Bataklığı kurutmadan sivrisineklere düşman olmak…

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Türkiye’de sığınmacı sorunu büyürken, bu insanlara karşı tepki giderek yükseliyor. Yer yer patlak veren olayların toplumsal bir infiale dönüşmesi ihtimali dünden çok daha belirgin hale gelmiş durumda. Toplumun en keskin şekilde bölündüğü bir sorun var ortada.

Biz kavramları birbirine karıştırıp tartışmayı seven toplumuz. Birbirine yakın görünen kavramlar var. Sığınmacı, mülteci, göçmen, muhacir gibi…

Bu kavramlar doğup büyüdüğü yerlerden kopup, başka yerlerde yaşayan insanları ifade etse de anlam bakımından biri diğerinden hayli farklı.

Çok fazla karıştırılan bazılarından bir iki cümle söz edip öyle paylaşmak istediklerime geçmek istiyorum.

Sığınmacı; ülkelerini belli sebepten dolayı terk edip başka ülkede yaşamak zorunda kalan, ancak henüz o ülke tarafından sığınma talebi sonuçlandırılmamış olan kimseler.

Mülteci; Yaşadığı ülkede zulüm gören ve hayatı bir şekilde tehlikede olduğu için başka ülkeye giden ve burada yaşama isteği işleme alınan kişiler.

Mülteci statüsünde olan kişilerin hukukları uluslararası güvence altına alınmış durumda. BM protokolleri, bu durumdakilerin terk ettikleri ülkelere gönderilmelerini yasaklıyor.

Göçmen ise mülteci ve sığınmacının taşıdığı hayati riskleri bulundurmadan daha iyi şartlarda yaşama arzusuyla başka ülkelere gidenler için kullanılanılıyor.

İNSANLIK TARİHİ GÖÇLER TARİHİDİR BİR BAKIMA

Tarihte “göç” dendiğinde ilk akla gelen 4 asırdan fazla sürdüğü bilinen Kavimler Göçü olur. Dördüncü yüzyılın ortalarından 8. yüzyıla kadar sürdü. Batı Roma İmparatorluğu ve Hunlar arasındaki zoraki iletişimi kapsasa da esas itibariyle bunlarla sınırlı değil elbette.

Vandallardan Gotlara, Türklerden Araplara kadar pek çok ulus, bu göçlerde yer aldı.

Amerika Kıtasının tamamının göçmenlerden kurulduğu ise bilindiği gibi 16. yüzyıldan itibaren başladı. Kıta yerlilerinin yok olup gitmesine yol açan bir süreçle son buldu.

Bu olguyu Amerika Kıtası olduğunda rahatça konuşup dile getiririz. Ama aynayı Atlantik Okyanusundan Anadolu’ya çevirmek hayli riskli. Zira aynada son bin yılda gördüklerimizi betimlemek hiç hoşumuza gitmiyor.

1071’de Anadolu’nun kapılarının açıldığını övünerek anlatırız, lakin “Türkler geldiğinde bu topraklarda yaşayan insanlara yüzyıllar içinde ne oldu” sorusunu sormayı en hafif tabirle “gereksiz” görürüz.

SURİYE, AFGAN, PAKİSTAN VE İRANLI GÖÇÜ

Son 10-15 yıldan bu yana Anadolu hızla düzensiz göç alıyor. Tarihçilerin genel görüşü, 10. yüzyılda Anadolu’nun nüfusunun 7-7,5 milyon civarında olduğu yolunda.

Türkiye’nin son 10 yılda Suriye, Afganistan, Pakistan ve İran’dan aldığı insan sayısı, 1000 yıl önceki Anadolu’nun nüfusundan daha fazla.

Mart 2022’de Göç İdaresi’nin açıkladığı kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 755 bin dolayında. İçişleri Bakanlığı, yakın zamana kadar ülkede yaşayan yabancı sayılarını resmi olarak açıklardı. Şimdi açıklamıyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, en son Kasım 2019’da buna ilişkin veri açıkladı. Soylu’nun açıkladığı rakamlara göre ülkede yaşayan yabancı sayısı 5 milyon 908 bin idi.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçları, Şubat 2022 itibariyle Türkiye’de ikamet eden yabancı sayısının bir önceki yıla göre 458 bin 626 arttığını ortaya koydu.

Görüldüğü gibi bilgiler bir bütünlük oluşturmuyor. Ancak rakamlar buna rağmen genel bir fikir veriyor.

GÖRÜŞLERİN AYRIŞTIĞI YER TAM DA BURASI

Öncelikle bu kadar yoğun bir şekilde düzensiz göç alan ikinci bir ülke yok. Bir ülkenin bunu kaldırabilmesi mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümeti olarak ülkeyi yönetme konumunda olanların, bunu bilinçli bir şekilde yaptıklarına ilişkin orta yerde somut bir kanıt da yok.

Ne var ki bunun tersini söylemek de fazla safdillik olur. Zaman zaman açıkladıkları gibi “ucuz işgücü” diye kamuoyuna sunmalarının gerçekle bir ilgisi olmasa gerek. Zaten bu insanlığa aykırı bir sömürü sistemi.

Bu, patronlar için zorda kalanın sırtından kolay para kazanma yöntemi. Bir anlamda açık eksiltme yaparak emeği birbirine kırdırıp ucuz işgücü sağlamaktan ibaret.

Bu insanlar, yerlerinden yurtlarından rahat battığı için yollara düşüp ülkeler aşıp buralara gelmedi. Yaşadıkları zorlukları gittikleri ülkelerde aşabilecekleri, biraz da insanca yaşayabilecekleri umuduyla geldiler.

Burada AK Parti’nin takındığı tavrını bir kenara bırakırsak sağlıklı bir analiz yapmış olmayız.

İktidar partisi, önce ülkedeki kendi insanlarını rehin aldı. Ardından Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermaye üzerinden Avrupa’yı…

Erdoğan yönetimi, bu kez de Avrupa’yı sığınmacılar üzerinden teslim almaya çalışıyor. “Sınıra yığarım ha!” diyerek Batıyı tehdit ediyor. Türkiye’yi “tampon bölge” haline getirmesinin ana sebebi olarak ön plana bu çıkıyor.

Türkiye’de yaşayan sığınmacıların sayısındaki patlama bir sonuç. Sebep ise AK Parti ve onun tepe yönetiminin tavrı. Sığınmacıya öfke duyma yerine, buna sebep olanlara sözümüz olmalı.

Ekonomik gücü olan her yerde istediğine sahip oluyor. Hem de o ülke insanlarının standartlarının hayli üzerinde bunu yapabiliyor. Hatırlarsanız, ABD’ye yerleşen Reza Zarrab’ın bu ülkede kurduğu hayatı Adem Yavuz Arslan kamuoyu gündemine taşımıştı.

Sonuca bakıp sebebi görmezden gelirsek çözümü yanlış yerde ararız. Bu da günümüzde olduğu gibi ülkeyi ancak saatli bombaya çevirir.

Birileri bunun altyapısını fena halde hazırlıyor. Yakın tarihimizdeki yakma, yıkma ve yağma eylemleri hafızamızda 6-7 Eylül Olayları olarak kazınmış durumda. Unutmayın söz konusu olaylar neredeyse İstanbul’la sınırlıydı. Azınlıkların sayısı da ancak on binlerle ifade ediliyordu.

Sığınmacıların Türkiye geneline yayılmış 7-7,5 milyon civarında olduğu var sayılırsa muhtemel facianın boyutlarını siz düşünün.

Sadece sivrisineklere odaklanan, onu oluşturan bataklığa bakmaktan ısrarla kaçanların varacakları nokta acı, gözyaşı ve zulümden başka bir durak olmaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Başlığı talihsiz buldum. Anladığım kadarıyla göçmenlerin geldiği ülkelerdeki kötü yaşam koşulları bataklığa, göçmenler de sivrisineğe benzetilmiş. Asıl kastedilenin bu olmadığını, mecazi bir ifade ile problemin anlatılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Yine de insanları sivrisineğe benzetmek doğru olmamış. Bu insan onuruna yakışmaz. Ayrıca sivrisinek öldürülmesi gereken, öldürülmesinde bir sakınca görülmeyen bir canlı türüdür.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin