Dünyaya açılırken anakronizme düşmemek…

YORUM | NİYAZİ SANLI

Einstein’ın söylediği gibi “Aynı şeyleri tekrar edip farklı sonuçlar beklemek ahmaklıktır.” Yine Mevlana da derki “Dünle beraber gitti, cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım…”

Yaklaşık bir buçuk yıl önce Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan fertlerden biriyim. Gelirgelmez ilk yaptığım şey başıma gelenlerin kaderin bir sevki olduğunu düşünmek ve o doğrultuda ilk iş olarak gece gündüz “dil” öğrenmek oldu. Hep sıfır beklenti ve kimseye yük olmamalıyım, düşüncesini taşıdım. Hâlâ aynı noktadayım. Avrupa’da yaşayan ve daha önce buraya gelmiş, Türkiye’deki hadiseleri yaşamamış ve sadece basından takip etmiş arkadaşlardaki ve hatta bu olayları yaşayan bir kısım arkadaşlarda gördüğüm manzara benim baktığım yerden iç açıcı değil.

Önyargılarınızdan kurtulmanın zamanı geldi hatta geçiyor. Neymiş efendim; Avrupalılar soğukmuş da araya mesafe koyuyormuş da onlarla irtibata geçmek zormuş. Külliyen yanlış. Yaşadığım birkaç örnekle başlayayım…

Anakronizm en kısa ifadesiyle yaşanılan dönemin şartlarını anlamamak ve geçmişteki yöntem ve düşüncelerle bugünü düşünmek ve yaşamak olarak özetlenebilir. Ben bunu aşmayı denedim. Asylpension’da (Mülteci kampı) kalırken tiyatro kursuna gittim. Tiyatro hocası çok üzgün ve kötü bir haber aldığım gün kursa gitmediğim için beni kafeye davet edip derdimi dinledi ve teselli etti. Hatta o gün ondan ayrılınca yolda ağladım. Neden yıllarca emek verdiğim ve iyiliği için çalıştığım, çocuklarını okuttuğum insanlar bana sahip çıkmadı da burada beni tanımayan bir insan derdimi dinliyor, dedim kendi kendime ve işin doğrusu zoruma da gitti. Aynı tiyatro hocası İmke Hanım, oturum alıp ayrılacağım zaman beni evine davet etti. Eşi ve çocuklarıyla tanıştırdı, beraber mangal yaptık, çiftliğini gezdirdi. Pansiyonda kaldığım dönemde bana psikolojik yardım veren Elsabeth Hanım vardı. Ki onu da ömür boyu unutmayacağım. Oturum alıp başka bir şehre taşındıktan sonra defalarca e-posta yazıp “Ev buldun mu, bir problemin var mı?” deyip sormanın yanı sıra arkadaşlarını arayıp bana ev bulmaya çalıştı. Yine gönüllü olarak Almanca dersi veren Maria Teyze, ailesiyle tanıştırdı, ablası ve eniştesinin yanına götürdü, beraber hem anne ve babasının hem de ikinci dünya savaşında ölen dedelerinin mezarına gittik, dua ettik. Untermieter (kiracının kiracısı) olarak evinde kaldığım Chris Bey  ise her türlü yardımı yapıyor. O kız arkadaşının yanına taşındı ama evdeki tüm eşyaları bana ücretsiz olarak bıraktı. Keza devlet de göçmenlerin bir an önce entegre olması için her türlü altyapıyı hazırlamış ve yardım ediyor.

Mazeretleri, bahaneleri bir kenara bırakalım artık. Avrupa toplumunun içine karışalım. Avrupa’da sivil toplum çok yaygın ve her köşe başında her türden dernek var. Kendi gettomuza sıkışmak yerine o derneklere üye olalım ve insanlarla tanışalım. Bunun meyvelerini kısa sürede göreceğiz. Ben yaşadığım yere gelir gelmez Amnesty İnternational, Greenpeace ve Yazarlar Derneğine üye oldum ve toplantılarına katılıyorum. Eskiler ve yeni göç eden arkadaşlar kendi kabiliyet ve durumlarına göre bir sivil toplum örgütüne devam edebilirler. Başka türlü bu insanlara derdimizi, düşüncemizi nasıl anlatacağız?

Almanca “parallelgesellschaft” diye bir sözcük var. Toplumun içinde ayrı bir toplum oluşturup kendi içinde yaşayıp gitmek ve yaşadığı toplumla arasına kalın duvarlar örerek kendi dünyasında yaşayıp gitmek anlamına geliyor. Yani Türk berberine, lokantasına, marketine, komşusuna gidip o dar çevrenin dışına çıkmadan yaşamak. Mesela Almanya’da veya Fransa’da on sene yaşayıp da çok akıcı hatta hadis ve ayet tercüme edebilecek kadar o ülkenin dilini öğrenmemenin ve buna çeşitli bahaneler bulmanın izahını biri bana yapabilir mi? Kurduğunuz küçük dünyadan çıkın ve lütfen globalleşin, aksi takdirde zaten önümüzdeki birkaç yıl içinde olayların da zorlamasıyla kimse “anakronik” makamını koruyamayacak.

Avrupa’da bireyselleşme çok ön planda ve çok değerli. Herkes Hizmet içinde bundan sonra konumu ile değil; bireysel becerileri, bilgileri ve birikimleri ile yer alacak ve öyle devam edebilecek. Aksi takdirde bir köşede çürümeye mahkum olacak.

Yıllardır Avrupa’da yaşıyanlar var. Yerel insanlardan (Alman, Avusturyalı, Fransız vs.) dostları yok, komşulukları yok, onların evlerine gidebilecek kadar yakın ilişkileri yok maalesef. Bu çok acı bir şey. Çok klişe olmakla beraber çok da doğru bir söz var: Her kriz kendi içinde yeni fırsatlar doğurur. Yaşadığımız kriz ve travma bize büyük fırsatlar da sunuyor ama bir kısım arkadaşlar bunun farkında değil, bir kısmı da anakronizm belası hastalığına tutulmuş ve orada debelenip duruyor. Hizmet cebri ve fiili olarak artık dünyanın her yerinde. Bundan sonra yeni bir formda ve yeni yöntemlerle devam etmek zorundayız. Aksi takdirde mevcudu kaybetme ve kült bir sivil toplum hareketi olarak kalmak ve güdükleşmekle karşı karşıya kalabiliriz.  Hizmet Hareketi mensupları bu anakronizmden kurtulmak ve daha global, daha özgürlükçü, daha şeffaf düşünmek, yaşamak ve yöntemler bulmak zorunda. Meselelerimizi başka türlü anlatamayız. İşin acı tarafı şu ki; bazı arkadaşlarım ünsiyet ve anakronizm hastalığına tutulduklarının ve yaşadığımız devrin gerisinde kalıklarının farkında bile değil.

Ortadoğu kafasından, şark kurnazlığı yöntemlerinden, her şey yerli yerindeymiş gibi hareket etmekten vazgeçilmediği sürece kan kaybetmeye devam edeceğiz maalesef. Klişelerimizden, kalıplaşmış düşüncelerimizden bir an önce kurtulalım, diye yalvarmak istiyorum aslında.

İnsandaki değişim iç dinamiklerin zorlamasıyla olur. Bu dinamikler ise sevgi ve acıdır. Hepimiz çok büyük bir acı çekiyoruz ve bunu fırsata çevirip değişimlerimizi gerçekleştirerek yeni bir formda hizmete devam edebiliriz, etmek zorundayız. Artık hiçbir şey eski formunda devam etmeyecek. Aynı yöntemleri tekrar ederek ve aynı düşüncelerle hareket ederek yeni bir sonuç elde etme ihtimalimiz sıfır. En başta yazdığım Einstein’ın sözünü buraya tekrar yazayım: “Aynı şeyleri tekrar edip farklı sonuçlar beklemek ahmaklıktır.”

Son olarak…

Hizmet Hareketi mensupları son beş yılda yaşananlardan sonra büyük bir travma yaşıyor. Benim gördüğüm manzara ise şöyle: Mahşer yerinde gibiyiz ve herkes başının çaresine bakmak zorunda, öyle olmasa bile herkes kendi hikâyesini yaşamak ve yazmak zorunda, tüm acılarını da herkes iç dünyasında yaşıyor.

O nedenle; eski çamlar bardak oldu.

Mevlana’nın dediği gibi “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Eskisi ve yenisiyle dünyanın her yerindeki arkadaşlar,

Her türlü eleştiriye açık olmalı hatta eleştirenleri baş tacı yapmalı.

Daha şeffaf, demokratik ve hesap verebilir bir yönetim sergilemeli.

Global düşünmeli ve bunu uygulamalı.

Eski yöntem ve uygulamaları kenara bırakmalı.

Kendilerini yenilemeli ve geliştirmeli.

En kısa sürede topluma entegre olmalı ve yerel insanlarla dostluk kurmalı.

Dili en iyi şekilde öğrenmeli.

Ve Sivil toplumun bir parçası olmalı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Mükemmel bir yazı . Teşekkür ederim. Özellikle Almanya’nın sağladığı sosyal imkanlar mültecilerin entegre olması için fakat şark kurnazlığı hastalığını her yere taşıdığımız için bunu biz”devlete sırtını dayama”olarak algılıyoruz.

  2. Niyazi bey guzel yazmis.Kendisini Fatih Anafende idareci oldugu gunlerden taniriz.O donem bize neler cektirdigini cok iyi biliziriz.O donem calistigi bayan ogretmenlerden helallik almadan obur tarafa isi zor.Hizmet kim niyazi sanli kim di o zamanlar.Simdi hizmete mal olmus sitlerde hizmeti anlatmasi cok komik geliyor bana.Hic samimi gelmiyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin