Bir casusun itirafları!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Oscar adayları açıklandı. Normalde size bugün adaylar üzerinden bir yazı hazırlamayı planlıyordum. Ancak iki olay beni çileden çıkardı maalesef.

Daha önce de birkaç kez belirttim, fıtraten çok güçlü bir yapım, dayanıklı bir sabır taşım bulunmuyor maalesef. Pek çok açıdan bir kraker gibi tuz buz olabiliyorum ne yazık ki.

Yine daha önce epey uzun bir yazı ile meramımı ifade etmeye çalışmıştım, müdavim okurlar eminim hatırlayacaktır. (Yazı şurada.)

Zaten oldukça ince tele sahip sigortalarım var, bunu kabul ediyorum ve inanın bu konuda kendimle amansız bir kavga içindeyim. Çünkü gün aşırı kalp kırmam, ağız dalaşına girmem, dümdüz gitmem işten bile değil.

Bazı kelimelerin gırtlağına çöküyorum, ağzımdan ve kalemimden çıkmasın diye resmen kendime işkence ediyorum.

Ve bu durum benim canıma okuyor, emin olun okuyor.

2 yılda 3 kalp krizi geçirmiş biri olarak yazıyorum bunları…

Öyle bir noktadayız ki, ne yapsak illa ki birilerini mutsuz ediyoruz.

Susmak eleştiri konusu.

Konuşmak da öyle.

Son olarak sevgili gazeteci dostum Asım Yıldırım’ın programında denk geldiğim bir Cemaat büyüğünün lafları artık suları taşırdı bende.

Yıldırım’ın konuğu son günlerin tartışma konusu olan bir mevzuda söze “gazetecilik casusluktur” tespitiyle girdi.

Beyefendinin söyledikleri hakikaten akıl alır gibi değildi.

Aynen şunları söyledi:

“Bugünkü dünya literatüründe tatbik edilen gazeteciliği de, bazı yönleriyle İslam ile ne kadar uyuşur uyuşmaz kritiğini yapabiliriz. Mesela vaktim olsaydı konuşacaktık; İslam’da tecessüs haramdır. Başkalarının kusurlarını araştırmak haramdır. Bugünkü gazeteciliğin özü zaten casusluktur. Eskiden gazetecilere ne diyorlardı, ‘journalist’. Jurnalci, yani casus demek. Gazeteciliği özünde kritize ettiğimiz zaman İslam’la telif etmek de mümkün değildir.”

Başlı başına bir fecaat olan bu bakış açısı ve yaklaşım yetmezmiş gibi, değerli konuşmacı kuş kondurmaya devam ediyor ve “Velev ki doğru olsa bile ki ben olduğuna inanmıyorum” dedikten sonra, Hizmet ve Hocaefendi etrafındaki insanları efkar-ı ammede çürütmek, tenkit etmek, bunu da İslami temel prensiplerle telif etmek mümkün değil, diyor.

Ve referansın zirve noktası, “Ben Kur’an ve sünnet ve Risale’den öğrendiğim temel ölçülere göre hareket ettiğime göre Ahmet Dönmez’in haberleri hakkında ancak bunları söyleyebilirim…”

En sakat nokta da burada, en sonda.

Ortada tartışılan bir mevzu varken karşınıza Allah, Peygamber ve ardından Bediüzzaman gibi din alimleri çıkarılıyor. Benzer bir mantığı siz kursanız mesele tamamen şirazeden çıkacak. Belki de bunu bildikleri ve dini, dini yorumu kendi tekellerinde var saydıkları için böyle rahatlıkla canlarının istediğine “casus” filan diyebiliyorlar.

Bu mantığın neresini düzelteceksiniz, neresini eleştireceksiniz bilemiyorum.

Üzüntü ile beraber muazzam bir öfke gelip oturuyor insanın yüreğine ve “Yazık, çok yazık”tan başka kelime dökülmüyor en başta dudaklarınızdan.

Bir kere muazzam bir cehalet var.

Ne “journalist” casusluk demek, ne de günümüz gazeteciliğinin casuslukla ilgisi var.

Casusluk suç, bir tarafımızı paralayana kadar var gücümüzle yıllardan beri “Gazetecilik suç değildir” diye yırtınıyoruz ama savunduğumuz insanlar bizi casus görüyor meğerse!

Hapiste yüzlerce gazeteci kardeşimiz, meslektaşımız işkence görürken, esir tutulurken bunları söyleyebilecek kadar, üstelik cahilane kelimelerin ne anlama geldiğini bilmeden atıp tutarak.

Sadece mesleği bilmeseler hadi neyse diyeceksiniz. Bu kadar yanlış yorumlama ancak okumakla olur diyebilecek kadar dini yanlış anlayıp yorumlamayı iyi niyetle nasıl telif edeceğiz onu da bilemiyorum.

Bir süre önce yine bir deneyimli abi, “Onlar gazeteci filan değil, yolladığımız kişiler” dediğinde benzer bir öfkeye kapılmıştım.

Necip Fazıl bu tür karakterleri “Kendilerini Himalayalar’da kanat çırpan kartal zannediyorlar” metaforuyla anlatır.

Hasbelkader Hizmet’te bir noktaya kadar gelmiş, insanların hüsn-ü zannının üzerine tırmanarak cehaletini ortalık yere boca etmek, saçmalamak bir yana işin içindeki haset ve kötücüllüğü görmesem yine susacaktım.

Ama artık şundan eminim.

Başımıza gelen bunca şeyin sebebi bizmişiz. İçimizdeki fenalığı biz görememişiz. Bir çeşit hüsnü zan körlüğü.

Asım Yıldırım’ın iyi niyetine ve samimiyetine elbette bir şey diyemem. Ama bu tür insanlara, böyle “haza” cehalet ve iptidailik kokan şeyleri söyleterek, sadece ve sadece hayal kırıklıklarını artırır.

Hakikatin bir cüzü için binlerle ruhunu feda eden bir dava bu tür zihniyetteki şahıslara kaldıysa veyl olsun bize.

Ben böyle bir davayı da, savunucularını da tanımıyorum, saygı filan da duymuyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

13 YORUMLAR

  1. İhmal nedeniyle tekrar rahatsızlanırsanız, sizin yolunuzu gözetleyen ailenize ve sevdiklerinize vefasızlık etmiş olursunuz.

    Bazı duaların neticesi geç hasıl oluyor sanırım. “Yıkılası abilik…., turnikeye önde girmenin hesabı” bitti hepsi. Birey olarak inandığım değerler uğruna yaşayıp, yasatabiliyorsam varım. Kişiye endeksli bir “iman” taşıyorsam yıkılır giderim.

    Son birkaç yıllık kesinti hariç 20 yıla yakın bir süredir sizi okuyorum. 20 yilda sizden çok sey öğrendim. Kısmetse uzunca bir süre daha öğrenmeye devam etmek istiyorum.

  2. Hocam düşüncelerinize katılıyorum, ümit ederizki bu tip şeyler birliğimize zarar vermesin…
    Sağlığınıza dikkat edin hocam yazılarınızı takip ediyoruz inş
    Dua ile…

  3. Cok gereksiz bir alinganlik… Irticali bir konusmada Necdet Beyin ifade ettikleriyle sizin anladiklariniz kanaatimce ortusmuyor. Genel-gecer Islami bir prensipten bahsetmis… Ahmet Beyi de gazeteci olarak takdir etmis.. ancak cozum yolu olarak dogru bulmadigini ifade etmis. Nedim Bey fazla alinganlik kalbi yorar… Yazilarinizdan istifade ediyoruz. Bu surec herkesi yordu. Size saglik ve afiyetler dilerim.

    • Ben de böyle düşünüyorum.

      “Bugünkü dünya literatüründe tatbik edilen gazeteciliği de, bazı yönleriyle İslam ile ne kadar uyuşur uyuşmaz kritiğini yapabiliriz.”
      Gayet doğru cümleler.

      100 bilmem kaç sene önce bize batıdan gelmiş ve hiçbir kıstasımıza tâbî tutulup filtrelenmeden bize hap gibi yutturulmuş gazetecilik mesleği hakkındaki biraz ezber bozan bu sözlerin, Nedim bey tarafından biraz daha hakkaniyetle ele alınması güzel olurdu tabii.

  4. Gazetecilik nedir, jurnalist ne demektir? Ahmet Dönmez kimdir? Ne yapmaya çalışıyor? gibi hususlarda kendi fikrinizi beyan edeceğiniz yerde zan ve kesin hükümlerle kendinize yazık ediyorsunuz. Şu cümlelerinizi sakin kafayla bir daha okur musunuz?

    “Belki de bunu bildikleri ve dini, dini yorumu kendi tekellerinde var saydıkları için böyle rahatlıkla canlarının istediğine “casus” filan diyebiliyorlar.”

    “Ben böyle bir davayı da, savunucularını da tanımıyorum, saygı filan da duymuyorum.”

    Yazık ediyorsunuz kendinize…

  5. Bunca yaşanan mezalim sizin de ifade ettiğinz gibi boşuna yaşanmamış demek ki Hala okuduğunu dinlediğini de anlayamayan zihniyetde ayrı bir üzüntü ve dehşet çünkü bunca mezalim biteceğe benzemiyor kendi içine dönüp hakkıyla bir muhasebe ( acaba ne yaptkta bunlar başımıza geldi)Hasleti ve tövbe olmadkça vay halimize

  6. Öncelikle kalp probleminiz için büyük geçmiş olsun. Bununla ilgisi var mıdır, bilemeyeceğim ama tahammül gücünüzün epeyce zayıfladığı fark ediliyor. Belli ki hadiseler sizi yormuş.
    Ancak, Nedim bey hiç olmazsa yazılı metinlerde sağduyuyu elden bırakamasak olmaz mı?
    Kur’an mü’minleri “….kendi aralarında pek merhametlidirler…” diye tavsif ettiği halde, kendi aramızda bu denli acımasız ve kırıcı olursak dünyanın geri kalanına nasıl olur da hoşgörü ve müsamaha tezleriyle gidebiliriz?
    Necdet bey bir ilahiyatçı. Emsali az bulunur, çok önemli bir ilahiyatçı. Başka bazı konularda yetkinliğinin sınırlı olması onu küçültmez; aksine kendi alanına ne derece yoğunlaştığına işaret eder.
    İrticali bir sohbet esnasında, anlık gelmiş bir soruya, belli ki kendini cevap vermek zorunda hissetmiş. Kim olsa böyle bir baskıyı hisseder. Meseleye de mesleği gereği, dini açıdan, kendine göre bir yorum getirmiş. Şahısları da nazara vermeden birtakım dini prensiplere değinmiş.
    Bir ilahiyatçı olarak meseleye kendi meşrebince bakması gayet doğal. Gazetecilik hakkında o anda yapılmış, peşin yorumlar elbette tartışmalı görünüyor olabilir. Ama, dediğim gibi Necdet abinin bu alanda yetkinliğinin olmaması da gayet doğal.
    Spontane gelişmiş bir olayda zaten insanların kusursuz cümleler sarf etmesini beklemek haksızlık olur.
    Hiç cevap vermeseydi denilebilir. Önde gelen insanların böyle önemli konularda suskun kalması da, takdir edersiniz ki ayrı bir eleştiri konusu oluyor.
    Şimdi tartışmalı bir iki ifadeden dolayı koskoca bir ilahiyatçıyı “saygı duymuyorum” noktasında konumlandırmak, sizce de biraz insafsızlık olmuyor mu? Kaldı ki oradaki ifadeler spontane söylenmiş. Sizse düşünüp taşınıp yazmışsınız.
    Ben sizin gibi çok değerli bir gazeteciye bu derece bir tahammülsüzlüğü ve bu kadar acele darağacı kurmayı hiç yakıştıramadım.
    Ama, her ne kadar, büyük bir hata ettiğinizi düşünsem de sizi temin ederim böyle bir hatanızdan dolayı ben sizi kalbimde “saygı duymamak” konumuna asla taşımayacağım.
    Zaman ayırıp okuduysanız çok teşekkür ederim. Gönlünüzü incittiysem, hoyratlık ve kabalık şahsıma aittir, özür dilerim.

  7. Necdet hocamdan tashih geldi. Meramı zannediyorum yanlış anlaşılmış. Sizin gibi haberin namusunu koruyanlar değilde, onu değiştiren veya ona ek yapan veya kırpıp eksilten yani haberden çalıp , haberin casusluğunu yapanları kastediyor. Bir kelimede iki zıt mana olur mu? Oluyormuş. Ceza kelimeside baktım sadece bizdeki yaygın kullanımı değil mükafat manasını da içeriyor.
    Neden yazma lüzumu hissettim? Yazılarınızı beğenerek okuyorum ve bir hadiseden dolayı moralinizin bozulup bunun kaleminize tesir etmesini arzu etmediğimden . Gerçekten güçlü bir kaleminiz var. Hele sanat dünyasına ait yazılarınızı büyük bir beğeni ile takip ediyorum. Şerif Ömer , Mustafa Akkad, çağrı filmi vb yazı dizileriniz harikaydı.

  8. Bir insan eşinin kendisini aldattığından şüphelense onu takip edebilir mi? Bir insan et aldığı marketten şüphelenirse etin kaynağını araştırabilir mi? Bir insan yardım yaptığı bir vakfın topladığı yardımları nerde nasıl kullandığını araştırabilir mi? Bir insan verdiği verginin devletçe nasıl kullanıldığını, ihalelere fesat karıştırılıp karıştırılmadığını araştırabilir mi? Bir insan kendisine vekil olarak kararlar alan insanların doğru sözlü ve dürüst olup olmadıklarını araştırabilir mi? Özetle insanlar kendi haklarının söz konusu olduğu yerde kendi namına işin aslını araştırabilir mi veya bu araştırmayı başkasına havale edebilir mi? Bu araştırma Kur’an’ın yasakladığı tecessüs kavramına girer mi?

    Gazeteci toplumun haklarını ilgilendiren hususları, kamu görevi gören insanların veya kurumların işini doğru yapıp yapmadığını toplum namına araştırır. Bunun Kur’an’ın yasakladığı tecessüs ile, veya hukuki deyimiyle “özel hayatın gizliliği” ilkesiyle ne alakası var?

    Kendince bir grubun veya bir cemaatin menfaatini koruma kaygısıyla kavramları birbirine karıştıran, buna dayanak olsun diye de Kur’an ayetlerini kafasına göre yorumlayanın durumunu bir ilahiyatçı olarak Necdet abinin herkesten daha iyi bilmesi lazım.

    Hocaefendinin en yakınındaki, en öndeki insanlar asla sadece şahıslarını temsil etmiyorlar. Onlar beni de hizmeti de temsil ediyorlar. Hizmet, mensuplarına mal biriktirmemeyi, varını yoğunu seferber etmeyi telkin ederken önde bulunan abiler helal yolla dahi olsa mal biriktiremezler. Mal biriktireceklerse en önde durmamalılar.

    Eğer büyük abilerden birinin bir evden fazla malı varsa böylesine bir zamanda neden birden fazla evi olduğunu açıklamak zorundadır. Helal yoldan kazanılmış bile olsa dünya kadar mal biriktirenin yeri en ön değildir. Önde olan mal biriktirmez; Hacı Kemal abi gibi babadan kalmış bile olsa malını hizmet yoluna harcar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin