YORUM | M.NEDİM HAZAR
Varlıklı mı varlıklı, köklü bir aileye mensup, üstelik eli yüzü düzgün bir adamdı kahramanımız. Vakt-i zamanı gelip askerlik vazifesini de yapınca her Anadolu genci gibi ailesinin de yönlendirmesiyle evlilik yolunda adım atmıştı. Genç kız müstakbel eşiyle ilgili söylenenlere kanmış, pek ince eleyip sık dokumamıştı. Önce söz, ardından nişan yaptılar ama gelin adayı gelecekteki zevcinde bir takım rahatsız edici özellikler fark etmeye başlamıştı. Göründüğü gibi değildi karşı taraf. Öte taraftan bir tür ‘bu iş tamamdır nasılsa’ ruh hali hakim olmuştu varlıklı ve meşhur damat adayında. Birike birike kızın taşıyabileceği haddi aştı sıkıntılar ve yüzüğü çıkarıp attı kız tarafı hiç tereddüt etmeden.
Bu reddediş çok ağır geldi damat ve ailesine.
İlle de delikanlıya. Zoruna gitmişti. Önce gizlemek istediler, ‘hey ne yaptığınızın farkında mısınız?’ filan dediler. Baktılar ki kız tarafı pek umursamıyor, ‘sizi el aleme rezil ederiz’ diye inceden tehdide başladılar. Yine işe yaramamış, gururlu çıkmıştı kız tarafı ve yapılan her tehdit yolu daha da geri dönülmez hale getiriyordu.
Sonra karalamaya başladılar ufaktan. ‘Bizim aileye zaten yakışmıyordu’ dediler, işin aslını soranlara; ‘bakmayın, esas biz reddettik ama kız tarafıdır diye vaziyeti böyle gösteriyoruz’ şeklinde mazeretler ürettiler. Bırakınız pişmanlığı, her bu tür tahkirattan sonra biraz daha memnun oluyordu kız tarafı. Dolayısıyla geri dönmek artık mümkün değildi. Zaten gemileri yakmıştı damat tarafı, hakaretin, aşağılamanın, iftiranın bini bir para olmuştu. Her cümleye tehdit ile başlayıp, ne ahlaksızlıklarını bırakıyorlardı, ne hayasızlıklarını… ‘biz size talip olmasak siz hiçtiniz’ filan demeye başlamışlardı.
Damat ise büsbütün çıkmıştı şirazeden. Olur olmaz yerde maraza çıkarıyor, efeleniyor, tehditler savuruyordu ağızlarından köpükler saçarak. Dengesi büsbütün bozulmuştu. Olmadık saçmalıklar yapıyor, kendini el âleme rezil ediyordu. Aklı başında insanlar bunlara şahit oldukça önce damada, ardından ailesine sorunca şu cevabı alıyorlardı: “Öyle demeyin, çok sarstı bu evlilik meselesi oğlumuzu. ‘Allah yardım etsin’ deyin…”
Allah yardım etsin…
Bir tür kurtarıcı bahane olmuştu onlar için. Yaptıkları her saçmalık ve haksızlık, zulüm ve akılsızlıkta aynı bahaneye sığınıyorlardı; “Deyin ki, Allah yardım etsin!” Dengesizleşen damat kafayı çekiyor, olay çıkarıyor, parayla tuttuğu adamlara masum insanları dövdürtüyor, cam çerçeveleri yerle bir ediyor, birileri hesap sormaya kalkınca da ağa babası hemen bahaneyi yapıştırarak esas mağdurun kendileri olduğunu söylüyordu; Allah yardım etsin deyin, ne yaptığımızı biliyor muyuz biz!
Kendilerini ikaz eden herkesi düşman belliyor, olmadık saçmalıklarına rıza göstermeyen herkese cephe alıyorlardı. Bir taraftan yalnızlaşmanın hırçınlığı, diğer taraftan reddedilişin kızgınlığı ile bitmeyen bir kin üretiyor ve köyün en gösterişli hanında oturup kendilerine acındırmaya çalışıyorlardı bir yandan: öyle demeyin, deyin ki; Allah yardım etsin…
Ben yine hikaye anlatıcılığının cazibesine kapılıp esas meseleyi ihmal ettim sanki. Esasen bugün size, her taraf ahlaksızlık, kanunsuzluk, hırsızlık, arsızlıkla kuşatılmışken. Ayrılıkçı ve köktendinci terör elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta gezinirken, kırmızı bültenle aranan teröristler devlet ekranına çıkarılırken, mafya reisleri gemi azıya almış önüne geleni tehdit edip, “kanlarıyla duş alacağız” diye alenen tehditler savururken, hapishanelere masum insanları, eğitimcileri, hukukçuları, masum kadınları, çocukları dolduranlardan bahsedecektim.
Bitmeyen kinlerden, bir türlü soğumayan yüreklerden, haram yedikçe harama, kan içtikçe kana susayanlardan bahsedecektim. Ülkeyi her geçen gün geri dönülmez şekilde içine çektikleri bir cehennem çukurundan seslenecektim; ancak kötülüğün bizzat merkezindekiler tepelerindekinin artık kontrol çıktığından şikayet edip “öyle demeyin, artık kontrol edemiyoruz, Allah yardım etsin, deyin!” deyince vazgeçtim.