Bir Müslümanın Hollywood sergüzeşti!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Mustafa Akkad 1930 yılında Halepli bir gümrük memurunun ve Antepli bir ev hanımının 7 kardeşin en büyük oğlu olarak dünyaya geliyor.

Aslında o dönemin şartlarına göre gayet iyi bir eğitim alıyor. İlkokulu Fransız mektebinde tamamladıktan sonra, Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasıyla Fransız mandası altındaki Amerikan Koleji’ne devam ediyor.

Bu okulda aldığı tiyatro eğitimiyle sinemaya olan meylini fark ediyor genç Mustafa. Bunda en büyük etken drama öğretmeni Amerikan kökenli Douglas Hill. Öğretmen Hill, Mustafa’dan habersizce Amerika, Ucla’daki sanat okuluna burs başvurusunda bulunuyor.

19 yaşına geldiğinde babasına, Amerika’ya gidip film eğitimi almak ve yönetmen olmak istediğini söyleyince, çok şaşırıyor herkes. Düşünün lütfen 1940’lı yılların sonunda Halep’in küçük bir kasabasındaki Müslüman bir Arap çocuk sinema endüstrisinin merkezine gidip, yönetmek olmak istiyor!

Bu müthiş idealizmin önünde durmuyor baba Akkad, bütün birikimi olan 200 doları oğluna uzatıp dualar ile yolluyor Mustafa’yı. Yollarken bir şey daha veriyor yürekli baba; Kur’an-ı Kerim… Ancak anne Akkad’ı ikna etmek en zoru oluyor ve sonunda “İslam’a hizmet şartıyla sinema yapabilirsin” şartıyla evden ayrılmasına izin veriliyor. Yıllar sonra çekilen bir belgeselde Mustafa Akkad’ın amcasının oğlu Abdulkerim de, annesinin kuzenini şu sözlerle uğurladığını aktarıyor:

“Madem sen sanat aşığısın, sanata büyük bir iştiyakla sarılmak istiyorsun. Bu yolda ilerlemek istiyorsan bunu akidene sarılarak, dinine hizmet ederek amacını gerçekleştirebilirsin.”

Yüreğinde böylesi bir sinema tutkusu, arkasında baba duasıyla Los Angeles’a gidiyor Akkad. Ucla Üniversitesi’nde sinema eğitimi alırken bile babasının onu yolladığı günkü bilinçten zerre sapmıyor. Okula mescit açılması için mücadele ediyor mesela. Ve açtırıyor da.

Yakın arkadaşlarının “Eğer Hollywood’da yükselmek istiyorsan Arap olduğunu gizle, ismini değiştir” teklifini kesin dille reddediyor Akkad. Hatta tam tersi Arap öğrencilerden oluşan bir cemiyet kurulmasına ön ayak oluyor, bir dönem de başkanlığını yapıyor. Her fırsatta gururla söylüyor; Suriyeliyim ve Müslümanım!

Mezuniyet sonrasında akademik kariyerine Californiya Üniversitesi’nde devam edip yüksek lisans yapıyor. Daha öğrenci iken CBS’de çalışmaya başlıyor. Ve ünlü Sam Peckinpah ile sıkı dostluk kuruyor…

O sırada Cezayir’de patlayan Fransa’ya karşı ayaklanma ile ilgili bir çalışma yapmak isteyen Sam Peckinpah Arapça bilen bir asistan arıyor ve bir dostunun önerisiyle genç Mustafa Akkad ile tanışıyor. Projeye başlıyorlar ancak, film daha çekilmeden Cezayir Savaşı bitince proje de iptal ediliyor.

Ancak Peckinpah bu genç yeteneği artık bırakmıyor. Bir sonraki filmi “Ride the High Country – İz Peşinde” (1962) prodüksiyon asistanı olarak görev alıyor Akkad.

Ardından yine Peckinpah’ın aracılığı ve teşvikiyle CBS Haber Departmanında işe başlıyor. Peckinpah onu “As Others See Us – Diğerlerinin gözüyle Biz” isimli kendi şovunu yapmaya ikna ediyor. Ardından gelen kısa ve uzun belgeseller. Ve nihayetinde  Akkad International Productions’ı kuruyor genç sinemacı.

Ünlü aktör Ceasar Romero ile beraber çektiği ve sanatçının dünyanın farklı bölgelerine yaptığı seyahati anlatan belgeseli “Caesar World” ona film sektörünün kapılarını ardına kadar açıyor. Şirketi kısa sürede Beyrut, Londra ve Hollywood’da ofis açıyor Akkad’ın.

Bu esnada kalbi de boş durmuyor genç sanatçının. Üniversiteden sınıf arkadaşı Patrica’ya aşık oluyor ve evleniyorlar. Birbirlerinin inancına saygı duyan bir evlilik sonrasında doğan çocuklarına da kendi kültüründen uzak yetiştirmiyor Akkad. Bunları anlatırken, bir ara gülümsedi ve bana ‘aslında ben de yarı Türk sayılırım’ demişti bana.

Bütün bu işleri yaparken aklında annesine verdiği söz hep var Mustafa Akkad’ın.

İlk oğlu dünyaya geldiğinde İslam’ı, yani çocuklarına dinlerini anlatacak bir sinema filminin olmadığını daha çok hissediyor. Yaptığı araştırmada o güne kadar İslam dinini anlatmak için yapılan 7 girişimin de hüsranla bittiğini öğrenince şevki kırılır gibi oluyor.

Yaptığımız röportajda şöyle demişti rahmetli: “İslam dünyası sinemayı şeytan işi olarak gördüğü gibi hele hele İslam peygamberini sinemada göstermeyi küfür olarak addecekti. Bununla beraber Batı dünyasının da İslam’a duyduğu alerjiyi biliyordum. İşimiz iki açıdan da çok zordu!”

Bir röportajında ise şunları dile getiriyor:

“Her şey çocuğum doğduğunda başladı. Kafamda şöyle bir fikir oluştu: ‘Çocuklarıma dinlerini nasıl öğreteceğim?’ Ve o zaman kendi sorumluluğumu hatırladım. Çünkü biz gelenek olarak hep başkalarını eleştirmeye alışkınız. Hükümetleri çocuklarımızın eğitimiyle ilgilenmediği için eleştiririz. Hâlbuki kendi sorumluluğumuz da vardı.”

1962 yılının Aralık ayı ortalarında eşiyle beraber sinemaya gidiyor Akkad. Ünlü yönetmen David Lean’ın büyük sükse yapan filmi Arabistanlı Lawrence’i izliyorlar beraber.

Bu film Mustafa Akkad’ın hem zihnindeki parçaları birleştiriyor, hem de büyük cesaret ve ilham veriyor. Esas kırılma noktası ise, Ömer Şerif’in canlandırdığı Şerif Ali karakterinin çölde kumlar arasında belirdiği ve devesiyle kameraya yaklaştığı o görkemli sahne oluyor.

Malum olduğu üzere Çağrı filminin en etkileyici sahnelerinden birinde de Hz. Hamza rolündeki Anthony Quinn benzer bir şekilde Kabe’ye yaklaşıyordu.

Akkad kafasında projeyi şekillendirirken iki önemli isimle de mutlaka çalışmak istiyor. İlki Arabistanlı Lawrence filminde de oynayan Anthony Quinn, diğeri ise aynı filmini müziklerini yapan ünlü müzisyen Maurice Jarre..

Artık İslam’ı anlatan eli yüzü düzgün bir film çekmenin zamanın  geldiğine inanıyor Suriyeli Müslüman sanatçı….

Devam edeceğiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Harika bir yazı dizisi. Tesekkur ederiz Nedim Bey. Heyecana okudum.. Demek ki film deyip geçmemek lazımmış ne emekler, engeller varmış arka planda..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin