Bence kast sistemine geçelim

YORUM | UĞUR TEZCAN

Bu yazıda Türkiye’ye Hindistan usulü bir ‘kast’ sistemi önereceğim. Sebebini birazdan açıklayacağım. Önce bağlamı oturtalım.

Malumunuz, Türkiye 1920’li yıllardan beridir kendisini bu ülkenin hâkimi, koruyucusu ve asli unsuru olarak gören bir kitle tarafından idare ediliyor; “bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen bir ekip tarafından… Bazıları bunlara “Beyaz Türkler” diyor. Bu benim çok sahiplenmediğim, altyapısı eksik bir kavram olduğu için kullanmayacağım. Onun yerine ‘Hâkim-elit kesim’ tabirini öneriyorum.

O çok tartışılan soy-sop meselelerine hiç girmeyeceğim. Neticede somut olarak bilinen bazı gerçekler var elimizde. O da ‘Hâkim-elit’ kesimin kendisini sosyo-politik anlamda laik (Fransız laikliği), Türkçü, gerçek ve liyakatli vatansever, Atatürkçü-Kemalist ve rejim koruyucusu olarak tanımlıyor olması. Aynı kesim, idareyi, gücü ve ekonomiyi yönetme noktasında kendisine birtakım siyasi yöntemleri araç olarak benimsemiş. Kendilerine o ‘idare etme’ rolünü veren Batı dünyasında etkin olan konjonktürel gelişmelere ve değişen çıkar dengelerine göre adaptasyonlar yapma kabiliyeti olan pragmatik bir yapıdan, bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Bu uğurda farklı farklı yöntemler geliştirmiş ve her duruma uygun sabit reçeteler kullanarak hayatını idame etme refleksleri sergiliyor. Nihayetinde yıllar içerisinde ‘devlet olma’, yönetme, kontrol etme, istihbarat ve algı kullanarak toplum mühendisliği yapma gibi konularda geliştirdiği birtakım birikimler var ve onları ısıtıp ısıtıp kullanıyor. Amacı gerçek manada ‘çağdaş medeniyetler düzeyine çıkmak’ filan değil. Çağdaş dünya hangi yöne akıyorsa o yönde akmaya gayret edip sadece ekonomik ve siyasi varlığını korumaya çalışıyor. Varoluşsal sorunları her zaman öncelikli sorunu. Ülkenin gelişmesi, halkın eğitilmesi, zenginleştirilmesi ve sıçrama yapılması gibi amaçları yok; aksine kurnaz yöntemlerle bunların tam aksinin olması, toplumun baskılanması ve statükonun korunması için çabalıyor. Bu uğurda gerektiği zamanlarda bazı ‘elzem’ budamalar yapıyor.

Ergenekoncuların da Erdoğanistlerin de yurt dışında gelişen, örgütlenebilen Türklerden nefret etmelerinin, eğitimli Kürt’ten de Türk’ten de hazzetmemelerinin altında bu ruh halinin ve korkuların yansıması vardır. Daha önce de yazdım. Bugün Hizmet Hareketinden aşırı derecede nefret etmelerinin ve soykırım yöntemleri ile yok etmeye çalışmalarının altında bu varoluşsal korkuların yaşattığı travma yatar. Hizmet Hareketi, yaptığı açılımlar ve özgün felsefesi ile ‘basit Anadolu insanı’, ‘yobaz Müslüman’ olarak aşağılanan halk kesimlerini Kürdüyle, Türküyle ve toplumun diğer kesimleri ile eğitmeye, kaynaştırmaya, toplum ve devlet yönetiminde söz sahibi olmaya yönlendirdi ve bunda son derece de başarılı oldu. Yurt dışında açılımlar yaparak da varlığını Türkiye’ye kilitlemeyerek daha büyük bir tehlike haline geldi.

Ardından aynı ‘hâkim-elit’ kesim çok başarılı bir operasyonla Erdoğan İslamcılığının zafiyetlerini kullanarak gerekli budamayı onların eliyle yaptı ve hem Anadolu halkının hem de (gerçek) İslamiyet’in meyve vermeye başlamış tüm dal ve budaklarını kesip attı. Hapislerde olan masum kadın, çocuk, askeri lise öğrencisi, polis, savcı, kanserli hasta vs. kim varsa hala aşırı dozda zulmediyorlar. Çünkü o budanan dallarda bulunan meyve çiçeklerinin bile hala etrafa polen saçma ihtimalinden tir tir titriyorlar! Bu muhtemel polen yayma ihtimalini önlemek için eğer ellerinden gelseydi kaderin ve zamanın tüm polen yayıcı ‘arılarını’ bile öldürürlerdi. Neyse ki o sadece Allah’ın kudretine ait bir alan!

Bu ‘hâkim-elit’ kesim halka sunduğu ve kabullenilmesini beklediği sistem içerisinde Sünni, Türkçü, devletçi bir daire çizmiş ve vatandaşını o kimliğe göre kontrol altında tutmaya çalışıyor. ‘Demokrasi’ görünümlü bir tren rayı inşa edilmiş; ancak üzerinde, Fransa usulü katı laikçi bir boya ile boyanmış ama Rus bloku sosyalist ülkelerden ve Nazi-Mussolini faşizminden esinlenerek yapılmış demir bir devlet treni yürütmeye çalışıyorlar. Batı, kendisine has bazı mülahazalarla o tren rayındaki bazı hukuk ve demokrasi ihlallerine göz yumuyor çünkü bu hem işine geliyor hem de kontrolü kolaylaştırıyor.

Ülkenin hakimiyeti Batı’dan teslim alındığı için demokratik bir model imiş gibi görüntü vermek zorunda olan bir siyasi sistem, bir ahtapot mantığı ile yönlendiriliyor, şartlara göre yeniden tasarlanıyor, kontrol ediliyor ve gerektiğinde de siyasi darbeler ile balans ayarı yapılıyor.

Konjonktürel zorunluluklar ve kapitalist sistemin dayatmaları gibi nedenlerden ötürü 80’li yıllardan sonra demokrasi kanallarını biraz daha açmak zorunda kalan bu kesimler toplumun diğer alt gruplarının siyasi, sosyolojik ve ekonomik çaplarını birazcık genişletmelerine göz yummak zorunda kaldılar. Bu endişeli gelişmeler bir süre takip edildi, çünkü gereğinden fazla uzayan dalların bir şekilde budanacağına dair güvenleri ve altyapıları vardı. Sonradan gelen ‘post modern darbeler’, ‘28 Şubatlar’ bunlar içindi. Erdoğan’ın zaaflarını ve partisinin bulaştığı yolsuzlukları kullanarak ‘yeşil’ libaslar bile giyildi ve yukarıda bahsettiğim gibi istemleri dışında çok fazla gelişen ve ‘devlete’ biat ettiremedikleri Hizmet Hareketini KHK’lar ve sahte darbe operasyonları (15 Temmuz) ile yok etme yoluna gittiler.

İşte bu noktada başlıktaki önerimi yineliyorum.

Ey ‘hâkim-elit’ kesim!

Sizler gibi anlı şanlı, eğitimli, çağdaş, laik, modern, üstün ırkların ve kabiliyetlerin temsilcisi insanlar, ‘efendiler’ başımızda iken, bizler gibi basit, cahil, kıro insanların çıkıp devlet yönetiminde ve ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak istememiz büyük bir haddini bilmezlikti. Demokrasi, Cumhuriyet gibi laflar duyunca konumumuzu unutmuş ve nankörlük etmişiz. Sizler gibi insanlar başımızda iken bizler terbiyesizlik ettik, sınırımızı aştık. Öyle önemli devlet işleri bizlerin ne haddine! İstihbaratta bölüm şefi, orduda kurmay subay, uluslararası bir şirkette üst düzey yönetici, ihracat rekortmeni bir iş adamı, emniyette amir vs. olup ne yapacağız. O makamlar sizlere ve sizlerin eğitimli, seçilmiş, laik, Atatürkçü, elit çocuklarınıza layık.

Sonra, siz bize Diyanet aracılığı ile Sünni şekilci basit bir İslam modeli çizmişken bizler yine haddimizi aşıp İslam’ın özüne dalıp, gerektiğinde zalimlere başkaldırmayı öğreten Peygamberane İslam arayışlarına girdik; yine hata ettik! Evden camiye gitmesini bilip, kurbanlarımızı kesip, orucumuzu tutup tatmin olmalıydık. Sonra gidip diğer mahallelerden insanlarla; Kürtlerle, Lazlarla, Çingenelerle, gayrı Müslimlerle diyalog içerisine girmeye çalıştık; sizlerin bizim için çizdiği mahallenin sınırlarının dışına çıkmaya çalıştık… Bundan dolayı da çok mahcup ve pişmanız!

O yüzden bir öneri yapıyorum siz Efendilerimize! Bizim gibi basit insanların böyle hak, hukuk, demokrasi, daha iyi bir gelecek talepleri ile sizleri sıkmayalım. Sizler gibi narin, nazenin, üstün insanları öyle demokrasi rolleri yapmaya, rot-balans ayarları için taklalar atmaya filan da zorlamayalım. Toplum olarak direk kast sistemine geçelim. Sizler ‘üstün kesim’ olun mesela. Biz size ‘üstünler’ diyelim. Siz de bize ‘kırolar’ deyin. Hindistan kast sisteminde en alt tabaka ‘dokunulmazlar’ (Dalit) tabakasıdır. Pis olarak addedildikleri için öyle denir onlara. Toplumda doğru dürüst iş bile bulamazlar. En fakir, hor görülen kesimdir. Onların ‘Dalitleri’ gibi bizim de ‘kırolarımız’ olsun mesela. İsterseniz bunların hem kıro olanları hem de ‘Çingene’ denilen farklı alt kast grupları da olabilir. Kaderleri açlık, fakirlik ve horlanma olsun bu kastların. Bunlar sokakları temizlesinler, çöpleri toplasınlar ve inşaatlarda arabesk müzik dinleyerek kürek sallasınlar.

Sonra ara kastlar olsun yukarı doğru çıkan. Sizlerin uygun gördüğünüz ‘ırklara’, ‘din mensuplarına’, ailelere göre dağıtılsın bunlar. Sonuçta sizler için aş-yemek üretecek çiftçilere, servis hizmetleri verecek işçilere, sizler için ölmesini bilecek basit askerlere ve adalet sisteminin en alt kademesinde ayak işlerini yapacak polislere vs. ihtiyacınız olur. Dalitlerin (toplumdan dışlanmışların) yani bizim kıroların bir üst kastı Hindistan’ın Şudraları gibi (ayak işçileri, servis işçileri vs.) olsun. ‘Ayakçılar’ diyelim onlara da mesela veya ‘Hizmetçiler’. Onların bir üstünde de Hint Vaişyaları gibi çiftçiler, ticaretle uğraşanlar, sanatçılar vs. olsun. Toplumun biraz daha kabul gören, ten renkleri sizlerin onayından geçmiş, Atatürkçü, koyu laik, devletçi ve milliyetçi kesimler oluştursun bu kastı da. Bir üst kastta ise Kışatriyalar yani savaşçılar (komutanlar, kurmaylar), yüksek idari yöneticiler, valiler, siyasi parti liderleri, kaymakamlar vs. olsunlar. Bunların ‘kahramanlar’, ‘Kemalistler’, ‘Ulusalcılar’, ‘Etkinler’ vb. kast adları veya alt sınıfları olsun. Bu kastın bireyleri sizlere layık, sizlerin onayını almış, sizin gözünüze girmiş, liyakatini ispatlamış, gerekli ‘Türkçülük’, ‘Atatürkçülük’, ‘laikçilik’, ‘masonluk’ vb. onayları almış olsunlar. Ten renkleri bembeyaz, zihinleri parlak, çağdaş bir kesim!  

En üst tabakada ise Hintli Brahman sınıfı gibi sizlerin eğitimli entelektüelleriniz, bizler için seçtiğiniz ulu din önderlerimiz, Diyanet Başkanlarınız, akademisyenleriniz, aydınlarınız vs. olsunlar. ‘Aydınlar’, ‘Üstünler’, ‘Elitler’ filan diyelim onlara. Onlar neyi bilip neye nasıl inanmamız gerekiyorsa onları öğretsinler bizlere. Hindistan’ın önemli sembollerinden biri kaplandır. Ne tesadüfse biz de haddimiz olmayarak kendimize ‘Anadolu Kaplanları’ demişiz bunca yıldır haddimiz olmayarak. Kast sistemi ile (Anadolu) Kaplanlığı(nı) da kaptanlığı(nı) da size verelim… Taşlar yerine oturmuş olsun!

Ayrıca, Hindistan kast sisteminin temelleri Hinduizm ile atılmıştır. Yıllar içinde Brahmanlar insanlara ‘mevcut kast sistemi içindeki görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerinde kurtuluşa ve selamete ereceklerini’ öğretmişlerdir. Sizlerin çizdiği ve bizlere uygun gördüğü yeni kast eksenli Sünniliğe de benzer bir ilinti yapabilir sizin ‘Brahman’ sınıfınız. Mesela bizler de kastlarımızdaki görevlerimizi güzelce ve şikâyet etmeden yaparsak Cennet’e gidelim, hurilerimiz olsun; buradaki sıkıntılarımızın Ahirette kat be kat mükafat görsün. Böyle şekli, slogansı ümitler ezberletin bize!

Ülkenin en güzel yerlerinde sizler yaşayın. Varoşlar bizlere yeter de artar bile. Hatta, ileriye dönük sıkıntılar yaşanmasın diye Hindistan’daki gibi belli isim ve soyadları belli kastlara tasnif edilsinler. Yeni bir soyadı kanunu ile toplum hafızasını tekrar sıfırlayalım. Mesela sizlerin Perinçek, Erdoğan, Tandoğan, Türker, Ertürk, Türkoğlu, Tandoğan, Tümer, Koman, Evren, Sunay, Mengüç, Sancar, Toruntay, Karadayı, Büyükanıt, Başbuğ, Koşaner gibi süslü ve kudretli soy isimleriniz olsun. Bizlerin ise hizmet kastımıza göre Demir, Çelik, Yıldız, Yılmaz, Kaya, Yıldırım, Bulut, Köse, Yağmur gibi basit soy isimlerimiz olsun. Her bir kast, meslek grubuna göre bir soy isim alsın. Sonra sizlerin Hale, Jale, Burçin, Necdet, Hulusi, Doğu, Batı, Ragıp gibi güzel isimleriniz bizlerinse basitliğimizi yansıtan Ahmet, Mehmet, Ali, Hasan Hüseyin, Fatma, Hatice gibi isimlerimiz olabilsin sadece.

Hatta Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, Koç, Sabancı gibi üniversiteler ve tıp, ekonomi, finans, hukuk, sanat fakülteleri vs. sizlerin üstün çocuklarınıza ait olsun. Bizler Kayseri, Diyarbakır ve diğer Anadolu üniversitelerinde öğretmenlik, çiftçilik, arı mühendisliği, kaynakçılık, muhasebe filan okuyalım. Polis ve Harp akademileri de tamamen sizlerin çocuklarına tasnif edilsin. Sonuçta size emniyet amiri, özel harekatçı, uzman polis olmak yakışır bize ise pasaport işlemleri yapan veya yolda trafik cezası kesen göbekli polis olmak… Sizlerin çocuklarınıza anlı şanlı kurmay subaylık yakışır, bizim çocuklarımıza da normal bir er olarak şehit olmak!

İlgilendiyseniz benimle irtibata geçiniz. Kastlar arası yatay ve dikey geçişler nasıl olmalı, kastlar arası ilişkiler nasıl koordine edilmeli, bir üst kastın bir alttakini nasıl ve ne şekillerde hor görmesi sağlanmalı, bir üst kasta zıplayabilmek için bir alttaki kasta nasıl motivasyonlar aşılanmalı gibi toplum tasarımına dair ince detayları konuşalım. Mesela, Hindistan’da bir Dalit’in su içtiği kuyudan artık ‘kirlendiği’ için diğer üst kastlar su içmezler. Kastlar arası evliliğe ise asla izin verilmez; kasttan dışlanma sebebidir bu. Biz de bir kasttan benzer sebeplerle atılanı direk kıro kastına atabiliriz mesela. Yine Hindistan’da, üst kastlara ait bir mabedin önünden geçerken kulağı ile o mabetteki duaları duyduğu için yakalanıp kulağına eritilmiş maden dökülen Dalitler’in olduğu vakidir. Bizde de mesela bir mason locasının önünden geçerken duvarına işeyen bir kıroya ne ceza vereceğimizi veya ‘üstün ırka’ ait bir okulun önünden geçme terbiyesizliğini sergilerken bir de onlara ait ‘andımızı’, haddi olmayarak, duyan bir ‘kıroya’ ne ceza vereceğimizi filan da konuşalım.

Tabi benim gibi Türk olduğu halde devletçiliğe biat etmemiş, laikçi ve Atatürkçü olarak devşirilememiş, şekilci İslam’ı yıkıp Peygamberane İslam’ı temsil ve tesis etmeyi kendisine rota belirlemiş ve muhtemelen kast sistemi gelir gelmez hemencecik ‘Dalit’ (kıro) sınıfına vereceğiniz birisinden görüş alır mısınız bilemiyorum.

Neyse Efendim! Siz en o tür detayları kendi ‘Brahman’ sınıfınız ile hallediniz.

1 Yorum

  1. Hakiki Vatan evladıdıyım diyebilen herkesin Vicdanında heran hissetmesi gerekli hakikat hüzmesi, adeta simetri; yüreğinize sağlık!🌹

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin