Allah (cc) hakkında hüsn-ü zan ve intizâr-ı ferec

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

Fetih sure-i celilesinde “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır” bir yerde müminlere, bir diğer yerde ise kafirlere ve münafıklara yönelik olarak geçmektedir. Lafız olarak tamamen aynı olan bu iki ayet-i kerimeden, Allah (cc) hakkındaki zanların nasıl olması gerektiği ve eğer buna uygun hareket edilmezse akibetlerin nasıl kötü olacağına dair işaretler vardır. Bu ayetin İlk geçtiği yerden önceki ayette, Allah’ın (cc) mümin kullarına sekine (güven, itminan ve huzur) indirdiği ve böylece var olan imanlarını daha da ziyadeleştirdiğinden bahsettikten sonra bu ayeti kerime gelmektedir.

Müminlerin hakiki tevhide ulaşmaları adına, suredeki ilk ayette de ifade edildiği gibi (“Biz sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik”) aslında elde edilen ve edilecek olan fetihlerin tamamının Allah’a (cc) ait olduğu ve O’nun (cc) tarafından verildiği hakikatına vurgu yapılmaktadır. Bütün ordular Allah’a(cc) aittir. Bu fetihlerin elde edilmesi için O’nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Sizi hiç kullanmadan da bu başarıları ve fetihleri gerçekleştirebilir.  Ayetin devamında, Allah’ın (cc) Alim ve Hakîm olduğu ifade edilmektedir. Hakim ismi gereği esbaba riayet ile mükellefsiniz ama neticeleri sebeplerden değil, hakiki fail olan Allah’tan (cc) beklemelisiniz. Bu şuurla hareket ettiğinizde, Allah’ın (cc) size lütüfları daha fazla olacak ve siz elde etmek istediğiniz neticelere daha kolay ulaşabileceksiniz.

Ayetin ikinci defa geçtiği yerden önce ise Kafirler ve münafıklar ele alınmaktadır. Medine-i Münevvere’deki münafıklar ve Mekke-i Mükerreme’de bulunan müşrikler, Kabe’ye umre için gelen müslümanların bozguna uğratılacağını, bitireleceğini düşünüyorlardı.  “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır” hakikatı ile onların Allah (cc) hakkındaki zanlarının yanlışlığı, ayetin devamında zikredilen Allah’ın (cc) Azîz ve Hakîm olduğu beyanı ile de O’nun (cc), Hakim isminin gereği esbabı halkederek, Azîz isminin ifade ettiği gibi kafirlerin ve münafıkların hakkından gelecek kudrete sahibi olduğu ve önceki ayette ifade edildiği gibi  Allah (cc) hakkındaki zanlarının (Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. ) cezası olarak kötü akıbete maruz kalacakları ve bundan dolayı Cehenneme yuvarlanıp gidecekleri ele alınmaktadır.

Al-i İmran suresi Uhut Savaşı hakkında nazil olan 152-154. ayetlerde Allah (cc) hakkındaki zanlar  ve günümüzdeki hadiselere işaret eden önemli hususlar vardır. 152. Ve 153. ayette mü’minlere olan Allah’ın (cc) inayeti sayesinde kafirlere galebe çalındığından, sonrasında verilen emirlere isyan ederek bazılarının dünya malına meyletmesinden dolayı Allah’ın (cc) inayetini geri çekerek imtihan ettiğinden ve böylece bozguna uğradıklarından, bunun üzerine Allah’ın (cc) keder üstüne keder verdiğinden, bu verilen sıkıntıların ise onların günahlarının affına vesile olması ve aynı zamanda kaybedilenlere ve başlarına gelen felaketlere üzülmemeleri için verildiğinden bahsedilmektedir.

154. ayette ise indirilen sekine sayesinde oluşan Allah’a (cc) itimat sayesinde bazı mü’minlerde  uyku hali ortaya çıktığından, diğer taraftan bazılarının ise cahiliyedeki su-i zanlara benzer şekilde Allah (cc) hakkında kötü düşüncelere kapıldıklarından bahsedilmektedir.  Bunlar diyorlardı ki: “bizim emir komutada ya da işlerin kararlaştırılmasında bir payımız yoktu”. Bu sözlerinin arkasında aslında şunu demek istemişlerdi: “eğer bizi dinlemiş olsaydınız şimdi öldürülenler ölmeyecek ve bizler de bu kötü duruma düşmeyecekdik”. Ayeti kerimede bunlara cevaben “Bütün yetki ve karar Allah’ındır. Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı. Allah, sizin içinizde olanı sınamak ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi. Allah sinelerin özünü dahi bilir.” şeklinde cevap verilmektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri, bu ayetten günümüzdeki yaşanan hadiselere de ışık tutan ve Allah (cc) hakkında su-i zanna girmemek gerektiğini ifade eden şu manaları çıkarmaktadırlar: “Zira Allah’ın takdirini geri çevirmek ve değiştirmek mümkün değildir. Ve bundan dolayı Allah’a su-i zan (kötü zan) da bulunmamalıdır. Allah bunları inananlara yardımı olmadığından değil, nice nice hikmet ve iyi şeyler için ve özellikle içinizdeki ihlas (samimiyet) ve nifakı(bozgunculuk) tecrübe âleminde imtihana çekmek ve kalblerinizdeki gizli şeyleri, vesveseleri, şüpheleri günahları tasfiye ve temizlemek için böyle yapmıştır. Şunu da bilmeli ki Allah sinelere arkadaş olan ve onlardan ayrılmayan sırları ve gizlilikleri tamamen bilir. Şu halde öyle imtihanlara çekmesi de bilmediğinden değildir. Bunda, Rabb olmanın gerektirdiği bir seçme sırrı vardır ki, bununla müminler alışkanlık kazanır, münafıkların da durumları ortaya çıkar.”

Süreçte yaşananlara da aynı bakış açısıyla bakmamız gerekmektedir. Allah (cc) dinine hizmet eden sevdiği kullarına yardım etmediğinden bunlar başa gelmemektedir. Allah (cc) nice hikmetlere binaen bu işlerin olmasına izin veriyor. Bunlardan bir tanesi de içimizdeki samimi olanlar ile nifak içerisinde olanların ortaya çıkmasıdır. Allah (cc) onların kimler olduğunu muhakkak ki çok iyi bilir. Ama hem bizim bilmemiz, hem içimizdeki münafıkların dökülmesi ve aynı zamanda mü’minleri imtihanlara tabii tutarak müstakbelde yaptıracağı güzel işleri yapabilecekleri kıvama ulaştırmak için böyle yapmaktadır.

Allah (cc) hakkında hüsn-ü zan içerisinde bulunmanın önemli bir göstergesi de Allah’ın (cc) hep kendilerini kurtaracağına inanma, bunun beklentisi içerisinde olma (intizâr-ı ferec) ve hiç bir zaman Allah’ın (cc) rahmetinden ümit kesmemedir.

Hocaefendi “En Faziletli İbadetlerden: “İntizâr-ı Ferec”” başlıklı bamtelinde, hep Allah’tan (cc) bizleri bela ve musibetlerden kurtaracağı beklentisi içerisinde olmanın önemine dikkat çekmektedirler: “Tirmizî’de İbn-i Mesûd hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifte, İnsanlığın İftihar Tablosu (sav) Efendimiz, en faziletli ibadetlerden biri olarak “intizâr-ı ferec” (kurtuluş beklentisi içinde olma) konusunu nazara veriyor. “Ferec”, olumsuz bir şeye maruz kalınca, insanın ondan sıyrılması, o işin dışına çıkması demektir. Bu, farklı şekillerde olabilir; değişik durumlara göre, değişik şekilde “çıkış”lar söz konusudur…

Sonra, وَأَفْضَلُ الْعِبَادَةِ انْتِظَارُ الْفَرَجِ İbadetlerin belki en faziletlilerindendir, intizâr-ı ferec. Bir hazf-ı icaz var burada; yani, belki ibadetlerin en faziletlilerinden bir tanesi de “intizâr-ı ferec”dir. Kuyuya düşmekten, balık tarafından yutulmaktan, arkada Firavun ordularıyla karşı karşıya kalmaktan, kırk haramîlerin gelip sizi hac yolunda soymalarından… Bütün bunlardan sıyrılma adına -esasen- bir beklentiye girme, “intizâr”. Biz de dua ederken, ondan mülhem, اَللَّهُمَّ اجْعَلْ لَنَا فَرَجًا وَمَخْرَجًا “Allah’ım! Bize bir ferec, bir çıkış yolu, bir mahreç ihsan eyle!” diyoruz. Biz, Allah’ın izni ve inayetiyle durduğumuz yerde duracak, sürekli halimizi Cenâb-ı Hakk’a -o peygamberler gibi- arz edecek ve bir intizâr-ı ferec içinde oturup-kalkacak, hep o mülahaza ile hayatımızı sürdürmeye çalışacağız. Bu niyette olduğumuz sürece, bu niyet ettiğimiz meselelerin realize edilmesine terettüp edecek sevaplar terettüp edecek.”

Mevlâ-yı Müteâl Hakkında Hüsn-ü Zan…

Hocaefendi “Biz, Hüsn-ü Zanna Memuruz!..” başlıklı Kırık Testi’de Allah (cc) hakkındaki hüsn-ü zannın önemini ise şöyle ifade etmektedirler: “Diğer taraftan, insanlar hakkında her zaman hüsn-ü zanna memur olan mü’minlerin, Yüce Yaratıcı’nın muamelelerine karşı sû-i zan ifade eden hoşnutsuzlukları da asla düşünülemez. Bir mü’min her şeyden ve herkesten evvel Mevlâ-yı Müteâl hakkında hüsn-ü zan sahibi olmalıdır. “Benim kulumla maiyyet ve muamelem, onun Benim hakkımdaki zannına bağlıdır.” meâlindeki kudsî hadis de Allah Teâlâ’ya hüsn-ü zan beslemenin ehemmiyetini ve bunun ne büyük bir vesile-i necât olduğunu nazara vermektedir.”

Hesap neticesinde cezaya müstahak görülen bir kulun Cehenneme götürülürken, sürekli arkasına bakmasının ve bir beklenti içerisinde olduğu tavırları sergilemesinin nedeni kendisine sorulduğunda, “Hep recâm oydu ki, bana da merhametinle muamele edesin ve beni de bağışlayasın!.” diye cevap vermesi üzerine, Cenab-ı Hak (cc) tarafından “Ben kulumun zannı üzereyim, götürün onu Cennet’e” ferman edilmiştir. Böyle mazhariyetlere ulaşmak için, Allah (cc) hakkındaki zanlarımızı hep pozitif manada beslemek gerekmektedir.

Aynı Kırık Testi’de bu kudsî hadis -i şerifden, günümüzde yaşanan hadiseler yorumlanırken nasıl istifade edilmesi gerektiği ile ilgili çok enfes tesbitler yapılmaktadır: “Evet, “Beni çeşit çeşit nimetleriyle sevindiren, sırat-ı müstakîme yönlendiren, sürçmelerimi bağışlayan ve günahlarımı yarlığayan bir Rabb’im var.” demek, hüsn-ü zannın ifadesidir. Fakat, bir de, hayatımız adına takdir buyurulan her meselede bizim saadetimizin esas alındığına ve her şeyin bir profil gibi bizim üzerimize işlenmiş olduğuna inanmak vardır ki, Rabbimiz hakkındaki hüsn-ü zannımızın tamamiyeti bu inanca bağlıdır. Cenâb-ı Hak dilerse, bizi sürgün eder, sizi başka bir imtihana tâbi kılar, bir başkasını zindana atar; ama ne yaparsa yapsın, Rabbimizin her icraatı neticede bizim faydamızadır; hep bizi bir yere celbetmeye, cezbetmeye ve ebedî mutluluğa ulaştırmaya matuftur. Namaz, oruç, hac ve zekat gibi mükellef bulunduğumuz ibadetlerden zahirî bela ve musibetlere kadar mazhar olduğumuz ya da maruz kaldığımız her şey bizim lehimize planlanmıştır. İşte, bu hakikate gönülden iman etmek Mevlâ-yı Müteâl hakkındaki hüsn-ü zannın doruk noktasını tutmaktadır.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin