12. Yazı: Evrimin bilimselliği ve hakikati (2)

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU 

Son yazımızda evrim teorisini bilimsel açıdan değerlendirmeye başlamış; bu çerçevede makro evrimin imkânını ve tesadüflerin canlı varlıkları ortaya çıkarabilme ihtimalini masaya yatırmıştık. Bu yazımızda ise evrimin kanıtlarını ve bilimsel gücünü ele alacağız.

3: EVRİMİN KANITLARI NE KADAR GÜÇLÜDÜR?

“Büyük iddialar büyük kanıtlar gerektirir.” diye bir söz vardır. Evrimin iddiaları ölçüsünde büyük iddialara rastlamak çok zordur. Çünkü evrimciler, her tür metafiziksel açıklamayı reddederek, yeryüzünde hayatın tesadüfen başladığını ve evrimleşerek günümüzdeki bütün canlı türleri oluşturduğunu iddia ederler.

Şu açıklamalarda Darwin’in söylem ve iddialarının büyüklüğünü görebiliriz: “Bu önemli devrimin getirdiği sonuçlar, yüz elli yıl sonra bugün bile toplumlarımızca tam olarak özümsenebilmiş değildir. Kuramdan, inanç sistemleri ve etik açısından yapılabilecek çıkarımlar son derece büyük ve kapsamlıdır. Bu düpedüz, Tanrı’nın yaratmış olduğu sabit ve durağan bir dünyanın yerine, kozmik teleolojisi veya son hedefi bulunmayan, evrim halinde bir dünya koymaktır. Sınırsız insanmerkezciliğin defteri dürülmüş olmakta, ilahi bir ‘ereğe’ gönderme yapan her türlü ‘özcülük’ yerini tamamen maddesel doğal ayıklanma sürecini temel alan ‘popülasyoncu’ bir düşünce tarzına bırakmaktadır.” (J. P. Cihangeux, P. Ricoeur, Neden Nasıl Düşünürüz, s. 167)

Elbette böyle bir devrimin, böyle büyük bir iddianın ikna edici ve kabul edilebilir olması için ondan beklenen şey, “iki kere iki dört eder” katiyetinde kanıtlar sunmaktır. Peki, gerçekten evrim teorisinin gerçekliğini ortaya koyan kanıtlar böyle midir?

Evrimi savunan bilim adamları, evrimi şüphe götürmez bir gerçek olarak kabul ederler. Mesela Richard Dawkins şöyle der: “Evrim bir gerçektir. Makul şüphenin ötesinde, ciddi şüphenin ötesinde, aklı başında, bilgili, zeki şüphenin ötesinde, her türlü şüphenin ötesinde evrim bir gerçektir. Evrimin kanıtları, en az Soykırımın kanıtları kadar kuvvetlidir, hem de Soykırımın görgü tanıkları olduğunu dikkate alsak bile. Şempanzelerin kuzenleri olduğumuz, maymunların biraz daha uzak kuzenleri olduğumuz, yer domuzlarının ve denizineklerinin daha da uzak kuzenleri olduğumuz, muzların ve şalgamların çok daha uzak kuzenleri olduğumuz yalın gerçektir. Doğru olmak zorunda değildi, ama doğru. Bunu biliyoruz çünkü yükselen bir sel gibi akan kanıtlar evrimi destekliyor.” (Dawkins, Yeryüzünün En Büyük Gösterisi, s. 16)

Her ne kadar Dawkins “sel gibi akan kanıtlardan” bahsetse de, evrimi savunan bütün kitaplarda hemen hemen aynı resimler gösterilir, aynı örnekler verilir, aynı deneylerden bahsedilir. Şayet evrim gerçek olmuş olsaydı, şimdiye kadar trilyonlarca defa çok farklı şekillerde gerçekleşmiş olan böyle bir hâdisenin hem fosil kayıtlarında hem de yaşayan canlı formları üzerinde milyonlarca kanıtının olması gerekirdi. Yani evrimcilerin bu konudaki abartılı beyanlarının olgusal kanıtlarda bir karşılığı yoktur.

Kaldı ki onların kanıt olarak ortaya sürdükleri şeyler oldukça zayıf ve yetersizdir; ikna edicilikten ve inandırıcılıktan yoksundur. Daha önce de detaylı olarak üzerinde durulduğu üzere evrimcilerin delil olarak ileri sürdükleri Miller deneyi, Haeckel’in embriyo çizimleri, Archaeopteryx fosili, yavaş yavaş büyüyen at fosilleri, rengi değişen güve deneyleri, ispinoz kuşları, Lenski’nin bakterileri, maymunla insan arası geçiş formu olduğu ileri sürülen fosiller gibi şeylerin hepsine farklı yönlerden itirazlar getirilmiş, güçlü eleştiriler yöneltilmiştir. Chicago Üniversitesi’nden Jerry Coyne, Neo-Darwinist görüşün teorik temellerinin ve deneysel delillerinin zayıf olduğunu ifade etmiştir. (Behe, Darwin’in Kara Kutusu, s. 37)

Aynı şekilde Southampton Üniversitesi’nden fizyoloji ve biyokimya profesörü Gerald A. Kerkut, teoriyi tenkit eden Implications of Evolution başlıklı kitabında şu sonuca varmıştır: “Bütün canlı türlerini tek bir kaynaktan gelen evrime dayandırmak, her ne kadar cesur ve mantıklı bir girişim olarak görünse de, bugünün delilleriyle desteklenmeyen ve de erken gerçekleştirilmiş bir teşebbüstür.” (Jeremy Rifkin, Darwinizm’in Çöküşü, s. 86-87)

Ünlü paleontolog David Pilbeam da şu itirafta bulunmuştur: “Yayınlanan kitaplar şunu söylemeye çekiniyorlar ki, ben de dâhil olmak üzere, kuşaklar boyu insan evrimini araştıran kişiler karanlık içinde çırpınıyoruz. Elimizde olan bilgiler, teorilerimizi şekillendirmek için son derece güvenilmez ve yetersizdir. Geçmişteki teorilerimiz, elde olan gerçek bilgimizden çok, bizim o andaki ideolojimizi yansıtıyordu!” (Âdem Tatlı, “Evrimin Delili Olarak İleriye Sürülen Ara Formlar”, Yaratılış Kongresi, s. 759)

Evrimcilerin kitaplarında görülen “Şöyle evrimleşmiş olmalı, şununla ortak ata olduğu düşünülüyor, şununla aynı kökten geldiği varsayılıyor, şöyle evrimleştiği öngörülmektedir…” şeklindeki ihtimalli ifadeler de yine delillerin zayıflığının farklı bir ifadesidir. Evrimciler, “bilmiyoruz” demekten korkar ve geçmişe yönelik her olayı geniş hayal dünyalarını kullanarak kendi teorileri açısından kurgulamaya çalışırlar. Bugünden geriye bakarak ve zahiri bir kısım benzerliklerden yola çıkarak hayvanların nasıl değiştiği, hangi hayvanın hangisinden geldiği hakkında tahminler yürütürler. Ancak bazı olayların nasıl olması gerektiği hakkında varsayımlar ortaya koymak bilimsel açıdan pek bir şey ifade etmez.

Kimsenin geçmiş asırlarda ne olup bittiğini gözlemleme şansı olmadığından ve günümüzde gözlemlenen gerçeklik de evrime yol vermediğinden, evrimciler teorilerini en temelde üç farklı kanıta dayandırırlar: (1) Canlılardaki benzerlikler (morfolojik, genetik ve embriyolojik), (2) Fosiller, (3) Tür içi değişim ve çeşitlilikle, türden türe değişimler arasında analoji kurmak. Evrim teorisinin kanıtlarını incelerken bunların hiçbirinin evrimi ispatlayan birer olgu olmadığını izah etmeye çalıştık.

Kısaca tekrar edecek olursak, benzerliklerden yola çıkarak ortak ataya ulaşmak sadece bir varsayımdır. Şimdiye kadar kesin olarak ara geçiş formu olduğu ispatlanan hiçbir fosil bulunamamıştır. Tür içi varyasyonların ortaya çıkmasıyla farklı türlerin oluşması tamamen ayrı hâdiseler olduğu için bu ikisi arasında analoji kurulamaz. Yani pire, deve yapılamaz. Sabit türlerdeki döngüsel küçük değişimleri ortaya çıkaran mekanizmaların, yeni hayvan türlerini de “yaratacağı” şeklinde indirgemeci ve genellemeci yaklaşımlar ileri sürülemez.

Ne var ki Stephen J. Gould’un şu ifadelerine bakılacak olursa evrimcilerin yaptığı tam olarak budur: “Sentetik evrim teorisinin savunucuları, tüm evrimin, doğal seçilim tarafından yönlendirilen küçük genetik değişimlerin birikmesinden kaynaklandığını; türler arası geçişi öngören makro evrimin ise popülasyonlar ve türler içinde meydana gelen olayların büyütülmesinden ve genelleştirilmesinden başka bir şey olmadığını iddia ederler.” (Gould, “Is a new and general theory of evolution emerging?”, Evolution Now, s. 131)

Darwinistler, türlerin farklı jeolojik devirlerde yeryüzü sahnesine çıkmasını da evrimin kanıtı olarak görürler. Mesela neden 500 milyon yaşında bir memeli ya da 100 milyon yaşında bir insan iskeleti bulamadığımızı sorarlar. (Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, s. 81) Aslında onların bu tür yaklaşımları, ellerinde evrimi desteleyecek güçlü kanıtlar olmadığının ayrı bir delilidir. Zira sathi bir nazarla dahi bakıldığında, bunların ne kadar zayıf argümanlar olduğu hemen anlaşılır. Çünkü türlerin farklı zaman dilimlerinde yeryüzüne çıkmasını illa ki evrime bağlamak zorunda değiliz. Bunun pek çok sebebi olabilir. İnanan bir mü’min açısından en makul sebep, Allah’ın yeryüzü şartlarının hazır olmasına göre canlı türlerini yaratmasıdır.

Aslında evrimcilerin yaptığı şey, biyolojideki her gelişmeyi, her deneyi, her yeni keşfi Darwinci bir bakış açısıyla yorumlamak, sonra da bunları evrime delil olarak sunmaktır. Oysaki yaratmaya inanan bir mü’min açısından bunların her birinin farklı şekillerde yorumlanması pekâlâ mümkündür. İş yoruma kaldığında, ortaya birçok izah türü çıkacaktır. Önemli olan ortada tartışma götürmez olgusal dayanakların bulunup bulunmadığıdır. Buradan hareket edilecek olursa Darwinizm’in çelişkili görüşlerini kabullenmek için gereken inanç miktarının, bilimsel kanıtların ortaya koyduğu gerçeklere inanmak için gereken miktardan kat be kat fazla olduğu görülür. (Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü, s. 379)

Darwinciler, genellikle kanıt talebinden veya kanıtlara yöneltilen itirazlardan rahatsız olur ve hemen bu teorinin bilim camiası içinde tartışmasız bir şekilde kabul gördüğünü öne sürerler. Bazen de “Bunu ben söylemiyorum, dünyanın en önde gelen otoriteleri söylüyor.” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Daha doğrusu kanıtların ortaya çıkardığı boşluk ve zayıflıkları, otoritelere ve bilimin sihirli gücüne sığınarak telafi etmeye kalkarlar. Ne var ki bunun bilimsel bir tavır olmadığında şüphe yoktur. Bir konunun bilim camiası içinde gördüğü kabul ve rağbet ölçü alınarak geçmiş asırlara bakılırsa, çoğunluğun yanıldığı konuların listesinin nasıl uzayıp gittiği hayretle görülür. Zira bir zamanlar gerçekliğinden şüphe dahi edilmeyen nice teoriler vardır ki bugün tek bir savunucusu dahi kalmamıştır. Bu sebeple ortaya atılan bir hipotez veya teorinin doğruluğu açısından asıl önemli olan onun, hangi bilimsel kanıtlara yaslandığıdır.

Eldeki kanıtların zayıflığı karşısında evrim savunucularının sığındığı diğer bir kale de, şimdiye kadar teorilerinin yanlışlanamadığını öne sürmeleridir. Farklı bir ifadeyle onlara göre evrim teorisi, eldeki en iyi izah şeklidir. Dolayısıyla daha sağlam bir teori ortaya atılıncaya kadar, bilimsel olarak alınması gereken tavır, bu teorinin arkasında durmaktır. Hakikatin peşinde olan bir insan için önemli olan, ortaya atılan bir teorinin yanlışlanıp yanlışlanamadığı değil, ispat edilip edilemediğidir.

Bazı evrimciler ise delillerin yokluğunun, evrimleşmenin olmadığını göstermeyeceğini ifade ederek farklı bir mantık oyunu ortaya koyarlar. Gerçekten de bir şeyin delilinin olmaması, onun olmadığı anlamına gelmez. Fakat böyle bir durumda hiçbir kimsenin kalkıp da başkalarını onu kabul etmeye davet etmesi ve hele zorlaması asla söz konusu olamaz, olmamalıdır. Çünkü bu durumda onun olmasıyla olmaması eşit duruma gelir ki, dileyen dilediği tarafı tercih eder.

Evrimcilerin en çok başvurdukları taktiklerden biri de, kendi kuramlarının kesin olarak kanıtlanmamış olmasının, yaratıcı kuramın doğruluğunu gerektirmeyeceğini söylemeleridir. (Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, s. 40) Onlar, her fırsatta tasarım ve yaratılışı savunan bilim adamlarının da güçlü kanıtlara sahip olmadığını dile getirirler. Yani yaratma fikrinin evrime üstün gelecek bir yönünün bulunmadığını ima ederler. Bazıları ise bilimin alanına girmediği gerekçesiyle yaratma üzerinde durma gereği dahi duymaz. Bütün bunlar da deney ve gözlemden başka bir metodu kabul etmeyen natüralist yöntemin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Hâlbuki yaratmanın doğru olduğunu gösteren şey, evrim fikrinin yanlışlığı değildir; vahiy bilgisidir. Nitekim vahyin bildirdiği ve bilimin yeni yeni keşfettiği pek çok ilmî hakikat bulunmaktadır.

Bu konuyu Jonathon Wells’in şu tespitiyle bitirelim: “Benim fikrime göre, Darwinci evrim iflas etmiştir. Darwinizm hakkındaki deliller sadece yetersiz olmakla kalmıyor, aynı zamanda sistematik olarak da çarpıtılmışlar. Çok uzak olmayan bir gelecekte, bilmiyorum belki yirmi, otuz yıl içerisinde, insanların geçmişe bakıp şaşkınlıkla, ‘Nasıl böyle bir şeye inanabilmişler!’ diyeceklerinden şüphem yok. Darwinizm bilim görüntüsü altında materyalist felsefeden ibarettir ve bu artık anlaşılmaya başlandı.” (Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü, s. 91)

4: EVRİM BİLİMSEL BİR GERÇEK MİDİR?

Evrimciler, teorilerinin bilimselliğine ve gerçekliğine kesin olarak inanır ve her fırsatta bunu ifade ederler. Mesela Francisco J. Ayala, evrimin dünyanın yuvarlaklığı, gezegenlerin hareketleri ve maddenin moleküler yapısı kadar kesin olduğunu söyler. Stephen J. Gould’a göre evrim sırf bir teori değil, belirlenmiş ve yerleşmiş bir gerçektir. Bu sebeple de evrim delillerinden haberdar olan aklıselim sahibi hiç kimse ona itirazda bulunamaz. Michael Ruse, her fırsatta evrimin tartışmasız bir gerçek olduğunu haykırır. Richard Dawkins aynı kesinlikte konuşur, evrimin dünyanın güneş etrafında dönmesi kadar kesin olduğunu savunur ve evrime karşı çıkanları “aptal” ve “cahil” olarak yaftalar. (Bkz. Alvin Palantinga, “İman ve Akıl Çatıştığında”, Evrim ve Tasarım, s.771-772)

Benzer iddialar Yeni Darwinci sentezin ulu çınarı kabul edilen Ernst Mayr, genetikçi Richard Lewontin, biyolog Julian Huxley gibi daha birçok evrimci tarafından dile getirilmiştir.

Evrimcilerin bu iddialarını bir kenara bıkarak, bilim felsefecilerinin bilimle ilgili yaptıkları tanımlar ile bir hipotez veya teorinin bilimsel kriterleri karşılaması için getirdikleri ölçüleri esas alacak olursak, durumun hiç de resmedildiği gibi olmadığını, evrim teorisinin bilimselliğini savunmanın hiç de kolay olmadığını görürüz. Çünkü evrim teorisi, yapısı ve mahiyeti itibarıyla tabiatta gözlemlenemediği gibi, laboratuvarda bir deneyin konusu da olamaz. Tekrarlanabilmeye ve test edilebilmeye açık değildir. Tümevarım ve olgusal yollarla elde edilmiş bir netice de değildir. Bilim adamlarına öngörüde bulunma imkânı vermez. Yanlışlanmaya da açık değildir. Yasaları yoktur. Kısaca Kuhn ve Popper gibi meşhur bilim felsefecileri tarafından ortaya konulan bilimsellik kriterlerinin hiçbirini karşılamaz.

Karl Popper, evrim teorisine her zaman ilgi duyduğunu ve ondan etkilendiğini, çoklarının da onu bir gerçek olarak kabul etmeye hazır olduklarını ifade ettikten sonra Darwinizm’in bilimsel statüsünü ele almış ve ulaştığı neticeyi şöyle özetlemiştir: “Darwinizm’in test edilebilir bir bilimsel teori değil, metafizik bir araştırma programı ve test edilebilir bilimsel teoriler için olası bir çerçeve olduğu sonucuna vardım.” (Popper, Unended Quest-An Intellectual Autobiography, s. 195)

Ünlü felsefeci Bernard Russell’ın tesbiti de buna yakındır: “Evrimcilik şu ya da bu biçim altında çağımızın ağır basan inancıdır. Siyasetimize ve yazınımıza egemen olduğu gibi felsefemize egemen olmakta da onlardan geri kalmaz… Evrimcilik, göstermeye çalışacağım gibi, gerek yöntemiyle gerekse ele aldığı sorunlarla gerçek bir bilim değildir.” (Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, s. 18-19)

Prof. Dr. Caner Taslaman, evrim teorisinin niye bilimsel kriterleri karşılamadığını detaylı olarak şöyle açıklar: “Bilimsel kriterleri karşılayan bir teoriden beklenen en önemli özelliklerden biri, teorinin öngörülerde bulunabilmesidir. Oysa evrim teorisi ile hiçbir öngörüde bulunulamaz. Örneğin tamamen izole bir adaya kurbağa, kelebek, fare, timsah gibi birçok canlıyı alıp bıraktığımızı düşünelim. Evrim teorisine dayanarak bu canlılardan hangi tür bir canlının türeyeceğine dair bir iddiada bulunulamamaktadır. Hiç kimse bu canlılardan şu kadar yıl sonra at, şu kadar yıl sonra insan, şu kadar yıl sonra bir kuş oluşur diyemez. Bazıları cevap olarak, evrim çok uzun sürede oluştuğu için, böyle bir öngörünün gerçekleştirilemeyeceğini söyleyebilir. Bu savunma, evrim teorisinin yanlışlanamayacağının bir ifadesi olabilir ama diğer yandan evrim teorisinin doğrulanmasının da mümkün olmadığı -klasik bilimsel kriterleri karşılamadığı- anlamına gelir. Buradaki sorun aslında bundan da fazladır. Evrim teorisine dayanarak, adaya konulan canlılardan, bir milyon yıl sonra bir fil oluşacağı söylenirse, bu öngörü, gözlenerek doğrulanması mümkün olmayan bir niteliktedir; oysa evrim teorisine dayanarak gözlenmesi mümkün olmayan bu tip bir öngörüde bulunmak bile mümkün değildir. Çünkü evrim teorisinin yasaları yoktur ve matematiksel ifadeleri olan yasalar olmadan bir öngörüde bulunmak mümkün değildir. (Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı, s. 144)

Darwin’s God-Evolution and the Problem of Evil (Darwin’in Tanrısı) kitabının yazarı Cornelius Hunter da bu kitabında Darwinizmin bilimsel olmadığını, bilim dışı savlara yaslandığını açıklamış, onun nasıl bir metafiziksel ön kabule dayandığını, Tanrı’yla ve dogmalarla ilişkili olduğunu göstermeye çalışmıştır.

British Natural History Museum’da çalışmış kıdemli bir fosilbilimci olan Colin Patterson’ın, 5 Kasım 1981’de Amerikan Tabiat Tarihi Müzesinin açılışında söylediği şu sözler oldukça ilginçtir: “Geçen yıl âniden bir şeyi kavradım. 20 yıldan fazla bir süredir evrim üzerine çalıştığımı düşünmüştüm. Bir sabah uyandım ve sanki gece bir şey olmuştu. Birden düşünmeye başladım. Bu evrim zırvası üzerine 20 yıldır çalışmaktaydım, ama bu konuda bildiğim tek bir şey bile yoktu. Bu kadar uzun bir süre yanlış yolda gidebileceğimi fark etmek tam bir şoktu… Bu salonda bulunan birçok insan sanırım itiraf edecektir ki eğer son birkaç yıl içinde bu konu hakkında düşünmüşseniz, evrimi bir bilgi olarak görme noktasından bir inanç olarak kabul etme noktasına gelmişsinizdir. Biliyorum ki bu düşünce benim için geçerli olduğu kadar birçoğunuz için de geçerlidir… Evrim sadece hiçbir bilgi taşımamakla kalmaz, bir bakıma bilgi karşıtlığını da bünyesinde bulundurur.” (Jeremy Rifkin, Darwin’in Çöküşü, s. 83)

Bütün bunlar da açıkça gösteriyor ki evrime karşı gelenler iddia edildiği gibi olgularla ve gerçeklerle savaşmadıkları gibi, evrim teorisi de Dünya’nın yuvarlak olması ve Güneş’in etrafında dönmesi gibi ispatlanmış kesin bir gerçek değildir. (Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, s. 23) Evrim teorisi bilim değil, bilim felsefesidir. Çünkü bilimsel verilerin yorumuna dayanır. İçinde, ispatlanmamış ve ispatlanması da mümkün olmayan faraziyeler, spekülasyonlar ve hatta dogma ve inançlar barındırır. Bu sebeple bazı araştırmacılar evrim teorisinin, bilim derslerinde değil, bilim felsefesinde okutulması ve öğretilmesi gerektiğini savunurlar.

Bilimsel çalışmaların, bilim adamının önceden sahip olduğu kanaat ve inançlarından ayrılmasının hiç de kolay olmadığı sıklıkla ifade edilir. Evrim teorisi açısından bu iddianın doğruluğunda şüphe yoktur. Çünkü evrimciler, peşin hükümle araştırmaya başlar, bütün bilimsel bulguları kendi teorilerini destekleyecek şekilde yorumlar, abartır ve hatta bazen de çarpıtırlar. Evrime öyle güçlü bir inançları vardır ki teorilerinin bilimsel ve metodolojik bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğini dahi düşünmezler. Kesin bilgi ile yorumu birbirinden ayırmaya da yanaşmazlar. İdeoloji, felsefe ve dinlerde bu tür tavırlar bir yere kadar kabul edilebilir olsa da, bilimsellik iddiasındaki bir meselenin bağnazlık ölçüsünde savunulması ve seküler bir din haline getirilmesi anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir tavır değildir. Çünkü bu ölçüde taassubun yaşandığı bir konuda yeni kuram ve değerlendirmelere yer yoktur.

Phillip E. Johnson’ın evrimcilere yaptığı şu hatırlatmalar oldukça yerindedir: “Önemli konuları hesap dışı tutarak, muhaliflerle alay ederek ve halihazırda el üstünde tutulan teoremlerin lehinde ve aleyhindeki kanıtları öğrenmekten insanları men ederek bilimi savunamazsınız. Savunmayı hak eden bilim, kendi metotlarıyla eleştirilmekten korkmayan bilimdir. Bu metotlar, mantıklı savlama, açık ve kesin tanımlar, tekrarlanabilir deneyler ve tarafsız bilimsel sorgulamayla çözülecek tüm sorulara açık bir zihin. Bilimin gerçek metotlarından başka metotlarla kimi teoremleri ve kuramları savunabilirsiniz ama bu yolu tuttuğunuzda sonunda savunduğunuz şeyin bilim olmadığını görürsünüz.” (Johnson, Evrim Duruşması, s. 61)

(Devam edecek…)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin