Abanılan algı yönetimi mukadder akıbeti engelleyebilir mi?

Değişmez kuraldır: Her açıdan iflas etmiş despotik rejimlerde gerçekler artık yönetilemez hale gelince bütün imkânlar seferber edilerek sadece algının yönetilmesi aşamasına geçilir. Oysa, ne kadar maharetle oluşturulmuş olursa olsun algının mukkadder olanı değiştirme gücü kısıtlıdır. Yine de tarih, son demlerindeki despotların bu yöndeki nafile çabalarının umutsuz örnekleriyle doludur.

Doyumsuz ihtiraslarının dayattığı ihtiyaçlara karşılık veremeyen kifayetsizliklerinden dolayı gerçekliği yönetmekte acze düşen bu tür rejimler, tıpkı iradesiz kurtçukların çevrelerine ördükleri kozalar gibi, kendi çevrelerinde sanal bir gerçeklik kozası oluşturmaya koyulurlar.

Bu aşamaya gelmiş despotik rejimler, bir taraftan gelişmeleri artık yönetemeyen acizlikleri yüzünden, öte taraftan kendi yalanlarıyla ördükleri o sanal dünyaya en önce ve en fazla kendileri inanmaya başladıklarından, gerçeklikle bağlarını gün be gün daha fazla koparırlar. Daha ileri ve daha hastalıklı bir aşamaya geldiklerinde ise ürettikleri sanal gerçeklik uğruna sahadaki olgusal gerçekliği yok saymaya başlarlar.

algı despot

RUHLARININ ÇOKTAN TERK ETTİĞİ CESETLERİNİ BİR SÜRE DAHA…

Artık hastalıkları o derece ileridir ki, tüm toplumun ve hatta tüm dünyanın kendileri gibi davranmasını beklerler. Bunu temin için tüm enerjilerini ve imkânlarını sadece algı yönetimine hasrederler. Bu umutsuz çabaları ve sürekli yenilenen makyajları bir müddet daha ayakta kalmalarını, ruhlarının çoktan terk ettiği cesetlerini bir süre daha sürüklemelerini sağlasa da mukadder akıbetlerini değiştirmez.

Ne demek istediğimizi daha iyi anlamak isteyenler ABD ve koalisyon güçlerinin 20 Mart 2003 günü Irak’a yönelik başlattıkları işgal harekâtının hemen öncesinde Saddam Hüseyin rejiminin dört elle sarıldığı umutsuz algı operasyonlarına ve özellikle de Enformasyon Bakanı Muhammed es-Sahaf’ın söylem ve faaliyetlerine dönüp şöyle bir baksın. Ya da daha gerilere gidip, pek çok benzeri gibi, insanlığa büyük yıkımlar getirdikten ve görülmedik acılar çektirdikten sonra çöküşün eşiğine gelen Adolf Hitler’in, son çırpınışları niteliğindeki, algı ve propaganda çabalarına bakıversin.

BENİM FÜHRERİM VE KOLBERG…

algı kolbergMeraklısına, Hitler’in geçeceği yerle bir olmuş caddeleri, çevresindeki harabeye dönmüş evleri, yıkıntılara dönüşmüş mahalleleri dekorla kapatacak kadar abartılan bu umutsuz çabaları mizahi bir üslupla anlatan “Benim Führerim (Mein Fuhrer)” filmi bu konuda belki bir fikir verebilir. Ya da daha iyisini yapıp, sırf algı yönetimi için Hitler’in emri ile Veit Harlan’ın 1945’te çektiği “Kolberg” filminin hikâyesini bir yerlerden bulup okuyabilirsiniz.

Nazi Almanyası’nın her cepheden geri çekilmek zorunda kaldığı, tutunmak istediği yerlerde ise ölüm kalım savaşları verdiği bir ortamda, halka umut pompalamak isteyen Hitler rejimi, 1807’de batı Pomeranya’daki Kolberg Kalesi’nin Napolyon ordularına karşı nasıl kahramanca savunulduğunu konu alan bu film çektirmişti. Bu filmde figüran olarak kullanılmak üzere cephede savaşan on binlerce asker geri çekilmişti. Algı uğruna cephede ölümcül zaaflar oluşturulmasına karşı generallerin tepkisine rağmen Propaganda Bakanı Goebbels’in tavsiyeleri doğrultusunda Hitler bildiğini okumaya devam etmişti.

Açlığın ve yokluğun kol gezdiği şartlarda halkın tepkisinden çekinildiği için gerçek maliyeti gizlenmiş olsa da, “Kolberg”in 8 milyon mark gibi muazzam bir paraya mal olduğu resmen açıklanmıştı. Böylece o zamana kadarki en pahalı sinema yapımı olarak tarihe geçmişti. Yaz günü çekilen filmde sırf kar görüntüsü oluşturabilmek için bile filmin çekildiği alana en az 100 vagon tuz taşınmıştı.

ALGIDA ZAFER, SAHADA HEZİMET…

Berlin havadan ve karadan yoğun bombardıman altındayken filmin montajı devam etmekteydi. Filmde toplamda 187 bin insan kullanılmış ve bunun 50 bininin asker olduğu açıklanmıştı. İlk kez 30 Ocak 1945’te devam eden hava saldırıları altında gösterime giren “Kolberg”, filmde kullanılan insan sayısı bakımından 1982’de çekilen “Gandi” filminden sonra en kalabalık ikinci “cast” olarak hem sinema hem de propaganda tarihindeki yerini aldı.

Hitler, peşine taktığı halkın algısını yönetmek için kritik cephelerden asker çekmek dâhil tüm imkânlarını seferber ederken sahada ve gerçek hayatta bambaşka gelişmeler yaşanmaktaydı. Filmin gösterime girmesinden sadece bir ay sonra Ruslar, filmin çekildiği Kolberg’i asker ve sivil 70 bin Alman ile birlikte kuşatmış, Mart ortalarında ise ele geçirmişti. Hitler, propagandayla oluşturduğu sanal dünyasında Kolberg kahramanlıklarını anlatmaya devam ederken, Kolberg artık Rusların elindeydi. Polonya’nın bir parçası haline gelen Kolberg artık Kolobrzeg olarak anılacaktı. Hitler’in dev bütçeli propaganda makinesiyle giriştiği algı yönetimi mukadder sonunu değiştirmeye yetmemişti.

KUZEY KORE VE ERDOĞAN…

Bugün halkı açlıktan kırılan dünyaya kapalı Kuzey Kore diktatörlüğünün kendi halkını aldatmak için başvurduğu benzer propaganda ve algı yöntemleri uluslararası medyada sıklıkla haberlere konu ediliyor. El Bab’da şehit düşen, IŞİD tarafından yakılan askerler özenle gözlerden saklanırken, TV dizilerindeki ve sinema filmlerindeki kurmaca kahramanlıklarla topyekûn bir halk uyutulmaya çalışılıyor. Erdoğan rejiminin yalanlarla, iftiralarla, kurmacalarla, gözbağcılıkla sahadaki gerçeklerin hilafına algı yönetme çabalarının Kuzey Kore diktatörünün hemen yanında zikredileceği günlerin sanırım eşiğindeyiz.

Henüz 200’e yakın yayın ve basın organını kapatmadığı, önde gelen 170’den fazla gazeteciyi hapse atmadığı, 100’e yakınını ülkeyi terke zorlamadığı ve tamamı eleştirel medyadan olmak üzere gazetecilerin en az yüzde 40’ını işsiz bırakmadığı günlerde bile Erdoğan despotluğunun algı yönetimi ve propaganda imkânları muazzamdı. Yapılan bir araştırma o günlerde bile Erdoğan’ın ağzından çıkan her kelimenin Türkiye’deki 40 milyon insana anında ulaştığını, Erdoğan’ın söyleminin aksini savunanların görüşlerinin ise toplamda en fazla 3 ila 8 milyon arasında insana erişebildiğini gösteriyordu.

Bağımsız medyayı tamamen yok eden, eleştirel gazetecileri tamamen susturan, sosyal medyaya bile tahammül gösteremeyen Erdoğan, algı oluşturma konusunda bugün tam anlamıyla bir tekel durumunda. Siyahı beyaz beyazı siyah, erkeği dişi dişiyi erkek, olmuşu olmamış olmamışı olmuş, suçluyu masum masumu suçlu, haini kahraman kahramanı hain vesaire göstermek Erdoğan için çocuk oyuncağı niteliğinde.

‘GERÇEK BAKANLIĞI’ VE ARŞİV, KİTAP YOK EDEN VANDALLIK

Söyledikleri sahadaki olguların ve gerçeklerin tam zıddı bile olsa on milyonlar artık sadece onun söylediklerini gerçek biliyor ve sahadaki olgusal gerçekleri bile yalan olarak görüyor. Erdoğan, George Orwell’in “1984” romanında bahsettiği “gerçek bakanlığı”nı da fazlasıyla gerçekleştirmiş durumda. Erdoğan, sadece bugün yaşanan olaylarının kafasına göre tarihe geçmesiyle yetinmiyor, oluşturmaya çalıştığı algıyı en ufak bozma ihtimali olan gazete ve dergilerin arşivlerini, kitapları tarihte eşine az rastlanır bir vandallıkla yok ediyor.

“Allah’ın bir lütfu” olarak ilan ettiği 15 Temmuz askeri darbe komplosunu kullanarak merkezinde kendisinin olduğu sanal bir tarih, esas oğlanın kendisi olduğu bir efsane inşa etmeye çalışıyor. Oluşturmaya çalıştığı bu algıya, ahmaklık düzeyinde cehaletleriyle öne çıkan halkın önemli bir kısmını çoktan inandırmış durumda.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’a yönelik suikastta da, sahadaki gerçekler ilk dakikadan itibaren tam tersini gösterdiği halde, anında dolaşıma soktuğu apaçık yalanları ve iftiraları (tamamı çürütülmüş olsa da) kontrolündeki müptezel medya üzerinden sürekli tekrarlamaya devam ediyor.

KAHRAMANLIĞIN YÜZDE 90’I RİCATTA GALİBA

Henüz yeni kurulmuş TBMM hükümetinin1920’lerin başında en zor şartlar altında Kurtuluş Savaşı’nı verirken bile özel imtiyazlarla koruma altına almayı başardığı Süleyman Şah Türbesi’ni bir gece gizliden Suriye’den kapıp kaçtıkları utanç verici bir ricattan bile kahramanlık destanı çıkarmayı başarmış bir algı büyücüsünden bahsediyoruz burada. Aynı algı büyücüsü, adamlarını Moskova’ya gönderip Esed rejiminin tüm şartlarını kabul eden bir mutabakat metnine imza attırırken, diğer taraftan nihai olarak Esed’e teslim edilecek topraklarda Mehmetçiği IŞİD vahşilerine yem edebiliyor. Moskova anlaşması mahir algı yönetimiyle kamuoyunun dikkatlerinden kaçırılırken, “Askerimizin Suriye’de ne işi var?” diye sormak bile adeta efsunlanmış kitlelerin aklına gelmiyor.

IŞİD’e yem edilen ve gerçekte sayılarının ne kadar olduğu gizlenen şehit Mehmetçiklerin cenazeleri sessiz sedasız kaldırılırken, Erdoğan coşkulu stadyumlarda arz-ı endam ederek ortada adeta hiçbir fecaat olmadığı algısını başarıyla oluşturuyor. Tamamen kontrolündeki medya da tarihte görülmedik bir haysiyetsizlikle Suriye’de gelen şehitleri gizleme misyonunu üstleniyor. Öyle ki tüm dünyada birinci haber olan IŞİD’in canlı canlı yaktığı iki askerimiz adeta yokmuş gibi davranılıyor.

MEHMETÇİĞE ATEŞ, ERDOĞAN’A AYRAN…

Erdoğan, dünyanın bu haberle çalkalandığı aynı saatlerde uyduruk bir açılışta kameralar karşısında hiç utanmadan ayran içme şovu yapabiliyor. Yer yer bazı tetikçileri bu genel duruşun hilafına hareket ederek IŞİD’in yaktığı askerlerin aslında “IŞİD’e katılmış militanlar” olduğu tezviratını yayabiliyor. Ahmaklıklarından hiç şüphe duymadıkları çok geniş bir kitle ise, bu algı büyücülerini her zaman olduğu gibi sükût-u hayale uğratmayıp “IŞİD kendi militanlarını neden yaksın?” diye bile sormuyor.

Yönetmekten aciz oldukları dış politika, savunma ve güvenlik politikaları gümbürtülü çatırtılarla çökerken devreye soktukları algı yönetimini çöken ekonomi konusunda da başarıyla uyguluyorlar. Milleti ahmak yerine koyan teknik bir manipülasyon aracı olarak kullandıkları TÜİK üzerinden sürekli pembe tablolar, tanımları ve hesaplama yöntemleri ile sürekli oynadıkları rakamlar üzerinden halkı aldatmaya devam ediyorlar. Ekonomimiz gerçekte küçüldükçe kâğıt üzerinde büyüyor, halk gerçekte fakirleştikçe kâğıt üzerinde zenginleştikçe zenginleşiyor.

ALGI GERÇEĞE GALEBE ÇALIYOR, AMA…

Tuhaf ama görünen o ki, mahir oldukları türlü yalanlar, iftiralar, şartlatanlıklar, düzenbazlıklar ve sahtekârlıklarla oluşturdukları algı hayatın olgusal gerçeklerine galebe çalabiliyor. Ama şimdilik ve geçici bir süreliğine…

Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma, sosyolojik gerçekliğin ise eninde sonunda sanal gerçekliğe galebe vuracağına olan güvenimizle, ne kadar muazzam olursa olsun oluşturdukları bu algının da er ya da geç kapılarını çalacak mukadder akıbetlerini değiştirmeyeceğini burada tarihe not etmiş olalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin