Atatürk ve demokrasisiz cumhuriyet

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlık savaşının komutanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından yeni bir devlet kurmuş, tarihe geçmiştir. Kurduğu cumhuriyetin birinci cumhurbaşkanıdır. Yine kendisi ve yakın arkadaşları tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kurucu genel başkanıdır. Bu partinin ideolojisinin mimarı, Altı Ok olarak bilinen temel ilkelerin bizzat hazırlayıcısıdır. 1923-1938 yılları arasında tek parti iktidarı vardı ve CHP, ülkeyi bir parti devleti olarak yönetti. Bu partinin tüm politikaları bizzat Atatürk tarafından formüle edildi ve hayata geçirildi. Sayısız reform yapıldı. CHP ve Kemalistler bugün dâhil cumhuriyetin bu ilk 15 yılında yapılanlara “Atatürk devrimleri” diyorlar.

Atatürk şüphesiz Türkiye politik tarihinde en önemli figürdür. Son 100 yıllık devlet deneyiminde hiçbir evre yoktur ki orada Atatürk’ün imzası görülmesin ya da onun belirleyici etkisi hissedilmesin. Türkiye Cumhuriyeti onun eseridir.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Atatürk elbette birçok olumlu reforma imza attı. Bu yazının konusu onun hangi reformlarının olumlu olduğunu tartışmak değil. Herkes Atatürk’ün düşüncelerine aynı değeri vermek zorunda değil. Belki birçokları onun yaptıklarını beğenir ve destekler, yine birçokları da yaptığı pek çok şeyi değişik perspektiflerden eleştirebilir. Ancak kesin olan şu ki hiç kimse onun yakın Türkiye yakın tarihinde oynadığı belirleyici rolü yadsıyamaz.

Atatürk’ün siyasi ve tarihsel bir figür olarak kim olduğu da, etkisi de Türkiye’de yeterince bağımsız ve nesnel olarak tartışılmadı. Halen de bu durum değişmiş değil. Bunun başlıca nedeni, Atatürk’ün tabulaştırılmış, kültleştirilmiş, mitleştirilmiş, hatta kutsallık atfedilme derecesinde dokunulmaz kılınmış bir insanüstü statü lider haline getirilmiş olmasıdır. Var olan Atatürk’ten farklı olarak, tarihselliğinden arındırılmış, putlaştırılmış bir lider kültü inşa edildi. Bu kült, modern Türkiye’de eğitim müfredatı üzerinden kitlelere endoktrine edildi. Resmi bir Atatürk yaratıldı. Her yaptığı doğru addedilen, hiçbir fikri veya eylemi sorgulanamaz olan bir Atatürk! Bu yapılırken, cımbızlama yöntemi kullanıldı. Yani dönemi ruhuna veya meşruiyet kazandırılması istenen fikre/politikaya uygun bir Atatürk inşa ettiler. Bunu yaparken, esasında Atatürk’ün tarihe mal olmuş her reformuna, politikasına, düşüncesine, idealine vs. büyük zarar verdiler. Atatürk’ü putlaştırırken, onu aslında yok ettiler. Kısır gündelik siyasetin malzemesi yaptılar. Atatürk, iktidarlar için aynı dini alan gibi bonkörce kullanabildikleri, kimsenin hesap soramayacağı, istismara çok uygun bir alan ola geldi.

Bugün Atatürk’ün adını kullanan çok geniş bir siyasi rant alanı var.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti birçok sorun yaşıyor. Çağcıl ve süregelen sorunlara 1920’lerin ve 1030’ların politikalarından, düşün evreninden, olgu ve kavramlarından çareler aramak rasyonel değil. Koskoca bir ana muhalefet partisi olan CHP, halen Kemalizm ideolojisini, Altı Ok’u ve Atatürk’ü yol haritası olarak kavrıyor ve konumlandırıyor. Bunu yaparken Atatürk’ü yukarıda ele aldığım bağlamda aletselleştiriyor, bir tür enstrümana veya manivelaya indirgiyor. Kemalizm 1920’lerin ve 1930’ların bir Ortadoğu ülkesi olan, yoksul, ulusal bütünlük sorunundan muzdarip, İmparatorluk sonrası kimlik bunalımı yaşayan, endüstrileşememiş, altyapısı olmayan Türkiye’ye pragmatik çözümler üretmeye çalışmıştı. Evrensel ve katı bir ideoloji ortaya koymadı. Bilakis, o dönemin koşullarına hitap eden ve Mustafa Kemal’in dünya görüşünü yansıtan bir çözüm reçetesi oluşturdu. İyidir-kötüdür tartışmasının dışında, durum bu kadar yalındır.

Bugün Atatürk’ün ideolojisini kapsayıcı ve felsefi ideolojilerle (mesela sosyalizmle ya da liberalizmle) karşılaştırmak ne mantıklıdır, ne de olanaklıdır. CHP’nin Kemalizm’iyle sosyal demokrat olması mümkün değildir. Bu portakaldan elma tartı yapmaya çalışmak kadar anlamlıdır. Kemalizm bir modernleşme projesidir, ama belirli tercihler yapmıştır. Onun ana yönelimini devam ettirmek yaklaşımı anlamlı olabilir, ama onun 1930’lardaki tercihlerini 2020’lerde uygulamaya çalışmak mümkün olsa da, sosyal demokrat veya sol olmadığı gibi, rasyonel ve anlamlı da olamaz.

Gelelim diğer bir önemli tartışmaya. Yazının başında sorduğum üzere, tarihsel Atatürk’ün kim olduğu sorusuna. Evet, Atatürk Kurtuluş Savaşı komutanıdır ve kahramanıdır. Evet, cumhuriyetin kurucu iradesinin ta kendisidir. Evet, son 100 yıla şekil vermiş büyük bir reformcudur, vizyonerdir, karizmatik bir liderdir, saygıyı hak eden bir devlet adamıdır. Fakat Atatürk bir demokrasi kurucusu değildir. Temel hak ve özgürlüklerin gelişmesine katkısı olsa da, özgürleştirici bir rolü yoktur. Mono-etnik, Türk nasyonalizmini merkeze almış, asimilasyoncu politikaları formüle etmiş ve uygulatmış bir politikacıdır. Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslim azınlıkların, liberallerin, İslami muhafazakârların vs. hukukunu sistematik olarak yok saymış bir rejimin kurucusudur. Uzun erimli niyeti belki bir demokrasi inşasıydı. Bunun emareleri olarak çok partili sisteme geçiş denemeleri gösterilmektedir. Bu bir dereceye kadar doğrudur. Fakat bu denemeler başarılı olmadı. Tarih, geliştiği şekliyle şekillendi. Bu gerçek tarihte Atatürk’ün kurduğu rejim bir tek parti diktatörlüğüdür. Atatürk siyaset bilimi literatürünün tanımına göre bir diktatördür. Onun progresif-reformist ve devlet kurucu bir diktatör olması, diktatör olma durumunu görmezden gelmemizi sağlamaz. Yaptığı birçok olumlu reformun da diktatoryal yöntemlerle yapıldığı bir gerçek. Zaten tüm devrimcilerin konumu budur. Lenin ve Mao da toplumsal dönüşümlere neden olan politik tercihlerde bulundu. Atatürk’ün yaptıkları, izlediği yöntemler ve metotlarla, tek parti rejimiyle, gücü sınırlandırılmamış iktidarıyla, Lenin ve Mao’yla mukayese edilebilir. Progresif-reformist liderlik, kullanılan yöntemin-metodun diktatoryal olma durumunu değiştirmez.

Siyaset bilimine göre diktatörlük, hükümet gücünü elinde tutan, siyasi çoğulculuğa ve bağımsız medyaya hiç ya da çok az tolerans gösteren, tek bir lider ya da liderler grubu ile karakterize edilen bir rejimdir. Yani mutlak gücün tek liderde veya küçük bir klikte yoğunlaştığı, tek parti rejimidir. Bu tür bir rejimin başındaki karar alıcı diktatördür. Diktatörlükler despotiktir. Bu rejimler hukuka tabi değildir. Liderleri genellikle mitleştirilir ve dokunulmaz kılınır. Öldükten sonra da resmi tarihle korunur. Devletin kurumsallaşmasının merkezine bu lider kültü yerleştirilir. Bu tarih yazımı zamanla konsolide olur ve betonlaşır. Devletin varlığıyla diktatörün varlığı (ve resmi olarak formüle edilen ideolojisi) birbirine kenetlenir.

Türkiye’de durum budur.

Tarihsel figür kimliği dışında, mitleştirilen Atatürk, bugün Kürt sorunundan devletin üniter yapısına, etnik Türk-üstünlükçü asimilasyoncu devlet politikasından ulusal kimliğe, tarih tezlerinden derin devletin meşruiyet bahanelerine inanılmaz belirleyici bir rol oynuyor. İşin tuhafı, bu politik alanlarda filtreden geçirilen Atatürk versiyonları (daha doğrusu yorumları) belirleyici. Herkes tarafından işine geldiği gibi kullanılan bir tür enstrümana dönüştürülen Atatürk’e kanımca bu yolla saygısızlıkların en büyüğü yapılıyor.

Atatürk, tarihsel bağlamında, Kurtuluş Savaşı kahramanı ve devlet kurucusu olarak elbette çok önemli bir kişiliktir. Bu şekilde tarih kitaplarında ve müfredatta yerini almalıdır. Ancak modern ve çağcıl sorunlara çözüm adresi değildir. Kompleks ve çözüm bekleyen birçok mikro ve makro soruna çağcıl formüllerle çözüm aranması daha yerinde olur. Bu, Atatürk’ün genel modernleşme ve ilerleme hedeflerinden sapma anlamına gelmez. Onu bir sabite olarak almak, bilakis ilerlemenin de dönüşümün önünde engeldir.

Türkiye modernleşmeli ama demokratikleşmeli de. İnsan haklarına saygılı, azınlık haklarını harfiyen uygulayan, cinsel eşitlikleri, seküler devleti, Batı yönelimini, hukuk devletini, ademi merkeziyetçiliği, kalkınmacılığı ve birçok diğer olumlu hedefi takip eden bir ülke olmak zorunda. Her türlü dogmadan, tabudan, mitleştirmeden, betonlaştırmadan arınmış bir tarih yazımına her zamankinden daha fazla gereksinim var. Atatürk’ü tarihe emanet ederek onu rahat bırakmanın vakti geldi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. İlkokul müfredatından öteye gitmeyen ve ilkokul tadında lezzetler taşıyan bir Atatürk figürü ve Atatürkçülük anlayışı ile günümüz meselelerini ele almalıyız. Atatürk’ün şahsı manevisini ayrı tutarak, o dönemin politik ve siyasi kararlarını bir üniversite müfredatı boyutunda ele almalıyız. Bu anlayış ne övmek ne de yermek olmalıdır; eleştirel olmalıdır. Fatih İstanbul’u feth etmiş, peygamber müjdesine nail olmuş bir komutandır. Ama onun kardeş katli ile ilgili ortada bir fermanı var; halk bunu görmezden gelebilir, ama tarihçi bunu görmezden gelemez. Kanuni Osmanlı’yı zirveye taşımıştır, ama Şehzade Mustafa’yı oğlunu boğdurmuştur. Cemel vak’aları, Kerbelalar da ha keza öyle. Tarih okumaları bu perspektifte yapılmalıdır.
    Modern Türkiye için benim aklıma gelen iki temel doktrini var Atatürk’ün: 1) Yurtta barış, dünyada barış. Diğeri de 2) Muasır medeniyetler seviyesine yükselmek. Bu iki temel doktrin modern Türkiye’nin demokratikleşmesi için izlenmesi gereken yoldur.

    • Osmanlı ve türk tarihinde – ortaçağda iki kardeş arasında olan sehzade kavgalarında kaç bin asker öldü onuda düşünmek gerekir . Boğdurtması caizdir değildir Allah bilir ama eğer ki iç savaş – bölünmeyi gerçekten önler nitelikteyse farklı değerlendirilebilir .

  2. Bravo çok yaşa senin ile hem fikirim ,ancak bu kadar güzel anlatımınfan dolayı .Hem fikirim, ancak büyukbir sorun var sanırım ve çok zor çoözulebilir bir aşamada” ATATÜRK CHP VE BAZİLARİNCA BİR İLAHTİR , İLAHLAR DA ASLA YANLİŞ BIR ŞEY YAPMAZLAR ” YANİ İLAH ATATÜRKÜ SİLMEDEN ,BÜYUK LIĞDERİ KABUL ETTIREMEYİZ ZİRA BÜYÜK LİĞDER İLAH LIGDERDEN ÇOK ÖNEMSIZDİR! BUNU SÖHLEYEN DENEYEN ATATÜRKE SADECE SÖVEN BIRI GIBI ALGİLANİR VE KABUL EDİLİR VEDE CEZALANDİRİLMAYİ HAKEDER SADECE ONUN KULLARİ NEZDİNDE !

  3. Atatürk ün döneminde Avrupada ingiltere , fransa ve isveç dışında demokratik devlet yok denecek kadar azdır . Bu durum Atatürk’ün de despotik bir lider olduğunu değiştirmez ; Hükümetin bir numaralı adamı Başbakan İsmet inönü ve diğerlerini görevden alırken kime danıştı sadece kendine 🙂 Atatürk öldüğünde veya hayattayken Cumhurbaşkanlığı başbakanlık seçimi oldu mu , hayır . Atatürk den önce cumhuriyet e geçiş ve bağımsız meclis denemeleri olmuştu , devletin bu manada birikimi vardı , keşke bunları hayata geçirebilseydi ama yapmadı veya yapamadı.

  4. Hep eksik kalan birşey var. Diktatörlüğünü gösteren devrimleri atatürk ilk defa ne zaman planladı. Yani doğaçlama mı gelişti yoksa planlı mı? Planlı ise adam bu devrimleri ne zaman planladı? Bu hikayede eksiklik var. Ayrıca devrimler için kimden etkilendi. Yani bu devrimlerin fayda sağlayacağını nereden okudu. Bu devrimleri kendisi mi planladı. Şöyle şöyle yaparsam çok iyi ederim diye mi düşündü? Yani savaştan sonra mı aklına geldi bu devrimler. Birisi mi dayattı? Yoksa savaştayken ben yunanlıları bir yeneyim sonra devrimlere başlayacağım mı dedi? Savaştaki askerler devrimlerden haberi varmıydı? Yani devrim için mi savaşıyordu? Tıpkı leninin ordusu gibi. Yani askerler devrimler için mi savaşıyordu? Yunanlılar vahdettin adına mı savaşıyordu? Devrimciler yunanlıları mı kovmuştu? Yoksa devrim düşüncesi savaştan sonra mı oluştu. Yatağında yatarken birden bire düşünürken devrim yapmalıyım mı demişti? Neleri düşünmüştü? Çıkış yolu olarak devrimi mi buldu. Peki şapka ve dil devrimlerinde neler düşünmüştü. Eğer şeklen ingilize benzerlerse türkler de zamanla ingiliz gibi olur diye mi düşündü? Dil karışık bir konu ama bir alman şekspirin eserlerini hiç takılmadan okuyabilirken türkler atatürkün konuşmalarını bile anlamakta zorlanıyor. Yani dilimizi değiştirme kararı tam da osmanlının yıkım kararına denk gelmesi tesadüf mü? Yani bir evde yangın varken kitaplıktaki kitapların yerini düzenlemek normalmidir? Parçalanmış osmanlıyla beraber osmanlı kimliği de parçalanmıştı. İnsanların yeni bir kimliği oluşturmasına fırsat vermeden o insanların diliyle, şapkasıyla oynamak sadece diktatörlük değildir. Fırsatçılıktır. Hem bir insanın gelişimi bile yıllarca sürüyorken yıkılmış bir kimliği tedavi etmek, yaraları sarmak yerine o parçalardan birbiriyle alakasız yeni bir yap boz yapmak atatürkün ne kadar çocuk ruhlu olduğunu gösteriyor. Çünkü çok ciddi kimlik sorunlarını iki tane devrim ile düzelteceğini sanıyor. Bir çocuğu yetiştirmek için öğretmenler yıllarını verirken atatürk insanların kimliği ile dalga geçercesine onlara şekil veriyor. Bir insanı yetiştirmek zordur. Diktatörlük en kolay yoldur. En kestirme en basit yoldur. Önemli olan zor yolu seçmektir. Gerçi bir insanın kimliğini değiştirmeye çalışmak da zor bir yoldur. Uygurların toplama kamplarında aldıkları eğitim gibi yada kazakların rus misyonerler tarafından yönlendirilmesi, kontrol ve takip edilmesi gibi.

    Yeni rejim eski rejim artık işe yaramadığı için eskinin revize edilmiş halidir. Rejimi değiştirmek bile çok sancılı oldu ama maskelemeler ile başardılar. Tekrar başa döndürdüler. Tekrar türkler yönlendirilecek, kontrol ve takip edilecek. Bu sefer daha sıkı takip edilecek. Beklenen performansı göstermeyenler yönlendirilecek, uyarılacak ve cezalandırılacak. Yine ohal şartlarında bir değişiklik. Adeta ameliyata alınır gibi kimse tayyipe dokunmadı, sesini çıkarmadı. Adeta bir sessizlik oldu. Herkes sustu. Soykırıma maruz kalanlar kimseden ses duyması. Sanki bütün türkiye tek yürek olmuştu. Ortaya bazı insanlar suçlu diye atılmıştı. Sahne güzel seçilmişti. İnsanlar soykırıma uğrayan insanara nefretini kusarken arka planda rejimi değiştirmişlerdi. Garip değilmi kimse atatürkün kurduğu rejimin değiştirilmesine itiraz etmiyordu. Yani bizim bugün atatürkü tartışmamız kimsenin umrunda değil ki. Aslında özünde kimsenin atatürkü tanıdığı yok. Değerlerini ortaya koyanlar yok. İnsanlara atatürk adına müslümana küfretmek öğretilmiş. Atatürkçülüğü bu sanıyor. Küfür edince iyi birşey yapmış oluyor. Yani atatürkü savunmuş oluyor. Atatürk bize niye şapka giydirdi? Batılılaşalım diye. Peki şu anda batılılaşmadan bahseden var mı? Yok. Çünkü hepsi yalan. Aslında atatürk sevgisi de yalan. İnsanlar sadece korkutulmuş. İslam gelirse sizi şöyle yapar böyle yapar diye korkutulmuşlar. İnsanlar atatürkü seviyor refleksiyle değil korku refleksiyle dindara küfür ediyor. Rejim aferin iyi iş çıkartıyorsun dediği için başını okşanmış hissediyor. Savaşta kendisi iyi tarafta oluyor müslüman kötü tarafta. Kendisi yunanı denize döken oluyor karşı taraf yunan oluyor. Yani müslümanı yunan cephesine sokuyorlar. Böyle bir sahnede filmde hangisini düzelteceksin. Yeni rejimde eski sahneyi sildiler. Kimse laik yada antilaik değil. Teröristler ve kahramanlar var. O zaman yunan sahnesi çekilmişti, ingilizler yunanı üzerimize salmıştı. Bu dönemde ise f16 ları, tankları üzerimize saldılar. Hikaye baştan sona yeniden yazıldı. Kimse atatürkten bahsetmiyor bile. Halbuki batı değerlerinden uzaklaşıyoruz. Atatürk batılılaşma taraftarı değilmiydi? Ne oldu atatürke? Atatürkü ne kadar yok saydıklarının farkındalar mı? Osmanlıyı batı yıkarken atatürk batılılaşmaya giriştiğinde kimse batıyı düşmanlaştırmıyordu. Herkes çağdaş, aydın olmaya çalışıyordu. Ne oldu da batı birden düşmanlaştı? Ne oldu da putin melekleşti? Batıya kafa tutan putin kahramanlaştı. Peki osmanlıda batıya kafa tuttu. Neden kahramanlaşmadı? Bunların cevabının verilmesi gerek. Bunların cevabını aramaya devam edeceğim. Bu bir ömür boyu sürecek bir süreç olacak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin