Ahmet’i ve umudu kaybetmek

FOTOĞRAF: SELAHATTİN SEVİ, KRONOS

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Hayatları altüst eden birkaç yıl… Ayaklarımızın altından kayıp giden bir zemin gibi… Bununla bir grubu, bir ideolojiyi, bir siyasi hareketi, partiyi veya bir dini cemaati falan kastetmiyorum. Kastettiğim, insanlar. Aileler. Özellikle de masum çocuklar.

Natali Avazyan’ın paylaştığı tweet sonrası Ahmet’in

vücudunun tedaviye cevap vermediğini öğrendim. Bürokratik engellerle kamufle ettikleri faşizmleriyle riske attıkları kaçıncı can, artık saymak da mümkün değil. Sadece Ege’de ve Meriç’te yitip giden çocuklar ve kadınlar değil; işkencelerde hayatını ya da aklını kaybeden zavallılar da değil. Dolaylı etkileri rejimin bunlar. Kötülük makinesinin yarattığı depremin artçı sarsıntıları, yaşanan! Ahmet’in yaşama şansı kalmadı. Çocuğu resmen ölüme mahkûm ettiler. Hatta onu infaz ettiler. Ahmet ölecek. Bunu yazmak ne kadar acı! Ama olan bu!

Demokrasi ve insan hakları mücadelesinin en temel gerekçesini hatırlatıyor bize bu. İnsanları yaşatmak! En temel insan hakkı olan yaşam hakkının sağlanması, insan hakları müktesebatının en tepesinde yer alan birincil bir önceliktir. Hayat olmadan demokrasinin de hukukun da anlamı yok. Ahmet’in hapishanede süründürdükleri babasının da, dışarıda cehennemi yaşattıkları gariban anneciğinin de artık umrunda olabilir mi, insan hakları falan? Geçiniz! Bu rejim, acıdan başka bir şey üretmiyor derken, arabesk bir şarkının kafiyeye uydurulmuş bir mısrasından bahsetmediğimiz sanırım artık anlaşılıyor olmalı. Yoksa çok mu iyimserim? Oysa içimdeki iyimserlik ölmeye yüz tuttu. Altüst olan hayatlarımızda biraz da çocuklarımıza ve sevdiklerimize, yani korumakla mükellef olduklarımıza küçük roller yapmıyor muyuz? İşte o Oscar’lık rollerin en önemlisi, güler yüzle “her şey yolunda!” demektir. İçiniz kan ağlarken, tebessüm etmek, Karadeniz’de gemileriniz batmışken doğan güneşin güzelim tan vaktinde suluboya ile boyanan pembe mavi gökyüzünü çocuklarınıza gösterip, “ne güzel bir gün bu böyle!” demek! Bu sahtekârlık mı? Olsa bile, bunu yapmadan nasıl ayakta kalacağız sahi?

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ama yarın ben bunu yapabileceğimi zannetmiyorum! Bu akşam batan güneşe karşı yazımı yazarken, klavyemde buğulanan harfleri görmeye çabalarken, buğulu gözlerimi çocuklarım görmesin diye içeri girmemeleri için adeta dua ediyorum! Ahmet hayata veda ederken, biz de umuda veda ediyoruz. Umutlar tükenirken, Ahmetler de tükenmiyor mu? Kara Efe Ahmet’in küçük ve sıska vücudu artık ruhunu serbest bırakmaktan başka çıkar yol görmedi herhalde. Demokrasi ve insan hakları nedir diye soran öğrencilerime Ahmet’i anlatsam, olmaz mı? Ahmet’in öyküsü, neden hukukun evrensel olması gerektiğine örnek oluşturmuyor mu? Ahmet’e üzülmek, bizim belki de insan olmamız için gereken en önemli ölçütlerden biri olamaz mı? Batan güneşe karşı ben bunları düşünürken, acaba Ahmet’in babası hapishanede ne düşünüyordur? Annesi, kocasına Ahmet’in vücudunun tedaviye yanıt vermediğini nasıl söyleyecek? Nasıl bir konuşma geçecek aralarında? Güneş batmak üzere! Sizin toplumunuz ve ülkeniz batsın demiyorum! Çünkü o ülkenin ve toplumun da kurban olduğunu biliyorum. Bu siyasi cehennemin mimarı rejimin oluşmasına katkı veren herkese lanet olsun! Ahmet yaşarken onu ölüme mahkûm eden tüm sorumlular, sizlerden hukuk önünde hesap sorulana kadar demokrasi mücadelesini bırakmamaya ant olsun.

FOTOĞRAF: SELAHATTİN SEVİ, KRONOS

Kendi sorunlarımıza nasıl eğilebiliriz ki bu ortamda? Ortada Ahmetler varken, nasıl olur da kendi küçük dünyalarımızın günlük problemlerine odaklanabiliriz? Oysa acıları yarıştırmayalım diyordu biri, haklı olarak geçenlerde. Evet! Herkesin acısı kendine yeter. Fakat tamir edilemeyecek olana daha çok üzülmek gerekmiyor mu? Gözümün önünde o sedyede yatan ve buruk-buruk bana bakan Ahmet!

Tüm bunlar yaşanırken, hiçbir şey yokmuş gibi insanlar havadan sudan konuşmaya devam ediyor. Kız öğrencilere en aşağılık işkenceler yapılırken, Diyarbakır Belediye Başkanı’na dokuz buçuk yıl hapis cezası verilirken, samimi arkadaşlarımdan birine savcılık mütalaasında bir dolar bulundurmaktan ve gazetede yazı yazmaktan terörizmle iltisak fabrikasyonu yapılarak hapis cezası talep edilirken, ben de üniversitede işimi kaybetmek üzereyim. Birbirinden kopuk tüm bu olayların bir ortak noktası var, o da rejim. Bu rejim, varlığı ile hiç durmadan, hatta geometrik bir artışla zulmediyor. Ahmet, bu zulmün bir deri bir kemik kalmış, ete kemiğe bürünmüş şekli! Ahmet’i ah bir yaşatabilseydik! Umudumuzu da yaşatmış olacaktık işte.

Çok geç kalınmış, öyle diyor annesi. Geç bırakıldı aslında. Bilerek ve isteyerek anne oğul onları öyle süründürdüler. Evraklarının altında imzası olanlar, Ahmet yaşamasın istedi. Ahmet’in adını televizyondan okumaya korkan “gazeteciden”, onun annesine pasaport yasağı koyan hâkime, pasaport yasağı kalkmış olmasına karşın ona pasaport verdirtmeyen görevli aşağılık mahlûktan, onları uçağa binerken geri çevirten şerefsize, bir kötülük çığı altında kalmış durumdayız! Geç kalınma bundan. Ahmet’ten umut kesilirken, demokrasiden ve insan haklarından umudumuz olabilir mi bizim? Tüm bunlar olurken bir şey olmuyormuş gibi yapmaya devam eden bir toplumdan medet ummak nedir?

Bu kaçıncı üzüntü yazısı? Son bin senesi ağıt olmuş Anadolu’da mutluluğa ve güneşli güzel günlere varmayı istemek çok mu ütopik? Hep ölenlere ağlamaktansa artık biraz da kalanları yaşatmaya çabalamak için çok mu geç? Ahmet bir ilk değil. Son da olmayacak. O hala annesinin babasının biricik oğlu. Kendi, yaklaşan sonu biliyor mudur? Annesi oğlundan o sonu gizleyebiliyor mudur? Ahmet’e büyüyünce ne olacağını soramıyor annesi! Büyüyemeyecek Ahmet’in artık sadece acı çekmemesi için dua edecek! Düşünebiliyor musunuz!

Ahmet’in tedavisinde geç kalındı. Sanırım Türkiye’nin tedavisinde de! Acı ekip acı biçen bu Türkiye toplumu, Fiziken ölen küçük bir çocuktan çok daha hızla yaklaşıyor ölüme. Bu ölüm, vicdanın, etik ölçütlerin, sevginin, şefkatin, acımanın, affetmenin, fedakârlığın, kısacası bir toplumun var olmasına gerekçe ve meşruiyet oluşturabilecek tüm güzelliklerin ölümüdür. Kupkuru, maddi çıkarlarına göre hareket eden, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, tüm haksızlıkları ve hukuksuzlukları kolaylıkla kabullenen ve benimseyebilen bir toplum, var olsa ne olur, olmasa ne olur? Rejimin bu kötülüğün bir yansıması olduğunu anlamadan bu rejim gitmeyecek, toplumda da rehabilitasyon başlamayacak.

Ahmet’i kaybettik. Umudu kaybettik.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Rabbimden tek dileğim,
    bu acıyı yaşatanlara,
    bin katını dünyada yaşatmadan,
    onların canlarını almasın,
    en çabuk zamanda,
    imhal etmeden,
    geciktirmeden YAŞATSIN;
    feryatlarını, çığlıklarını, acılarını,
    pis suratlarından
    bütün dünyaya GÖSTERSİN;
    Ebedlerde de,
    ONLARA,
    merhamet yüzü GÖSTERMESİN!!!

  2. Bu yazıya yorum yazılır mı? Sadece bir şeyi hatırlatmak isterim; “güneş batıdan yükselince” hiçbir özrü kabul etmeyecegim. Akif’in dedigini söylemeye dilim varmiyor, haddimi aşıyor; “lâl kesilsin dilim yok musun ey…”

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin