Diyanet’in Hizmet Hareketi’ne yönelttiği suçlamalar [Dini kim istismar ediyor? (4)]

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

Geçen haftaki yazımızda Diyanet’in Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve Hizmet gönüllülerine yönelttiği temel eleştiri ve suçlamaları ele almaya başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz:

e) Diyanete Göre Hizmetin Dine Verdiği Zararlar

Diyanet’in yapmış olduğu tasvir ve anlatıma göre Hizmet hareketi, din, ahlâk ve değerler açısından da tam bir felakettir. Çünkü bir taraftan takıyye ve kitmanilik adı altında müntesiplerini ikiyüzlülüğe, münafıklığa ve sahtekârlığa alıştırmakta; diğer yandan da ibahiyeci, faydacı ve makyavelist bir anlayışla onlar için hedefe ulaştıracak her yolu mübah saymakta, onların gayriahlaki bir kısım enstrümanlar kullanmalarında bir beis görmemektedir.

Hizmet’in din için bir felaket olması, Diyanet’in en çok üzerinde durduğu konulardan biridir. Yukarıda da kısmen ifade edildiği üzere Diyanet, ısrarla ve sürekli olarak Hizmet hareketinin dini tahrip ettiğini ve örgütlü bir din istismarı yaptığını iddia etmektedir. Şu ifadeler Diyanet’in hazırladığı Cuma hutbesinden alınmıştır: “Suret-i haktan görünen ama bâtıla hizmet eden FETÖ Terör Örgütü, imanımızı, ahlakî hassasiyetimizi, peygamber sevgimizi, zekât ve sadakamızı, kurbanlarımızı hâsılı tüm dinî değer ve kavramlarımızı istismar etti.” (13.07.2018)

Ayrıca Hizmet’in gelenekten yüz çevirdiği, Sünnilikten saptığı, Ehl-i Sünnet’in temel prensiplerine muhalefet ettiği, modernist yorumları benimsediği, bilgi kaynaklarının problemli olduğu ve neticede “kendine has paralel bir din anlayışı” ikame ettiği yapılan çalışmalarda sıkça dile getirilen iddialardır.

Hizmet mensuplarının, kelime-i tevhidin ikinci kısmını çıkardıkları, diyalog faaliyetleri adı altında Hristiyanlığın emellerine hizmet ettikleri, rüyalarla amel ettikleri, kehanet, cincilik ve medyumluğa prim verdikleri, takıyye fıkhı adı altında yeni bir fıkıh icat ettikleri, başörtüsünün çıkarılmasına cevaz verdikleri bu konuda en çok dile getirilen suçlamalardandır. Bugüne kadar bu tür iddiaların defalarca dile getirilmiş ve bunlara oldukça mukni ve açık cevaplar verilmiş olmasının Diyanet açısından zaten hiçbir önemi yoktur.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ve Hizmet gönüllülerinin yarım asrı aşkın bir süredir dine, ahlâka ve maneviyata yaptıkları hizmetler gün gibi ortadadır. Hocaefendi; vaaz ve sohbetleriyle, makale ve kitaplarıyla, fikir ve düşünceleriyle, irşat ve yönlendirmeleriyle, plan ve projeleriyle, gözyaşları ve samimiyetiyle, temsil ve tatbikiyle özellikle genç nesiller arasında yeni bir dinî şuurun oluşmasına vesile olmuş, onlara unutulan değerleri yeniden hatırlatmış ve bütün dünyaya dal budak salacak din temelli sosyal bir hareketin tohumlarını atmıştır. 

Esasında AKP’den önce seküler ve laik kesimler tarafından Hocaefendi’ye yöneltilen eleştiri ve suçlamaların temel sebebi de onun bu gayret ve çabalarıdır. Öteden beri dine ve dindarlara mesafeli duruşlarıyla bilinen bir kısım insanların, Hizmet hareketini engelleme ve karalama adına yürüttükleri kirli propagandayı bir yere kadar anlamak mümkündür. Fakat kendisini Müslümanların hamisi gibi gösteren bir partinin ve din hizmetlerini yerine getirmekle sorumlu olan Diyanet’in bu konudaki saldırı ve suçlamalarını anlamak hiç de kolay değildir.

f) 15 Temmuz İstismarı

Diyanet, aksi yöndeki onca delili görmezden gelerek, muhalif parti liderlerinin açıklamalarını hiçe sayarak ve en önemlisi Hocaefendi’nin darbenin gerçek sorumlularının bulunması adına uluslararası bir komisyon kurulması çağrısına kulak tıkayarak, hükümetin söylemine paralel bir şekilde 15 Temmuz darbe girişiminin tek sorumlusunun Hizmet hareketi olduğunu ileri sürdü. Böylece Hareketin, devlet ve toplum açısından nasıl bir felaket olduğunu ispatlamaya çalıştı. Diyanetin düzenlemiş olduğu çalıştayda dile getirilen şu ifadelere bakılacak olursa, Hizmet’le ilgili algıların nasıl yönlendirildiği rahatlıkla anlaşılabilir:

“Eğer 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı şu anda buradaki hazirûnun önemli bir kısmı Diyanet’te olmayacaktı, belki dünyada da olmayacaktı. Bunu dikkate alarak her bir hocamızın, dostumuzun elini taşın altına koymasını bekliyoruz. Bunu lütfen Diyanet’ten sıradan herhangi bir makale siparişi olarak algılamayın. Bunun dinimiz, devletimiz, vatanımız adına, halkımız, mesleğimiz adına hayati bir yükümlülük olduğunu düşünüyorum ve bu yükümlülüğün üstesinden hep birlikte geleceğimize inanıyorum. Bu konuda herhangi bir tesahülün ve herhangi bir mazeretin de olacağını düşünmüyorum.” (s. 60)

Hele “Darbe girişimi başarılı olsaydı nasıl bir siyasi ve sosyal nizam kurulacaktı?” sorusuna verilen şu cevap, darbenin nasıl manipüle edildiğini ve algı oluşturmada kullanışlı bir araca dönüştürüldüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır: 

“Darbe girişimi başarılı olsaydı, büyük ihtimalle bir iç savaş ortamı doğacaktı… Ortaya mesiyanik karakterli bir devlet yapılanması çıkacaktı. Bir yönüyle güya müstakbel fethin yolunu döşemek adına Batı’nın her buyurduğu şeye karşı edilgen, diğer yönüyle içerideki, özelde dindarlar arasında yükselen her farklı sesi ve düşünceyi bu mesiyanik hedefi dumura uğratmaya matuf bir tehdit olarak görüp bastıran faşizan ve totaliter bir siyasi yapı kurulacaktı. Güya ‘dini herkese ulaştırmayı’ hedefleyen ama ‘mutlakçı’ bir din diliyle Fethullah Gülen’in söylemi ve eylemi ile uyuşmayan bütün yorumları dalalet, ihanet ve irtidatla eşleştiren bir siyasi-sosyal nizam ortaya çıkacaktı… Ortaya çıkacak toplumsal düzen özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, korporatist ve ahbap-çavuş kapitalizmi adı verilen ve öncelikle örgüt mensubu az sayıdaki zenginin refahının artırılmasına dayalı bir ekonomik düzende giderek fakirleşen geniş halk kesimlerinin ezildiği, huzursuz ve kapalı bir toplum görünümü arz edecekti… Bu bağlamda kurulacak muhtemel siyasal düzen ise bir tür dini teoloji ile desteklenen, İran ve Kuzey Kore karışımı otoriter bir modele dayalı, ancak caydırıcı bir nükleer silah ve yeraltı kaynaklarından mahrum baskıcı ve fakir bir diktatörlük olacaktır.” (İSAM, s. 80-81)

Aslında tamamıyla hayal mahsulü olan ve zihnî kurgulara dayanan fakat üzerinde epey çalışılmış olan yukarıdaki izahlarla muhataplara verilmek istenen mesaj şudur: Bu hareket ülkenin istikbali açısından öyle tehlikeli bir harekettir ki, eğer onunla amansız bir mücadeleye girişmez ve onu tümüyle ortadan kaldırmazsanız, özgürlüklerinizi, geleceğinizi, vatanınızı, dininizi kısaca sahip olduğunuz maddî-manevî bütün değerlerinizi kaybedersiniz. 

Ne var ki algı operasyonu yapma adına dile getirilen bu öngörülerin Hizmet’in bugüne kadar savunmuş olduğu değerlerle ve ortaya koymuş olduğu tarihî tecrübeyle uzaktan yakından alakası yoktur. Israrlı ve sürekli bir şekilde “Demokrasiden dönüş yoktur!” dediği ve demokratik değerlere sahip çıktığı için her fırsatta İslamcılar tarafından eleştiriye tâbi tutulan Hocaefendi’nin, yine aynı kesim tarafından otoriter ve totaliter bir yapı kurgulamakla suçlanması akıl almaz bir çelişkidir. 

g) Hocaefendi’yle İlgili İftiralar

Hizmet hareketini itibarsızlaştırmak ve gözden düşürmek isteyen Diyanet, maksadına en kolay yoldan ulaşabilme adına en çok Hocaefendi’ye saldırdı. Değil uzun yıllardır küresel dinî bir harekete yön ve ilham veren âlim bir şahsiyete, sıradan bir Müslümana dahi yakışmayacak en bayağı iftiraları sıralamakta hiçbir beis görmedi. Bu konuda seviyesini o kadar çok düşürdü, ağzını o kadar çok bozdu ki, Hocaefendi’yle ilgili karalama, aşağılama ve suçlamaları dolaylı olarak nakletmeye dahi insanın edebi müsaade etmiyor. 

Diyanet, sesli ve yazılı eserlerinden cımbızlayarak aldığı bazı görüşlerini çarpıtarak Hocaefendi’nin İslâm yorumunu eleştirdi. Hocaefendi’nin kullandığı teşbih ve temsilleri veya farz-ı muhal kabilinden söylediği sözleri hakikatmiş gibi sunarak onu hedef tahtası yaptı. Niyet okuması yaparak Hocaefendi’nin yaşamış olduğu bazı vakıaların veya gördüğü bazı rüyaların peşinen yalan olduğunu iddia etti. Cımbızlayarak verdiği cümlelerden, metnin genelinde vurgulanan mananın tam zıddı anlamlar çıkardı. Aslında bu çalışmalarıyla Diyanet, bir hakikatin nasıl ters yüz edilebileceğinin pratik bir örneğini gösterdi. 

Diyanetin yaptığı çalışmaların hiçbirinde Hocaefendi ve Hizmet hareketine yönelik tek bir olumlu ifadeye dahi yer vermemesine bakılacak olursa, ortada hiç bir iyi niyet ve anlama çabasının olmadığı anlaşılır. Hocaefendi’nin eserlerinden yola çıkarak rapor hazırladıklarını söylese de, raporu objektif bir gözle okuyan bir insan çok rahatlıkla şunu söyleyebilir: Diyanet bu eserlerde görmek istediklerini aramış, attıkları iftiralara delil bulmak maksadıyla hareket etmiştir. Zira raporda ortaya konulan Hocaefendi portresiyle, uzun yıllar kürsülerden halka seslenen veya seksen civarındaki eserinde konuşan Hocaefendi arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.

Diyanet bir taraftan, Hocaefendi’nin kendisini müceddit, mehdi, mesih, kâinat imamı ve hatta peygamber gördüğünü ve başkalarına da öyle gözükmeye çalıştığını iddia ediyor. Mesela FETÖ/PDY Dinî ve Sosyo/Psikolojik Boyutları Çalıştayı başlıklı kitapta şu ifadelere yer veriyor: “Fethullah Gülen kendisini peygamber makamında takdim ediyor. Eserlerine baktığınız zaman bu görülüyor, böyle somutlaştırıyor kendisini. Ümmetin, sahabenin peygambere yapması gereken muameleyi kendisine yapılması gereken bir muamele olarak sunuyor. Sadece peygamberlerde masumiyet vardır. Buna benzer mucize gösterir. O da kendini ‘Lâ Yuhti (hata yapmaz)’ ve birçok keramet sahibi birisi olarak ifade ediyor.” (s. 74) 

Fakat diğer taraftan onun proje bir insan olduğunu iddia ediyor: “Gülen’in bir düşünür ve alim olmaktan ziyade bir proje adamı olduğu, hatta baştan beri istihbarat örgütleriyle olan irtibatları dikkate alındığında kendisinin de bir proje olduğu veya zaman içinde bir projeye dönüştüğü tespiti yerinde olacaktır.” (İSAM, s. 40) 

Bu iddialarını ortaya koyarken, bir insanın aynı anda hem müceddit, mehdi ve mesih gibi Müslümanların dinî liderliğine soyunup, diğer yandan da dış güçlerin maşası olmaya razı olabileceğini muhtemelen hiç sorgulamıyor. Veya Diyanet için asıl önemli olan, iftira ve karalamalarıyla Hocaefendi’nin ilmî ve entelektüel otoritesine zarar verebilmektir. 

Diyanet bunların yanı sıra kitlelerin beynini yıkayabilme ve onlarda istediği algı ve kanaatleri oluşturabilme adına; Hocaefendi’nin aklın ve duyuların fonksiyonlarını küçümsediği, bilimsel yöntemleri gereksiz gördüğü, sebep-sonuç ilişkisini önemsiz kıldığı, sürekli dikkatleri üzerine çekmeye, sevgi ve ilgi toplamaya çalıştığı, insanları manipüle ettiği, gaybî âlemlerden haber aldığı, hulûl iddiasında bulunduğu, meleklerle görüştüğü, ahiret kurtuluşunu garanti gördüğü, samimi olmadığı, ilkesiz ve tutarsız hareket ettiği, kendinden önceki büyük zatları hafife aldığı gibi daha birçok akıl almaz iddia ve iftiralarını sıralar. 

Bütün bu iddiaların, oldukça mütevazi bir şahsiyete sahip olan Hocaefendi’nin ahlâk ve karakteriyle taban tabana zıt olmasına, onun yazılı veya sözlü eserlerinden yapılan alıntılarla çok kolay çürütülecek olmasına da aldırış etmez. Oysaki Hocaefendi, yazmış olduğu pek çok eserinde ısrarla ve sürekli olarak kâinat kitabının doğru okunması, onun üzerinde sistemli bir tefekkür faaliyeti yürütülmesi, teşri emirlerin yanında mutlaka tekvini emirlere de riayet edilmesi, akıl ve mantığın ürünlerinin sonuna kadar sağılması, milimi milimine sebeplere riayet edilmesi, bilim ve teknolojiden azami ölçüde istifade edilmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur. Bunlara aykırı davrananları şiddetle eleştirir. İslâm dünyasının geri kalmasının en önemli sebebini, tekvini emirleri okuma, anlama ve uygulamadaki taksirine bağlar. 

Fakat Diyanet, için bütün bu açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Onun bütün derdi, Hocaefendi’yi gözden düşürme ve itibarsızlaştırma adına onun vaaz veya sohbetlerinden kendi maksadına hizmet edecek bir iki cümle bulabilmektir. 

Hâsılı Diyanet, toplumsal bir olguyu vakıaya mutabık bir şekilde analiz etme yerine, korkunç bir algı çalışması ve kara propagandayla okuyucuya belirli fikirleri empoze etmeye odaklanmış durumdadır. İlim libası giydirmeye çalıştığı, akademik ağır kavramların arkasına gizlediği ve usturuplu ifadeleriyle süslediği iftira ve karalamalarıyla okuyucuya Hizmetfobia duygusunu aşılamaya kilitlenmiş vaziyettedir. Kısacası siyasi iradenin kendisine yüklediği misyonu kusursuz bir şekilde yerine getirme adına elinden geleni yapmaktadır. 

Diyanet’in bu iddia ve iftiralarına -yeterli olmasa da- Hizmet içerisinden bazı cevaplar verildi, verilmeye devam ediyor. Ülkenin üzerindeki siyasi baskı kalktığında, Diyanetin bu yanlı ve kasıtlı çalışmaları hakkında; objektif bakış açısını, insafını ve ilim ahlakını kaybetmemiş dışarıdan akademisyenlerden de cevaplar geleceğinden hiçbir şüphemiz yoktur.

Devam edecek…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Aynaya bakınca ortaya metin koymak ne kadar kolay oluyormuş. Birkaç kelime değişikliği ile mevcut durum:

    Darbe girişimi başarılı oldu ve bir iç savaş ortamı doğdu… Ortaya mesiyanik karakterli bir devlet yapılanması çıktı. Bir yönüyle Batı’nın her buyurduğu şeye karşı edilgen, diğer yönüyle içerideki, özelde dindarlar arasında yükselen her farklı sesi ve düşünceyi bu mesiyanik hedefi dumura uğratmaya matuf bir tehdit olarak görüp bastıran faşizan ve totaliter bir siyasi yapı kuruldu. Güya ‘dini herkese ulaştırmayı’ hedefleyen ama ‘mutlakçı’ bir din diliyle Akp’nin söylemi ve eylemi ile uyuşmayan bütün yorumları dalalet, ihanet ve irtidatla eşleştiren bir siyasi-sosyal nizam ortaya çıktı… Ortaya çıkacak toplumsal düzen özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, korporatist ve ahbap-çavuş kapitalizmi adı verilen ve öncelikle Akp mensubu az sayıdaki zenginin refahının artırılmasına dayalı bir ekonomik düzende giderek fakirleşen geniş halk kesimlerinin ezildiği, huzursuz ve kapalı bir toplum görünümü arz edti… Bu bağlamda kurulan siyasal düzen ise bir tür dini teoloji ile desteklenen, İran ve Kuzey Kore karışımı otoriter bir modele dayalı, ancak caydırıcı bir nükleer silah ve yeraltı kaynaklarından mahrum baskıcı ve fakir bir diktatörlük olacaktır, oldu” (İSAM, s. 80-81)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin