Bir konserin çağrışımları

YORUM | EKREM DUMANLI

Geçenlerde bir konsere katıldım. Bir lisenin tiyatro salonunda icra edildi. Görüntüsü küçük muhtevası büyük, icrası narin, manası derin bir konserdi. Değerli sanatçı Ertuğrul Erkişi, yanında saygıdeğer eşi Aslıhan Hanım ve iki meslektaşıyla beraber turneye çıkmışlardı. North Carolina, Virginia, New Jersey… Sanırım sırada Kanada ve tabii ki Avrupa var…

“Memleket acılar içinde kıvranırken konser de nereden çıktı?” diyebilirsiniz. Bir manada saygı gösterilmesi gereken bir hissiyattır bu. Lakin Ertuğrul Erkişi öyle dengeli bir repertuar yapmış ki o sitemi boşa çıkarıyor. Seçtiği besteler içinde hüzün var, gurbet var, vefa var, tabii ki biraz da neşe var. Hayatın olağan akışına uygun bir yörüngede seyrediyor konser. Her şarkıda yeni bir duygudaşlık oluşturuyor. 

Sürprizleri de var Ertuğrul Bey’in. Mesela Yaman Dede’nin daha önce musikiye taşınmamış bir eserini bestelemiş. Her şiiri muazzam bir sevdayı dile getiren ve tam da bu yüzden Yanan Dede diye de anılan o güzel insanın mısralarını besteye dökmek önemli bir adım. Henüz tam bitmese bile Ertuğrul Bey, tadımlık bir sunum yaptı. Beste de güfte de harikaydı…

Daha ilginç bir beste sürecinden bahsetti Ertuğrul Bey. İki öğretmene ait iki güzel şiir bestelemiş. Öğretmenlerin dupduru bir Türkçe ile resmettiği ülke manzarası ve o manzara içindeki bireyin yaşadığı fırtına, çok güzel bir besteyle yeni bir hayat bulmuş. Belki tam bitmemiş, belki daha ince işçilik gerektiriyor, ama bu haliyle bile bir tekevvünü taçlandırdığını söyleyebilirim. 

İşte tam bu noktada bir teşehhüt miktarı durup geldiğimiz aşamayı resmetmekte fayda görüyorum. Son on yılda büyük travmalar yaşandı. İnsanlar özgürlüklerini kaybetti, işlerinden güçlerinden oldular, kariyerlerini, mallarını, mülklerini kaybettiler. Bunun açtığı yara çok büyük; tedavisi bu nedenle çok zaman alacaktır. Ne var ki karamsarlığa teslim olmak, umutsuzluğa yenik düşmek, o korkunç karanlığın sahiplerine boyun eğmek anlamına da geliyor ki zaten istedikleri de budur… 

Yaşanan siyasi ve sosyal girdaplar, hayatı politik okumaya zorluyor. Vakıa bu da önemlidir. O alanda da bir mücadele gerekir. Ancak bu mücadelenin yanı sıra her bir ferde düşen ayrı bir görev var ki onun yerini başka bir şey tutamaz: Her birey kendi bilgi ve deneyimi çerçevesinde bugüne, hatta yarına dair şerhler düşmek zorundadır. Yazmak, okumak, konuşmak ve tabii ki tarihe tanıklığımızı bir esere dönüştürmek…

Reaksiyoner çaresizlik, bütün reflekslerimizi dumura uğratabiliyor. Oysa bir şahsın ya da bir topluluğun kıymeti, ürettiği değeri ile ilgilidir. Değer üretemeyen laf üretir. Fikir üretemeyen kavga üretir… 

Saçma sapan iddialarla cezaevine atılan ve orada kitaplar yazan gazeteci ve akademisyenler duydum. Siz de duymuşsunuzdur. Ayakta alkışlanacak bir direniş ve varoluş gerçeğidir bu. Bugün bu masum ve güzel insanların kıymeti anlaşılmayabilir; ancak emin olun ki yarın onlar okunacak, onlar konuşacak ve konuşulacak. Zalim rejimin çilesine maruz kalmış köşe bucak saklanmak zorunda bulunan kişilerin yaşadıklarını yazarak ya da konuşarak kayda geçirmesi tarihe tanıklık açısından hayati bir mana taşıyor. Çünkü bir gün bu çalkantılı dönem sona erecek; o meş’um dönem kapandığında geriye kulaktan kulağa yayılan ve bazen de anlam kaymasına uğramış bir kısım şehir efsaneleri kalmamalı. Entelektüel seviyesi, sanat anlayışı, fikir kapasitesi gerçekleri anlatmaya yetkin olan insanların, yaşadıklarını ve tanık olduklarını yazılı metinlere, sanat eserlerine taşıması tarihi bir görevdir. 

Evet, son on yıldır yaşanan korkunç travma en aksiyoner insanları bile reaksiyoner hale getirdi. Kısır çekişmeler, anlamsız polemikler üzerine bu kadar kafa yorunca ufukları zorlayan fikirler üretilemez. Şimdi yeni bir dönemin eşiğindeyiz. O ilk şoktan yavaş yavaş sıyrılmanın başladığını söyleyebiliriz. Bu yeni süreç içinde insanların kitaba, fikri düşünceye, sanata yönelişi kaçınılmaz bir gelişmedir. Laf olsun torba dolsun nevinden şeyler değil bunlar. İnsanlar yaşadıklarını anlama ve anlatma gayreti içinde yeni bir duygudaşlık oluşturuyor. Hal böyle olunca sanatın önemi daha da artıyor. Hayatın gerçekliğine paralel yeni bir ifade biçimine ihtiyaç duyuluyor… 

Tam bu duygularla dopdolu iken mütevazi bir lisenin, küçük bir tiyatro salonunda, az ama çok değerli bir topluluğun, bir araya gelmesi ve bir konserde buluşması bana çok manidar geldi. Bu tür gayretler bugün küçük bir çekirdek gibi görünüyor; ancak hiç şüphe yok ki yarınlarda kocaman ağaçlara dönüşecek. Bu vesileyle demek isterim ki kaleme sarılmanın, kelama dönmenin tam vaktidir. Bugünü doğru okuyan, geleceğe ölümsüz eserler bırakacaktır…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin