Avrupa’da Bella Ciao’lu hava durumu

YORUM | YÜKSEL DURGUT

Dünyanın en demokratik ülkelerinden İsveç’te 11 Eylül’de genel seçimlerin yapıldığı günün akşamında, 26 yaşındaki bir politikacı, kolunu kaldırarak ‘Hafta sonu zaferi’ anlamına gelen “Helg … seger” nidasıyla ülkenin ikinci en büyük parlamenter partisi olma zaferini kutladı. Bu selamı ülkedeki muhalifler, bir Nazi selamı olan ‘Sieg Heil’ olarak yorumlayarak büyük tepki gösterdiler. 

İsveç Demokratları (SD) Partisi Stockholm’de bir sonraki hükümeti kuramayacaklar ve muhtemelen resmi olarak bunun bir parçası bile olmayacaklar. Ancak verdikleri destek, zayıf parlamento çoğunluğu göz önüne alındığında bir sonraki sağ koalisyonun iktidarda kalmasında etkili olacaktır.

Avrupa neoliberalizmine karşı verilen neo-faşist tepkiler yeni değil. Avusturya’daki Özgürlük Partisi (FPÖ) bu yüzyılda ortaya çıktı. FPÖ’yü Hollanda’dan Geert Wilders’in liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV), Danimarka Halk Partisi (DF), Norveç’in İlerleme Partisi (FRP), Gerçek Finliler partisi (PS) ve Marine Le Pen’in Fransız Ulusal Birlik partisi izledi. 

Sovyetler Birliği’nin çöküşü esnasında sağa sürüklenen ve sonrasında birçok fikri reddederek “komünist” geçmişlerinin otoriter yönlerini benimseyen eski Doğu Avrupa uluslarını bu listenin dışında tutuyorum. Viktor Orbán’ın Macaristan’ı, Putin’e yakınlığıyla bu liste dışında kalan en bariz örnek. Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin de ileride bu kervana katılmayacağını kimse garanti edemez. 

MARSHALL PLANI VE ŞANTAJI

Avrupa’da aşırı sağın yeniden canlanması, neo-faşist güçlerin çekiciliğine bağlanamaz. Bir zamanlar sol olarak bilinen şey çoklu başarısızlıklarının bir sonucudur. En azından 1980’lerden bu yana, sözde aydınlar Sovyetler’in yeniden ayağa kalkmasını engellemek için “Reagan-Thatcher” döneminin neo-liberal ekonomilerini benimsediler. 

1940’ların sonlarından itibaren Doğu Avrupa’nın birçok yerinde tek adamlı rejimlerin ortaya çıkması göz önüne alındığında bile Rusya’nın bu ikinci yükselişi pek çekici görünmüyordu. 

Ancak o zamana kadar ABD’nin Avrupa’da eşit derecede aktif olduğu da unutulmamalı. II.Dünya Savaşı sonrasında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konulan ABD kaynaklı, antikomünist hedefleri olan Marshall Planı olarak da bilinen bir ekonomik yardım paketi hazırlanmıştı. Yeni başlayan Soğuk Savaş’ta diğer tarafı seçen tüm Batı Avrupa devletleri Marshall Planı’ndan dışlanma tehdidi ile karşı karşıya kalmıştı. 

Bu şantajın pek etkili olduğu söylenemez. Ve öyle olması da beklenmiyordu. Bu nedenle CIA’nin en eski gizli operasyonları arasında, faşizme karşı direnişteki kilit rolleri nedeniyle oldukça popüler olan komünistlerin ve müttefiklerinin savaşı kaybetmeleri için özel bir çaba vardı. 

BEN GİORGİA

Silvio Berlusconi 1990’larda popülist sağcı bir alternatif olarak ortaya çıktı. İtalya yıllarca, her iki tarafı da yozlaşmış hem piyasaya hem de mafyaya borçlu, sözde Hristiyan Demokratlar ile neo-liberal kapitalizme yatkın ‘sosyalistler’ arasında bocalıyordu. 

İtalya’nın savaş sonrası istikrarsızlığının efsane olarak anıldığı bir yerde, İsveç uzun zamandır sosyal demokrasinin kalesi olarak görülüyordu. Sözde İsveç solu, neo-liberal merkeze çok yakın bir konuma geldi ve tatmin etmeyen statükoya da yer açmış oldu.

Solun çekiciliğini azaltan, sadece Avrupa’nın terakkiperver siyasi söylemlerini benimseyen neo-liberalizme (uzun süredir devletin sorumluluğu olarak görülen sağlık, eğitim ve diğer hizmetlerin özelleştirilmesi dahil) doğru bir sürüklenme değildi. Aynı zamanda milliyetçi sağın göçmen karşıtı fikirlerini de benimsediler. 

İtalya’nın yeni kadın Başbakanı Giorgia Meloni’nin seçim konuşması da ekonomi politikalarından çok kimlik politikaları üzerineydi. Otobiyografisine “Ben Giorgia” adını verdi. “Ben Giorgia’yım, ben bir kadınım, ben bir anneyim. . . Ben bir Hristiyan’ım.” açıklaması yaptı.  

Giorgia Meloni, Benito Mussolini’nin 31 Ekim 1922’de iktidara gelmesinin yüzüncü yılında başbakan olarak iktidara geldi. İtalya’da artık farklı bir senaryo ortaya çıktı. Partisinin Türkçe anlamı İtalya’nın erkek Kardeşleri (Fratelli d’Italia) olarak adlandırılıyor. Ama Meloni, İtalya’nın ilk kadın başbakanı oldu. Yüzyılın başlarında, Mussolini’nin İtalyan partizanlar tarafından idam edilmesinden bir yıl sonra, 1946’da ortaya çıkan neo-faşist Movimento Sociale Italiano’nun soyundan geliyor. 

Hitler ve Mussolini ile savaşmak için dağlara çıkan genç bir partizanın şarkısı olan “Bella Ciao” İtalya’da toplantılarda ve partilerde coşkuyla söylenir. Bu yılki seçim kampanyası sırasında bu şarkının artık söylenmemesi için çok mücadele edildi. Büyük tartışmalar yaşandı. Ancak son yıllarda, İtalya’nın modern radikal sağı, dünyanın en sevilen özgürlük şarkılarından birine karşı  başlattığı bir kültür savaşını da bu seçim zaferi ile kazanmış oldu. Muhalefetteyken bu şarkının okullarda yasaklanmasını isteyen Meloni’nin partisinin belki de ilk icraatı Bella Ciao’nun yasaklanması olacak. 

İtalyan parlamenter sistemi birçokları için çok sinir bozucu çünkü istikrarlı bir hükümet kurmayı zorlaştırıyor. İtalya, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana sahip olduğu düzinelerce farklı hükümet ve bu hükümetlerin kısa sürede fes edilmesiyle de ünlü. 

Meloni’nin vaat ettiği reformlardan biri, Başkanın doğrudan seçilmesinin önünü açmak. Bu önemli bir değişiklik. Ancak görünen o ki, üçte ikilik çoğunluğun gerisinde, bu da anayasal reformlar yapma konusunda işinin çok daha güç olacağı anlamına geliyor. Eğer İtalya, mevcut sisteminden Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesine doğru bir geçiş yaparsa, o zaman daha çok Macaristan’daki Viktor Orbán yolunda giden bir ülke izlenimi verecek. 

Avrupa, 1920’lerin ve 1930’ların ekonomik çöküşünün ve siyasi iflasının yaşandığı döneme sürüklenmiyor olabilir, ancak yakın gelecekte neler yaşanır bilinmez. Aynı Avrupa’daki hava durumu gibi. Evinizin camından seyrettiğiniz güneşli hava, dışarı çıktığınızda sağanak yağışa dönüşebilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin