Cezaevlerindeki hastalara dair işin sorumlularına hatırlatmalar!

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

Objektif analizlerini dikkatle takip etmekte olduğum tarihçi Ayşe Hür, sosyal medya hesabında haklı olarak, “Kuddusi Okkır’ı haklı olarak yıllardır gündeme getirenleri” kritize ederek, Rabia Çetin isimli gazetecinin nazara verdiği ama Avrasyacıların hiç ilgilenmediği vakaları şöyle nazara veriyordu:

“Temmuz 2019’dan bu yana;

– Kanser hastası 70 yaşındaki Muhsin Kızılkaya Temmuz’da,

– Cezaevinde felç geçiren Tahir Çetinkaya Ağustos’ta,

– Parkinson Hastası Mustafa Akyol Eylül’de,

– 79 yaşındaki Selim Buğrahan Eylül’de Cezaevinde hayatlarını kaybettiler!

Nitekim Patnos L Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan 59 yaşındaki hasta tutuklu Kinyas Gülcan yaşamını yitirdi. Hastaneye kaldırıldığı ailesine haber verilmemişti.

Cezaevinde ölümü ‘bekleyen’ bir başka hasta tutuklu Mehmet Emin Özkan (79) 23 yıldır tutuklu. Yeniden yargılanma talebi kabul edilen ancak tahliye edilmedi. Cezaevinde hafızasını kaybetti, 5 kez kalp krizi geçirdi, 4 kez anjiyo oldu. Boğazındaki kötü huylu guatr var.

Gündeme getirilmeyen bu mağdurlar Kürtlerden…

Bir de Cemaat davalarından dolayı içeride hasta olduğu için tedavisi yapılmadığı, işkence gördüğü için hayatlarını kaybedenler var:

Cemal Gürer, Kadir Eyce, Nihat Baymış, Selman Aşçı, Gökhan Açıkkollu, Halime Gülsu, Teoman Gökçe, Vahyettin Bayat ilk akla gelenler!.. (Kızının kamuoyu ile paylaştığı, 3 yıldır hücrede tutulan Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un mektubunu  da ayrı bir yazıda değerlendirmek istiyorum.)

Murat Eyce, genç yaşta hayaya veda etti.

Hangi mağduriyeti, hastalığı, ölümü dile getirecek olsanız, “Ama Kuddusi Okkır da…” diye söze başlıyorlar ve yaptıkları zulümleri temize çekmeye çalışıyorlar. Rahmetli Kuddusi Okkır’ın ölümünde ne oldu; Can Dündar’ın bazı ithamları üzerine kaleme aldığımız Can Dündar’ın ‘suç isnatları’ üzerine… (2) başlıklı yazımızda değinmiştik. Merak edenler, detaylarını orada okuyabilir. (Kaldı ki orada olayın taraflarına bir çağrıda bulunmuştum, aradan 4 aydan fazla zaman geçmesine rağmen halen bir cevap veren yok.)

Aslında kimsenin Okkır’ı ya da bir başkasını önemsediği yok. Yaptıkları ve yapacakları cinayetlere kılıf bulma, bahane uydurmaktan başka bir kaygıları yok. Okkır’ın ismini verip dosyaya dahil eden ETÖ sanığı Muzaffer Tekin’i tartışan kimse yok. Ayşe Hür’ün de hatırlattığı gibi; Ahmet Hakan gibileri, “Kuddusi Okkır 23 Haziran 2007’de tutuklanmış, Taraf, beş ay sonra, 15 Kasım 2007’de yayımlanmaya başlamış’ olsa da onun ölümüyle ilgili Taraf’ı, Ahmet Altan’ı filan suçlama arayışındalar. Klasik tetikçi usulleri işte!

TAHLİYE OLSA BİLE ETKİLERİ DEVAM…

Bu süreçte yaşanan dramlar, üzüntüler, cezaevi süreçleri artık o kadar katlanılmaz boyutlara çıktı ki gün geçmiyor bir tutuklu veya hükümlünün kansere yakalandığını duymayalım. Bugün bir kez daha görüyoruz ki hastalıkların temelinde yatan faktörler arasında olumsuz duyguların önemli bir yeri var. Dahiliye Uzmanı Prof. Dr. Birsel Kavaklı, “Duygular sadece saklandıkları zihinde değil iç organlarda da önemli hasarlara neden olabiliyor.” derken, ayrıca “kronik hastalıkların temelinde öfke, üzüntü gibi olumsuz duygular yatabiliyor.” diyerek bu süreçte hastalıkların artmasının bilimsel sebebini de açıklamış oluyor.

Ne yazık ki gerek cezaevinde olan gerekse gözaltı görmüş, bir süre cezaevinde kalmış tahliye olmuş, işten çıkartılmış ya da bu zulmü bir şekilde yaşamış birçok insanda hastalıklar ortaya çıktı. Devlet olma vasfını hukuktan çıkarak kaybeden 2019 Türkiye’sinin cezaevlerinde bulunan tutuklu veya hükümlü hastalara yapılan hukuk dışı muameleler artık üstü örtülemeyecek boyutlara ulaştı.

Yargıtay üyesi Mustafa Erdoğan, cezaevinde hayatını kaybetti.

İNFAZLARIN ERTELENME ZORUNLULUKLARI

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun‘un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlıklı 16’ncı maddesi uyarınca; kimlerin infazının nasıl erteleneceği belirtilmiş olup sorumluluğu ve yetkiyi infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığına bırakmıştır. Ayrıca aynı maddenin 4. fıkrasında da gebe veya doğum yapmış kadınlar hakkında infazın ertelenmesi gerektiği belirtilmektedir. Peki buna rağmen ne yapılmaktadır? Kendisi de bu sürecin mağdurlarından olan ve uzun süre tutuklu kalıp bu bahsedilenleri bizzat yaşamış olan hukukçu dostum Murtaza Kılıç, bana gönderdiği mesajında çok net özetlemekte:

* Hastalar belki aylarca revire çıkamamakta, doktor yüzü görmemektedirler.

* Rahatsızlıktan kaynaklı acil bir durum meydana geldiğinde “acil butonu” basılmasında bile görevliler çok sonra gelmekte, revire çıkılması talebi doktor yok diye reddedilmekte, hastaneye sevk ise yine doktor yok diyerek engellenmektedir. Halbuki acil sağlık sorunları nedeniyle sevklerde, hekimin bulunmaması durumunda kurum amiri veya nöbetçi amirin yazılı izni sevk için yeterlidir.

* Hastalar, hastaneye giderken ya da hastanede kötü muamele ile karşılaşmaktadırlar. Hastanelere sevkler, varsa ceza infaz kurumu ambulansıyla veya acil durumlarda 112 ambulansıyla gerçekleştirilmesi gerekirken “tabutluk” denilen steril olmayan araçlarla, kelepçeli olarak hastaneye nakil sağlanmaktadır.

* Gebe kadınlar doğuma kelepçeli olarak tabutluk denilen araçlarla götürülmekte ve doğum anında bile kadınların kelepçesi çıkarılmamaktadır. Doğum sonrasında da beklenmeden tekrar yine aynı koşullarda cezaevine geri götürülmektedirler.

* Hastaneye sevk edilen ağır hastalara yasa izin vermesine rağmen refakatçi izni verilmemektedir.

* Hastalığı ilerlemiş olanların son ana kadar tahliyelerine izin verilmemekte; ya ölmeleri beklenmekte ya da artık tıbbi anlamda yapacak bir şey kalmayınca tahliyelerine izin verilmektedir.

ANAYASA, EVRENSEL DÜZENLEMELER HİÇE SAYILIYOR!

Anayasa’nın “Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı” başlıklı 17’nci maddesi uyarınca: “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.” 

Buna rağmen hasta tutuklu veya hükümlülere işkence edilmekte, eziyet yapılmakta, insan şeref ve haysiyetine uymayan muameleye tabi tutulmaktadırlar.

Ayrıca “yaşam hakkı”, “sağlık hakkı” ve “işkence ve kötü muamele yasağı”na dair genel düzenlemeler:

– Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (md 2, 3),

– İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (md 3, 5, 25),

BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde de (md 6, 7) yer almaktadır.

Tüm insanlar için söz konusu olan bu hükümler, ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerlidir. Ancak devlet denen organizma hukuktan çıkalı çok olduğu için ne uluslararası sözleşmelere ne de kendi mevzuatına uymaktadır.

SON OLARAK:

Alman düşünür, hukukçu Hans Kelsen hukuksuz bir devlet olamayacağını “hukuk devleti” teriminin gereksiz bir kullanım olduğundan bahisle devleti devlet yapan şartlardan belki de en önemlisinin hukuk olduğunu söyler. Bu görüşün doğruluğunu son 4-5 yıllık süreçte Türkiye’de test ettik…

17/25 Aralık operasyonlarından sonra yaşanan hukuksuzlukların bizzat devlet eliyle yapılması, bugün ismi de cismi de hatırlanmayan o günün kudretli adamlarından Efkan Ala’nın kayıtlara düşen “siz yapın hukuksuzluğu biz arkanızdan kanunu çıkartırız” minvalindeki sözleri aslında hukuksuzluğun, devleti mafyavari anlayışa teslim edilmesinin özetidir.

15 Temmuz darbe tiyatrosundan sonra ise hukuksuzluğun zirve yapması, ülkeyi devlet olma vasfından çıkarıp “muz cumhuriyeti” veya “çadır devleti” gibi 2020 yılına birkaç ay kalmış bir zamanda birilerinin tabiri ile “Yeni Türkiye”nin sıfatları yapmıştır…

Elbette bu yapılan hukuksuzlukların hem bu dünya adına hem de ahiret adına bir karşılığı olacaktır. Ahiret adına olan karşılığını işin uzmanlarına bırakarak, bu dünyadaki karşılığı noktasında; infaz korumadan, cezaevi müdürüne, kurum doktoruna, cezaevi savcısından, başsavcısına, infaz hakimine, yargılaması devam eden tutukluların davasına bakan ağır ceza heyetlerine kadar herkesin hukuki ve cezai sorumluluğu olduğunu hatırlatayım.

Eski bir meslektaşları, eski bir yargı mensubu olarak bir daha hatırlatalım:

Siyasetin köpeği olmaktan çıkın. Uluslararası hukuka, anayasaya ve mevzuata uyun. Aksi taktirde emirler aldığınız kişiler sizleri kurtarmayacaklardır. Ve elbette Türkiye Cumhuriyeti illa ki devlet vasfına tekrar kavuşacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin