Ayasofya’nın sembolleri

SANAT | M. NEDİM HAZAR 

Ayasofya Kilise-Müze-Camii’ni tarihsel olarak üç başlıkta toplamak mümkün. Serimizin ilk bölümünde bir kilise olarak Ayasofya’ya bakmıştık. Özellikle Doğu Roma dönemi ve Ortodoks mezhebi için önemli olan yapı, bir süre Katolik ve Ortodokslar arasında da paylaşılamamış. İstanbul’un Fethi’nden sonra camiye dönüştürülmesi, Cumhuriyet’in ilanından sonra müzeye dönüşmesi ayrı başlıklar altında incelenmesi gereken hususlar.

Biz serimizin bugünkü bölümünde bu tarihi mabedi tarihsel sembolizmi perspektifinden ele alacağız.

Malum, geçen haftaki yazımızda Ayasofya mimarisine bakarken Justinian’ın tarihi kiliseyi ısrarla dikdörtgen yapıda ve kubbeli görmek istediği için dönemin pek çok mimarından ret cevabı aldığını ifade etmiş ve şöyle demiştik: “İmparator Justinian bu iki mimarı huzuruna çağırır, Süleyman Mabedi’nin çizimlerini göstererek benzer bir mabet inşa etmek istediğini söyler. Her iki mimar da bunun mümkün olmadığını söylerler lakin bu ret Roma hükümdarını yolundan çevirmeyecektir.”

Peki, Romalı komutan ve imparator neden böyle bir mimaride ısrarcı olmuştur. Bu sorunun cevabını Ayasofya’nın neredeyse her metrekaresine oturtulmuş olan güçlü sembolizme bakarak vermek mümkündür.

Maddi yani politik ve dünyevi, manevi yani ruhsal ve dini olarak iki başlığa altında toplayabileceğimiz Ayasofya sembolizmi, yapıyı benzeri mabetlerden ayırmaktadır. Enteresan olan durum ise, yapının İslamlaşmasından sonra her iki dinin ortak değer ve sembollerinin duvarlardan kubbesine kadar pek çok noktada yerini alması, dolayısıyla iki dinin barış ve uyum sembolizmine tarihteki belki de tek örnek teşkil etmesidir.

Prokopius’in Revenna’da bulunan San Vitale Kilisesi’ndeki mozaiği…

Yüzyıllar boyu süren bir dönem boyu Ayasofya, antik çağdan modern dünyaya köklü bir değişimi temsil ederken, aynı zamanda dinamik sürekliliği de simgeler. Bu ibadethane, yıllarca süren titiz mühendisliğin ve yıkılan diğer iki kilisenin üst üste binmesinin sonucudur. Geleneksel Helenistik mimarinin Hristiyan karakteriyle uyumlu hale getirilmesiyle, yeni bir kültürel çağın habercisi olan yeni güzellik kavramları tanımlanmıştır.

DÜNYEVİ-SİYASİ SEMBOLİZM

Antik dünyanın son tarihçisi olarak anılan Prokopius (ki Justinian ile enteresan bir kader birliği vardır) yapıyı Kudüs Tapınağı’nı veya Ezekiel’in Tanrı’nın tahtı vizyonunu anımsatan terimlerle tanımlar. Ona göre; Tanrı’nın yaşadığı yer olarak kilise mimarisine yönelik yeni bir tutum vardır…

Daha sonraki dönem Bizans yazarlarında (örneğin Narratio) bu anlatı çok yüz bulmaz ve bilinçli bir tarihsel bükümlemeyle daha genel kutsal çağrışımlar uygulanır: Konstantinopolis şehri yeni Kudüs olarak kutsallaştırıldığı için kilise yeni tapınaktır.

Justinian döneminde Ayasofya tam bir üniversite gibidir de. Ayasofya’ya bağlı 60 rahip, 100 keşiş, 40 dekan, 90 yardımcı, 110 öğretim üyesi, 25 katip ve 100 kapıcı görev yapmaktadır.

Ayasofya sembolleri o kadar etkilidir ki, Rusya’nın bir büyükelçi vasıtasıyla salt Ayasofya etkileşimi yüzünden Ortodoks olduğu efsanesi de vardır. Ve enteresandır bu efsane ve gizem mirası Kilise Müslümanlaştıktan sonra da devam eder.

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle konulan avizeler, mabedin sembolizmini zirveye taşır.

Mozaik ve mermer dekorasyon ve bu dekorasyonun Ayasofya’nın iç mekânıyla ilişkisi, binanın temel karakteristiğini oluşturur: Aşkın, ruhani bir vizyonudur bu!

Dört dönümlük anikonik altın mozaik ve mermer kaplamalar, mimarinin ağırlıksız, kaydileştirilmiş kalitesini vurgulamak için tasarlanmış sepetlerle yapıyı adeta gerçeküstü bir noktaya taşır. Bu kalıcı süslemelere ek olarak, ipek perdeler, altın ve gümüş mobilyalar, ikonlar, avizeler ve ayinle ilgili kaplar iç mekânı dolduracak ve mekanın görsel ihtişamına katkıda bulunur.

Ayasofya Kilisesi’nin henüz inşa aşamasında düşünülerek kurgulanmış bir sembolizm çabası vardır. Yapının dikdörtgen olup üstünde kubbe olmasının çok önemli bir politik nedeni vardır örneğin. Şüphesiz ilk ve en önemli neden kendine rol model olarak Süleyman Tapınağı’nı şeklen almasıdır. Öte yandan hemen hemen tüm ilk Hristiyan kiliselerinin mimarisi de dikdörtgen bazilikalardı.

Kubbe ise bir Roma icadıdır.

Roma’daki Pantheon pagan Roma İmparatorluğu’nun en önemli tapınaklarındandır mesela. Buradan Hristiyanlığın Musevi temellerini binanın şeklinde, Roma temellerini de kubbede görmek mümkündür. Bu bağlamda nasıl Justinian’ın ülkesi Yeni Roma ise, Ayasofya da bir nevi Yeni Pantheon olmuştur.

Süleyman Tapınağı’nın temel bir planı vardır ve üç ana bölümden oluşur: Dış Avlu (Kadınlar Avlusu), Kutsal Alan ve En Kutsal Alan.

Dış Avlu halkın bulunabileceği alanlardır. Kutsal Alan kâhinlerin ritüeller, ibadetler, kurban ve sunu için hazırlıklar yaptığı alanlardır. En Kutsal Alan ise herkese kapalıdır; zira Hıristiyan inancına göre Tanrı’nın Kutsal Ruh’unun bulunduğu alandır. O bölgeye yılda bir kez sadece Baş kâhin, halkının günahlarının affını dilemek için girebilir.

Ayasofya da aynen bu şekilde üç ana bölümden oluşur.

Dış Narteks, İç Narteks ve Naos (En Kutsal Alan).

Planlarda da rahatlıkla görebileceğimiz gibi alanların boyutları tam anlamıyla birbirine zıttır. Süleyman Tapınağı’nda dış avlu en geniş alanı oluştururken, Ayasofya’da ise en küçük alan olarak görünür.

Süleyman Tapınağı’nda Kutsal Alan biraz daha küçük bir alan oluştururken, Ayasofya’da rahiplerin hazırlık yaptığı İç Narteks biraz daha büyük bir alan oluşturur. Süleyman Tapınağı’nda sadece Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nun bulunduğu alan en küçük alanı oluştururken; Ayasofya’da En Kutsal Alan yani Naos en büyük bölümü oluşturmaktadır.

Bunun ise tek bir nedeni vardır: İsa Mesih’in çarmıhtaki fiiliyatı!

Hıristiyan Ortodoks inancına göre, İsa Mesih ümmetinin günahları için çarmıha gerildiğinde, tapınağın En Kutsal Alanı’nı örten perde yırtılır. Nitekim bu bahis Matta 27:51’de ayrıntılı olarak anlatılır. Ve bu adanmışlık ile artık Tanrı ile insan arasındaki engellerin kalktığına inanılır Ortodokslukta.

Bundan dolayı artık Kutsal Ruh insandan tamamen izole olan bir varlık değil; tam tersine Pentikost Günü (Elçilerin İşleri 2:1 – 47) sonrasında insanlarla tek bir parça olan bir varlıktır. İnananlar artık Kutsal Ruh aracılığıyla En Kutsal Alan’a, yani Naos’a girebilecektir.

MANEVİ-UHREVİ SEMBOLİZM

Kubbeye baktığımızda yuvarlak bir şekil görürüz ve yuvarlak şekil, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü sembolize eder. Kare ya da dikdörtgen de sınırları sembolize eder. Ayasofya bu ruhsal sembolizminin kaynağı da yine Süleyman Mabedi’dir.

Kudüs’teki Süleyman Tapınağı Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nın bulunduğu, Tanrı’nın halkıyla bir arada yaşadığı, yerin ve göğün birleştiği yerdir Ortodoks inancında. İlk günahla birlikte Tanrı ve İnsan, Yer ve Gök arasında bir ayrılık yaşanmıştır.

Bu önerme aslında Yeni Ahit’in en temel diskurudur: Göksel (semavi) egemenlik ile yeryüzünün egemenliği birleşecektir. Matta 6:10, Yeni Antlaşma’da Rabbin Duası’nda da bu mevzu şöyle yer alır: “Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun.”

Dolayısıyla göğün ve yerin buluştuğu yer olması açısından da Ayasofya önemli bir sembolizm içerir.

Orijinal kubbeye bakıldığında, kubbenin merkezinde İsa Mesih’in tahtından aşağı baktığı bir mozaik bulunur. Kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen bingiler üzerinde ise Serafim (Seraphim) melekleri bulunur.

Bu ilginç tasvirde Yeşaya Peygamber, evrenin yaratıcısı ve kralı olan Tanrı’yı tahtında gördüğünde, tahtın etrafında dört Serafim vardır.

Hıristiyan kaynakları (örneğin Yeşaya 6) Serafimleri altı kanatlı yaratıklar olarak betimler. Bu melekler aynı zamanda ilahi merkeze en yakın olanlardır. Dolayısıyla Tanrı’nın huzuruna çıktıklarında, O’nun dayanılmaz kutsallığı karşısında iki kanatlarıyla ayaklarını örterken, diğer dört kanatlarıyla da yüzlerini örterler.

Tüm kiliselerde sunulan sunakların olduğu yere Apsis denir ve bu alan kilisenin en kutsal bölgesidir. Bu bölge Katolik, Ortodoks, Anglikan kiliselerinde aynı yönü; doğuyu gösterir.

Bu durum Ayasofya’da tamamen farklıdır. Ayasofya’nın Apsis’i güneye dönüktür. Bunun nedeni, Yeni Yeruşalim’in Yeni Tapınağı olması dolayısıyla Kudüs’e dönük olmasıdır.

Tarihçiler Ayasofya’nın açılışına dair çok enteresan bir ayrıntıyı nakleder. Buna göre 27 Aralık 537’de son derece gururlu olan Justinian, ilk ayin esnasında bu görkemli yapının İmparatorluk kapısında durur ve şöyle der:

“Ey Süleyman! Seni geçtim!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin