Duruş

YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ

Kur’ân’ın nazara verdiği peygamberler ve muhataplarıyla yaşadıklarına kısaca biz, “peygamber kıssaları” diyoruz ve bunlar, hacmi sınırlı bir Kitâb’ın neredeyse %18’ini oluşturuyor.

Şüphesiz Kur’ân, tarih kitabı değil; her devrin muhataplarına hitap ediyor.

Üstelik, bu kıssaların hepsi, 13 yıllık Mekke döneminde gelmiş.

Elbette bunun da bir anlamı var; irşâd ve tebliğ davasının ilk defa başlamadığını ve bu yolun da sarp yokuşlarla dolu olduğunu, daha baştan haber veriyor.

Dahası, dünyamız itibariyle henüz pek fark edememiş olsak da benzeri sıkıntıları yaşarken nefes alabileceğimiz çıkış yollarını da gösteriyor, Kur’ân; satır aralarında ve stratejiden anlayanların fark edebileceği bir üslupla.

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), önündeki akabeleri aşarken bu tecrübelerden çok istifade ettiği müsellem. Ancak çoğunu hiç söylememiş; sadece icra etmiş.

Zaten strateji, meydanları inletircesine söylenen değil, ses tellerine değmeden icra edilebilen âsûde bir yoldur.

Hâdiseleri önceden okumak, muhtemel problemlere alternatif yollar üretmektir aynı zamanda strateji.

Keşke o hayatlara, bir de bu gözle bakabilseydik!

Bizim dünyanın en büyük yanılgısı, Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) mabede hapsetmekle başladı; keşke mabedin de hakkını verebilseydik!

Evet, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında mabed var; hem de işin tam merkezinde. Ancak hayat, mabedden ibaret değil ki!

Bu Cemaat’in en büyük suçu da (bu suça can kurban), mabede hapsedilmiş bir dini, hayata taşımak olmadı mı?

Öyle ya, üç-beş ihtiyarla ne güzel kandil kutluyor, yılda iki defa gittiğimiz bayram namazıyla “kulluk” yapıyorduk!

Seminerler, konferanslar, sempozyumlar, hayatın her kesimini hedefleyen kitap okuma yarışmaları ve günleri günlere-ayları da aylara inzimam ettirerek yılın her gününe değen ve “O’nunla Bir Ömür”ü hedefleyen adımlar fazla geldi.

Hatırlarsanız, o günlerde başkaları da mabedin dışına çıkmaya başlamış, coşkulu programlara imza atar olmuştu, hem de ne alâyiş ve ihtişamlarla…

Siz dikkat etmemiş olabilirsiniz ama ben özenle bakıyorum; memleketin her alanda büzüştüğü son yıllarda herkes, yeniden o küflü mabede dönüş yaptı; kandiller bile artık, üç-beş ihtiyarla okunan mevlütlerden ibaret!

Süleyman Çelebi de olmasaymış?

Ne diyelim? Demek ki hayat emaresi gibi gözüken hareketlenmenin motivasyon kaynağı veya güncel bir tabirle o günkü hayır yarışının “tavşan atlet”i de yine Cemaat’miş!

Görüldüğü gibi, yeni bir şeyler ortaya koymaktan daha çok başkasının elindeki inisiyatifi almaktan ibaret olan hamleler filiz vermiyor.

Klasik, yeniliğe karşı kabaran toplum refleksidir, yaşanan.

Şimdi, bunun bedelini ödüyor Cemaat; hem de eşi benzeri görülmemişçesine!

Ve yine “mabed” kullanılarak!

Ne acı ki cehalet sahiline demir atmış milletin boynuna, Hâmân damgalı imamın sarığı dolandı!

Ve dünkü safvet kaynağı mabedin bugünkü mührü, Kârûn’un kasasında!

Öylesine girift bir zaman yaşıyoruz ki her yönüyle Kıyâmet’e alâmet!

Elindeki tek sermayesi “mabed” ile aldattılar yine milleti.

Yapılanlara bakılınca, Firavun’lara rahmet okutacak boyutta; Ebû Cehil, Zemzem ile yıkanmış gibi duruyor, yanlarında. Çağlar boyu teraküm etmiş ne kadar Nemrut varsa, bizim coğrafyada tecessüm etmiş gibi, bugün.

Bana, son yılları nazara alarak yaşanılanların Asr-ı Saâdet’teki karşılığını sordular, hemen her mahfilde.

Evet, baktığınız yere göre değişkenlik arz etmekle birlikte işin esasına bakılınca birebir benzeyen hiçbir yer yok.

Olamaz da!

Sosyal hadiselerde sonucu etkileyen insan sayısınca farklı faktör var; şartlar aynı değil ki sonuç benzerlik arz etsin!

Risalet öncesi Mekkelilerin tutumu ile vahyin geldiği gün arasındaki uçurum, bir miktar benziyor; üç-beş yıl öncesine kadar mikrofonu eline alan herkes destan kesmiyor muydu?

Mekke yılları boyunca yaşanan zulümler..

Şi’b-i Ebî Tâlib günleri..

Habeşistan ile başlayıp Yesrib’i medenîleştiren hicretler..

Bedir..

Uhud..

Hendek..

Hudeybiye..

Fetih ve Tebûk…

Hem içeride yaşanılanlar hem de o günkü firavunların yaşattıkları açısından bakıldığında benzeşen yerler yok değil; ama hiçbiri, birebir örtüşmüyor.

Ya, Hulefâ-i Râşidîn döneminde yaşananlar?

Suret-i Hak’tan gözükerek Halife’ye “kelle” aldırmalar..

“Doğruluk” üzerine inşa edilen bir bünyenin temeline yerleştirilen “yalan” ve iftiralar..

Ardı ardınca üç halifeyi götüren karanlık ve girift ilişkiler…

Şüphesiz bu dönemin izlerini de taşıyan çok etiket var; ancak yine birebir örtüşmüyor!

“Hâricîler mi?” dediniz?

Gücü eline aldığı andan itibaren terör estiren ve “Sahâbe” bile olsa kendileri gibi düşünmeyen herkesin katlini “vacip” gören gözü dünmüş karanlık tiplere benzeyen tabii ki çok kare var!

Ama haklarını yememek lazım. Adamlar yalanı, “kebâir” görüyor; inançlarına göre onu bir defa söyleyenin dünyası da Âhiret’i de gitti demek!

E, siz söyleyin; günün mabed soslu zalımlarının hayatı, bugün “yalan”dan ibaret; nasıl benzesin ki?

Peki, “mihnet” hâdiseleri?

Ebû Hanîfe’den İmâm Şâfi’ye, Ahmed İbn-i Hanbel’den İmâm Buhârî’ye, Fahreddin Râzi’den İmâm Rabbânî’ye kadar baş tacı insana yapılanlara benzeyen yerler çok; ancak hepsinde hadise, hedefteki şahıslarla sınırlı kalmış. Bugünkü gibi çoluk-çocuk, akraba-arkadaş veya yıllar önce verilen bir “Tanrı selamı” işe hiç karıştırılmamış!

Peki, benzeyeni hiç yok mu?

Var!

Her güzele itiraz eden koronun, buna da sataşacağını, cümleleri cımbızlayıp kim bilir nerelere taşıyacağını tahmin edebiliyor, görebiliyorum.

Üstelik, ne onun benim payandama ihtiyacı var ne de benim niyetim, ondan iltifat beklemek!

Bir duruşu teslim edebilmek için ve tarihe not düşme adına söyleyeceğim:

Dün, “Allah ve Hâdiseler Karşısında Peygamberâne Duruş”u yazmıştı; son beş yıldır, bunun bizzat pratiğini yapıyor!

Hem de bu kadar titizlik, aşırı duyarlılık ve olabildiğince hassasiyete rağmen…

Çoğu insana göre kader, beni daha yakınına taşıdı; ders halkasına seksen beş yılında katıldım. Eksiğim varsa, kabımın darlığındandır; ancak o gün bugündür bakıyorum, duruşunda hiç değişiklik olmadı.

Kör gözlere inat, duygularınızın köpürüp sahillerinizi zorladığı ve hislerinizin de kapları taşırdığı demlerde bile akıl ve muhakemeyle hareket edip, kitleleri teskin eden, hatta onları affa hazırlayan bir Hocaefendi gördü, tanıdı dünya.

Hayatınız ve hayatınıza teması olan her hayat, hem de vahşetin en koyu tonlarıyla karartılırken bile kararlı duruşunda kimin değişiklik olmamışsa, bilin ki o, peygamber yolundadır!

Gürültülü günler sizi aldatmasın; dün olduğu gibi yarınlara mührünü vuracaklar da şüphesiz, bu duruşun sahipleri olacaktır!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin