Adap

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Ḳāmûsü’l-Muḥîṭ, ‘edeb’i şöyle tarif eder: ““davet, iyi tutum, incelik ve kibarlık, hayranlık ve takdir…” bazı şarkiyatçılar ise kelimenin kökenine inerken çoğuldan tekile geçildiğinin üzerinde durmuşlardır. Yani “Edeb”, “Âdâb”tan türetilmiştir.

İbn Kuteybe’nin Edebü’l-kâtib (Edebü’l-küttâb) adlı eserinde bir “dilin edeplendirilmesi”, bir de “nefsin edeplendirilmesi”nden söz edilerek kişinin dilini edeplendirmeden, yani edebiyat ve dil bilimlerinde eğitilmeden önce nefsini edeplendirmesi, ahlâkını güzelleştirmesi gerektiği (s. 14), nefsin edeplendirilmesinin de iffet, hilim, sabır, gerçeğe saygı, vakar, merhamet gibi erdemlerle mümkün olduğu (s. 20) anlatılır.

Niyetim Etimolojinin ağdalı sularında kelime yüzdürmek değil şüphesiz.

Ancak son dönemde özellikle sosyal medyada karşılaştığım ve artık, tabiri caizse, gına gelen eleştiri marazında şirazenin iyiden iyiye kayması bu konuda kafa yormak zaruretini doğurdu.

Adap, (Âdâb) tasavvufta ise çok derinlikli ve hassas anlamlar ihtiva eder.

Örneğin Ebû Nasr es-Serrâc ehli dünyaya, dindarlara ve âriflere mahsus olmak üzere üç türlü edepten bahseder. Güzel konuşma, şiir ezberleme, bilgi zenginliği, siyaset kültürü dünya ehlinin; nefis terbiyesi, ruhun bedene hâkim kılınması, haddini bilme ve bayağı arzulardan kurtulma dindarların; gönül temizliği, ruhu koruma, ahde vefa, mânevî hallere dikkat etme gibi hususlar da âriflerin edebidir (el-Lümaʿ, s. 195) şeklinde bir tasnife gider.

Her şeni adabı vardır ve olmalıdır; zenginliğin, fakirliğin, şükrün, şikayetin, eleştirinin ve hatta isyanın.

Enteresandır batı dillerinde edebin doğrudan karşılığı bulunmuyor.

Anlam olarak aşağı yukarı benzer bir muhtevaya denk gelen, Fransızcada “étiquette” veya İngilizcede “good manners” tabirleri var. İkisi de aslında görünürdeki davranışları anlatan kavramlar… Yani “adab-ı muaşeret” dediğimiz şeye işaret ediyorlar.

Koca Akif’in, “edepsizliğin başladığı yerde edebiyat biter” dediği rivayet edilir.

Edepsiz kişi ayıplı ürün gibidir…

Dolayısıyla özellikle eleştiride edebin önemi büyük.

Kini, nefreti, hasedi, düşmanlığı eleştiri ambalajına tıkamaya çalışıp bunun bir de edep kaygısından uzakta yaparsanız kafa göz yarmaktan başka bir işe yaramazsınız.

Rahmetli babam, yemek yerken müzik dinlemenin adaba uymadığına inanırdı. “Hem müzisyene, hem de aşçıya karşı yapılan edepsizliktir” derdi misalen.

Özellikle son dönemde bağırıp çağırarak yapılan eleştirileri bu anlamda oldukça edep yoksunu bulduğumu itiraf etmek durumundayım.

Oysa beğenmediğiniz bir filmden çıkmanın bile bir adabı vardır.

Salonun ortasında ayağa fırlayıp bağırıp çağırarak çıkılmaz hoşlanılmayan bir filmden.

Sessiz, hatta biraz mahcup olarak eğilip, kimsenin seyir açısını bozmadan terkedilir salon.

Hele ki, sinemanın kapısına gidip içerdeki filmin berbatlığı hakkında ciyak ciyak bağırmak eleştiri ve edeple ilgili değildir.

Olsa olsa başka bir sıkıntının dışa vurumudur.

Şimdilerde bakıyorum kimileri on yıl önce beğenmeyip terkettikleri film için salonun önünde hala bağırıp çağırıyorlar.

Kimse de onlara, “İyi de kardeşim, çek git işine gücüne bak yeter!” demiyor nedense.

Kendi payıma bu tür karakterleri dinlemek bana zait görünüyor.

Samimi ve yapıcı olmadıkları gibi, kendileri dahil hiç kimseye zerre miktar faydası olan bir tavır değildir çünkü bu.

Ve bu konuda takınılan ısrarlı tavrın art niyetten kaynaklandığına inanmaktayım.

Bilmem anlatabildim mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin