybettirilmesi, metastaz yapılması gibi durumdayız, alınan dış borçlarla, emisyonla baskılanıyor. Bir krizin içinde ülke, gittikçe artan enflasyon, gittikçe artan döviz kuru, gittikçe açılan dış ticaret açığı, gittikçe artan Merkez Bankasının net hata ve noksanı, gittikçe gittikçe düşen reel ücret, artık ev araba alınamama durumları, artan icralar, geri dönmeyen tüketici kredileri… bunlar gayet de net krizin işaretleri. Ama krizin boyutlarının ortaya çıkması istenmediği için, Sisteme enjekte edilen ve bir süre sonra daha büyük sorun olarak karşımıza çıkacak, REELPOLİTİK uygulamalar nedeniyle, gittikçe aşağı düşüldüğü için, uçuyorum atmosferi oluşuyor. Yapılan, ateşte eriyen buza üflenen soğuk havanın etkisi gibi, sadece süre uzatılıyor, ama uzatıldıkça, metastaz yapıyor tüm sorunlar.

      Sizin bu gözlemlerinize benzer gözlemleri görünce, filin hortumdan oluşmadığını, diğer cephelerden de oluştuğunu anlatmak için yazdım. Makro ekonomik göstergeler, bütçe disiplini hariç SOS veriyor. Bütçe disiplinin de ardında kimbilir bilmediğimiz ne var. Bütçe denkliğine bile şüpheyle bakıyorum ben şu an. 2001 öncesi bütçe dışı fonlar, dev bir bütçeye dönmüştü hatta, ne denetlenebiliyordu, ne harcama yöntemine karışılabiliyordu. Eskinin hazine garantili DİB senetleri gibi, kimbilir bütçeye hangi takla attırmalı yntemlerle TCMB den kaynak aktarılıyor ve bu kimbilir nasıl peçeleniyor.

      2004 2005 li yıllarda, o hesap verilebilirlik dönemlerinde, kayıtların açık olduğu dnemde bile, koca devletin gelir-gideri tutmamıştı. İyi dönemlerinde bile daha kaydi olarak muhasebe denkliğini tutturamayan bir maliye de, kimbilir şimdi neler nelerle oynanmış, karman çorman hale getirilmiştir. Demem o ki, ekonomik, finansal yönüyle kötü olsa da devlet ayakta, bütçemiz denk, söylemlerinin bile altı boş çıkarsa şaşırmam.

      Benim kanaaatim, Erdoğanın faiz sebep, enflasyon sonuçtur.. dediğinde, krizin varlığı kabul edilmiş, dolayısıyla kriz başlamıştır yönünde. Şu an yapılanlarda, krizin acı faturası, lakin yapısal olarak olaya el atamadıkları için, daha da derinleşiyor derinleşiyor, bir sarmala gidiyor ki, işte artık krizin tetiklediği daha büyük krizlere doğru yol alıyoruz demektir.

  3. Hoşgeldiniz.

    Çok güzel oldu bu gelişiniz. Eleştirmek için söylemiyorum, Ahmet Karabay beye kalmıştı bu iş sanki. Tarihçilikten tut, siyasi analize, oradan ekonomi yorumuna kadar her alana koşturulan Ahmet Karabey de daha bir uzmanlaşır, rahatlar diye düşünüyorum.

    Yorumcu olarak katkı sunacağımı, görüşlerimi, anti tezlerimi sunacağımı da bilmenizi isterim. Barika-i Hakikat, Müsademe-i efkar dan doğar denmiş nede olsa.

    Ekonomi biliminde, fiyatlar genel düzeyinde, iniş çıkışın “konjonkturel dalgalanmalar” olarak değerlendirildiği bilgisini verdiniz ki böyle kabul ediyor.

    Türkiye de malumunuz, fiyatlar genel düzeyinde sürekli bir artış var,dört nala enflasyona doğru da gidiyor da, görünen o ki, ücret-fiyat sarmalı daha bir süre daha devam edecek. Mevcut durumda, enflasyon artarken, daha da artarak artması yahut artış hızının yavaşlaması cephesinden bir çeşit fiyatlama sorunu olabilir ki,yani bir çeşit adaptasyon sorunu olabilir ki, bu da konjonkturel dalgalanma olarak değil, bir çeşit volatilite etkisi ile izah edilebilir.

    Sanırım, konjonkturel dalgalanmaları, ki tanımda doğası gereği de öyle, dönemlere sari olarak ele alınan yani daha uzun vadeli bir süreç olarak ele aldınız ve şu an o dalgalanmanın artış sürecinde olduğumuz dönemdeyiz demek istediniz muhakkak.

    Bununla birlikte, mevcut durumu “konjonkturel” olarak ele almanızı izaha ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki iklimin etkisi mi örneğin? Eğer öyleyse hangi oranda bilmek isterim sonraki yazılarınızda. Zira benim gözlemimde, dışsallığın etkisi çok az mevcut durumda.

    Dışşallığın etkisinin görece çok daha az olduğunu düşündüğüm bir durumda, bunu konjonkturle izah etmeyi yanlış buluyorum. Bir korelasyon var, etki var, ama bunun konjonkturel bir dalgalanma olarak ele alınmasını etkileyecek kadar, tanımlayacak kadar, olmadığını düşünüyorum.

    Eğer bu konjonkturel dalgalanmanın sebebi, ülke içi etki ise, işte burada asıl itirazımı yapmalıyım ki,

    konjonkturel olarak Türkiye de enflasyon artmamalıydı,tersine enflasyon düşme eğilimine daha da girmeliyken, olsa olsa değişim faiz üzerinden olmalıydı.

    Şu an ülkedeki durum, bir politika seçiminin sonucudur, politika dersem, politika olarak adı kaldığı gerçek, nitekim beklenen sonuçta ortaya çıkmadı.

    Benim gözlemim şu ki, dış ticaret açığı artarken ve borçlar katlanırken, kısır döngüye girmiş bu ssistemi değiştirmek için, ihracat gelirlerini artırmak hedefli bir politika güdüldü, maliyet cephesinden ilk feda edilen ücretli kesim oldu, ülke parası BİLEREK değersizleştirilerek, ülke malları rekabet eder hala getirilmeye çalışıldı, ithalatta artış beklendi.

    BİLEREK değersizleştirildi demem de bu nedenle, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” dendiği anda, aslında üstü kapalı, ben ülke parasının değerini düşüreceğim faizleri düşürmek suretiyle denmek istendi, buna bir peçe oldu. Yani, bu bilinçli bir amacın, kamuoyu ikna sürecinin parçasıydı.

    Faizi düşürdüğünde, zaten döviz açığı yaşayan ülkenin parasının değersizleştireceği sonucu otomatik olarak ortaya çıkar.

    Bu nedenle, Enflasyondaki artışı, konjonkturel dalgalanma olarak görmediğimi belirtmek isterim, gittikçe azalacağı tcmb tarafından defalarca da ilan edilen bir hedef enflasyon daha dün ortadaydı. Konjonktur bu olması gerekiyordu.

    Muhakkak, yazılarınızda da gelicektir, siz sadece başlangıç olarak bir merhaba dediniz, ama yeri geldiğinde de bu hususu daha iyi irdeleme fırsatımız olacaktır muhakkak. Bende bir okuyucu olarak yorumlarımla görüşlerimi sunmak isterim elbet.

    Şu an özetle diyebileceğim şu ki, teknik tabiri diğer okuyanlar mazur görsün, Marshall-Lerner koşulunu uygulamaya ikna edilmiş bir ekonomi yönetimi var gibi.

    J kurve etkisiyle de, ilk aylarda ithalatın daha çok artacağı, ihracatın düşeceği de bekleniyordu, ve sonrasında ihracatın artacağı, ithalatın düşeceğini umdular, bu nedenle az sabredin dediler, ama görünen o ki, J kurve etkisi ortaya çıkmadı. Hatta makas gittikçe açıldı.

    Kısaca ortada bir fatura vardı, 2 trilyon dolara yakın son 20 yılda kullanılan kaynak-kredi, ve neticesinde, 500 milyar borçla ve her ay 10-13 milyar dolar açık veren bir ihracat-ithalat açığı.

    Havuzda su bitiyordu, döviz kalmıyordu, zorunlu ithalatın finansmanı dahi zora girecekti, bu nedenle, ya faiz yükseltilecekti, ki ekonomi bilimine göre konjonktur oraya götürmeliydi, ya da bu bir çeşit Lerner koşulunu deneme yapılacaktı.

    Seçim böyle yapıldı… Dikkat ederseniz, bu satırlarımda bir konjonkturel harekette çıkmaz. Bu nedenle, var olan konjonkturel bir olay değil, ilerde eğer sağlıklı! grafikleme yapılabilirse, sağlıklı veriler bulunabilirse, konjonkturden sapma olarak ortaya çıkacaktır.

    Bu nedenle de bir kriz denmesinde maksat yok, yani bu politika değişimi, ki politika dersek, Lerner koşuluna yönelme, Merkez bankası –50 lerde, dış borcu 500 lere yakın, 1 yılda ödemesi gereken 180 milyar dolar borcu olan bir ülkenin, krizin varlığını kabul edip, aslında kriz politikası uygulaması bir yönüyle.

    Şu an bir yönüyle acı reçete uygulanıyor ki, bu reçete de tutmayacağı benzer, zira bildiğiniz üzere politika karması, heteredoks politikalar ve tüm kurumlar eşgüdümlü çalışmalı ki bu reçete tutmalıydı, şu an yapılan herşeyde, boşuna bir fedakarlık olacak.

    Ben bu yönüyle, sizden şunu rica ediyorum…

    Faizi artırıp devam mı etmeliydi ülke, bu mu ülke için iyi olurdu,

    yoksa, mevcut düşük kur politikası mı ülke için daha iyidir?

    Ezberleri kenara koyup, bilen birileri olarak elbette bu sorumu sizde değerlendireceksiniz, ve bu konuda, yazılarınız olursa keyifle okuyacağımı belirtmek isterim.

    Son olarak, enflasyonist ortam biliyorsunuz, bilerek oluşturulur, ki zellikle türkiy gibi enflasyonu 80 lerde, Özallı yıllarda, bir çeşit sermaye birikimi için bilerek kullanılması, merkez bankasının bu konuda tecrübesi ortadayken, şu an ki enflasyonun bir sonuç değil, aslında bilerek planlanmış çıkarılmış olduğu gerçeğini daha da ortaya çıkarıyor.

    Taylor kuralı, schock-turkey politikadan tutun, band sistemine, tedrici sisteme bu konunun kompedanı bir kurumu var iken tcmb, enflasyonu düşürmek bir teknik mesele.

    Bunda sanırım hem fikiriz, lakin şunu söylemek istiyorum, eski tcmb bankası başkanı Serdengeçtinin dediği, “enflasyon buğuluğu” etkisini bilmiyorduk, kontrollü değişken enflasyona karşın, kontrol dışı değişkenler ortaya çıktığını gördük açıklamalarını nasıl grüyorsunuz. Mecut durumda, ekonomi yönetimi bunu göremedi mi.

    Bu soruların cevabı, teknik detaya girmeden sanırım herkes tarafından da keyifle okunacaktır.

    Yazılarınıza yön vermesi açısından, en azından bir bağlam sundum, tekrardan hoşgeldiniz.

    Bilenden dinlemek her zaman keyif vericidir.

    Şu aşamada diyeceğim şu ki,

    Bununla birlikt

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin