Faşizmin ayak sesleri

YORUM | EKREM DUMANLI 

Geçen hafta yapılan İtalya seçimlerini, İtalya’nın Kardeşleri Partisi (FdI) lideri Giorgia Meloni’nin başını çektiği sağ ittifak kazandı. Faşist Mussolini’nin hayranı olarak bilinen Meloni İtalya’nın yeni başbakanı olmaya çok yakın. 

Bazıları bu seçimin İtalya tarihinin en düşük katılım oranına sahip olması nedeniyle kendini teselli etmeye çalışıyor. En düşük katılım dedikleri de yüzde 63,9! Bir başka teselli vesilesi de Meloni’nin partisinin yüzde 26 oy almış olması. İyi de hükûmeti bu faşist parti kuracak. Avrupa Birliği bu gelişmeyi kaygıyla izliyor. Nasıl izlemesin ki!

‘Bu da nereden çıktı, bize ne İtalya seçimlerinden’ diyebilirsiniz. Herhalde Türkiye’deki baskıcı Erdoğan rejiminin goygoycu basını da öyle düşünüyor ki İtalya’daki seçim sonuçları üzerine topa hiç girmedi. Oysa mevzunun bizimle de dünya barışı ile de yakından ilgisi var.

Nasıl mı?

Son on yıldır Batılı seçmenin tercihlerinde otoriter partilere doğru bir kayış gözlenmekte. Batı’da ırkçılığın hortlaması, faşist duyguların kabarması yeni bir olgu değil; lakin bu seferki fırtına bütün dünyada hissediliyor. İtalya ne ilk ne de son.

Yani?

Birikmiş öfke ile sandığa giden seçmen ‘kodu mu oturtan’ tiplere devletin anahtarlarını teslim ediyor. Hal böyle olunca demokratik yollarla başa gelen bazı iktidarlar modern demokrasi tecrübelerini ayaklar altına alarak yeni bir despotizm kurmaya hevesleniyor. Kitlelerdeki öfke patlamasının sebeplerini anlamadan faşist yönetimlerin cüretini anlamak mümkün değil.

Neden! Aşırı milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, toplumu kutuplaştırmanın ne kadar vahim sonuçlar doğurduğunu bile bile, insanlar niçin tekrar o acı hatıraları tecrübe etmek istiyor? İkinci Dünya Savaşı’nın vahim yıkımlarından sonra ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibinin neden güçlendirildiğini ve tek adam sisteminin nasıl denetime tabi tutulduğunu unuttu toplumlar.

Dünya yeni bir buhran yaşıyor; büyük çatlamalara yol açabilecek derin bir bunalım bu.  

Kabul edelim ki dünya tarihinin en büyük göç krizlerinden birini yaşıyoruz. Mazideki ‘kavimler göçü’ şu an yaşanan nüfus hareketliliğinin yanında solda sıfır kalır. Irak’tan, Suriye’den, Afganistan’dan başlayıp Meksika’ya kadar uzanan geniş bir alanda milyonlarca insanın mücbir sebeplerle Batı’ya sığınması hem mülteci kitleler için hem de onlara ev sahipliği yapan toplumlar için çok çetin bir imtihan. Göçenlerin yeni kimliklerine uyum sağlamakta yaşadığı sorunlar bir çırpıda çözülecek kadar basit değil. Dahası, kurulu düzenlerinin bozulduğunu düşünen yerleşik kitle, derin bir endişe taşıyor. Bu insanlar çoğu zaman hem ekmeğini paylaşmak istemiyor hem de kendi kültürünün saldırı altında olduğu fikrine kapılıyor. Gerisi, popülist siyasetçinin lafazanlığına ve bu endişeleri sömürerek oy devşirmesine bakıyor! Avrupa’da, Amerika’da, Güney Amerika’da bu dili kullanarak iktidara yürüyen liderler listesi azımsanacak gibi görünmüyor…

Biriken öfkede globalizmin büyük vaatlerle gelip temel sorunlara çare üretememesinin payı çok büyük. Neydi o parlak vaatler? Dünya küçük bir köye dönüşecek, etkileşim insanları birbirine yakınlaştıracak, toplumlar kaynaşacak, sınırlar yıkılacak vesaire vesaire… Bunların bir kısmı gerçekleşti el hak. Ancak gelir dağılımdaki adaletsizlik hala devam ediyor ve hayatta kalma mücadelesi daha da zorlaşmış görünüyor. Daha somut sorunların çözümünü bekliyor kitleler.

Bütün bu yılgınlığın arasında Putin’in yükselişi de politikacılar için iştah açıcı bir yönelişe dönüştü.  Sovyetler Birliği’nin küllerinden doğan Putinizm, tek adam sisteminin başarılı bir örneği sanıldı ve politik liderler arasında bir özenti havası oluştu. Erdoğan’ı iktidarının ikinci on yılında raydan çıkaran da özentidir. Meclisi zayıf, yargısı güdümlü, denetimi yetersiz, medyası prangalı bir iktidarın inşa edilebileceğine inandı. Çakma Putinler resmi geçidine katılabilmek için Avrupa Birliği fikrinden vazgeçti. Bu keskin yörünge değişikliği ile hukuk karşısında hesap vermeyeceğini de düşündü…

Batı Putin’i bitirmek istiyor. Putin ekonomik yaptırımlar sonunda tükenirse Putinizm de çöker diye düşünülüyor. Biraz da bu yüzden sert ekonomik tedbirler alınıyor; bu yüzden Ukrayna’ya ağır silahlar göstere göstere veriliyor…

Halk yukarıdaki fırtınaya tam anlam veremese de popülist milliyetçilikten, yabancı düşmanlığından, ‘ülke elden gidiyor/parçalanıyoruz’ söylemlerinden etkileniyor. Kendini güvende hissetmeyen halk kitleleri otoriter liderlerden medet umuyor. O liderler de aldıkları endişe/öfke pasını popülist söylemlerle gole çeviriyor. Faşizmin ayak sesleridir bunlar.  

Hollandalı ünlü düşünür Rob Reimen’in sıkça atıf yaptığı bir cümle var: “Faşizm demokrasinin piçidir.”

Aynen öyle.

O yüzden Hitler de Mussolini de demokratik yolları sömürerek ve çürüterek iktidara gelmiş; sonra da oturdukları koltuğu kumpaslarla güçlendirerek kendi mülkleri haline getirmek istemişlerdir. Ne var ki o hileli koltuk hiçbirine yar olmadı; olmayacak da. Ancak aradaki demokrasinin fetret dönemi toplumsal kargaşanın acı sonuçlara katlanacağını işaretliyor…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Avrupada sag partilerin güc kazanmasinin asil sebebi Korona tiyatrosudur, bu tiyatro sürecinde atilan yalanlar ve despotik adimlar insanlari bu sürecteki yanlislari elestiren tek kesimin sag partiler olmasi sebebiyle destek olmalarini sagladi. ve sizde bu sürecteki yanlislari görmezden geldiginiz icin bir nevi bu gidisata hizmet etmis oldunuz, bu sizin eseriniz, tebrikler,!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin