Ganimet!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Ne 15 Temmuz olmuştu henüz, ne de başkanlık sistemi. 

Saray’ın ürettiği gerekçelerden hiçbiri yokken planlı bir çabadan bahsedeceğim size. 

Ancak önce tarihsel bir perspektif sunayım. 

Hitler ve Naziler, ırk ideolojilerini kesin bir şekilde ifade ederken 19. yüzyılın sonlarındaki Alman sosyal Darwincilerin fikirlerinden yararlanmıştır.

Naziler, ayrıca Darwin’in “en güçlünün hayatta kalması” ile ilgili evrim teorisi hakkında sosyal Darwinci kavramayı da benimsemiştir. Nazilere göre, bir ırkın hayatta kalması üreme ve çoğalma yeteneğine, bu genişleyen popülasyonu destekleyecek ve besleyecek kara parçası birikimine, gen havuzunun saflığını muhafaza etmede uyanık olmasına ve bu sayede “doğanın” yaşam mücadelesinde başarı için kendisine bahşettiği benzersiz “ırksal” özellikleri korumasına bağlıdır.

Dikkat buyurun, düşmanı yok etme inancından önce, kendini yüceltme ve kutsama evresi vardır. 

Faşizmin temeli de aslında budur. 

Siyasal İslamcılar’ın anlayışından pek farklı değildir bu. 

Ülkeyi hiç kimse onlar kadar sevemeyeceği gibi, onların dışında hiç kimsenin ülke yönetmeye, söz gelimi zengin olmaya, başarılı olmaya hakları yoktur. 

Soykırım ise bu evreden sonra gerçekleşir. 

Hitler, kendi ırkını saflaştırmak ve yüceltmek adına öncelikle Yahudileri ve komünistleri hedef olarak görür ve gösterir. 

Nazi anlayışına göre Yahudiler insandan ziyade dünya için tehlikeli bir parazittirler ve onlarla mücadelede yok etme stratejileri insanlığın bir gereğidir. 

Bir Yahudi’yi “temizlemek” dünyaya iyilik etmektir. 

Bir Yahudi’nin malına mülküne çökmek, bir haktır ve insanlığın doğal gereğidir. 

İşte Tayyip Erdoğan’ın ilk yıllarda gizliden, 15 Temmuz sonrasında açıktan uyguladığı tüm politikalar bu bakış açısıyla üretilmiş ve uygulanmıştır. 

Siyasal İslamcı (Başta AKP olmak üzere, Refah, BBP, Gelecek, Deva ve hatta MHP) dışında hiç kimsenin ülkenin kaynaklarını kullanma, hatta yaşama hakları yoktur. 

Onlara “Su bile” verilmemelidir, onlar “ağaç kabuğu” yemeye mahkum edilmelidir. 

Bir başka faşist bakan Zeybekçi’nin ifadesiyle “Onlar havlaya havlaya ölüme terk edilmelidir!”

Nazi iktidarı mantıksal tüm referansını Darwin’den almıştı. 

Buna bir tür sosyal evrim diyorlardı. 

Nazilerin ideolojik ırk kavramı, Yahudileri öncelikli “düşman” olarak sınıflandırmakla birlikte, Romanları (Çingeneler), engelli insanları, Polonyalıları, Sovyet savaş esirlerini ve Afrika kökenli Almanları da zulmedilecek, tutuklanacak ve yok edilecek diğer gruplar olarak hedef almıştı. Naziler, ayrıca gerek Nazi rejimine bilinçli olarak karşı çıkmaları, gerekse belirli bir yönüyle davranışlarının Nazilerdeki sosyal norm algısına uymaması nedeniyle siyasî muhalifleri,  sözgelimi komünistleri, Yehova Şahitlerini, homoseksüelleri ve sözde asosyal kişileri de düşman ve güvenlik riski olarak tanımlamıştılar. Almanya içinde geleneklere ve kurallara uymayanları ve sözde ırksal tehditleri, Alman toplumunun süreğen bir kendini temizleme mekanizması aracılığıyla ortadan kaldırmanın yollarını arayıp durdular.

Siyasal İslam ise kanlı ve büyük zulme dönüşecek politik uygulamalar için dinsel referans aradı bir süre. 

Sözde din adamlarından iki güruha ihtiyaçları vardı. 

İlki, kesin destekçi güruh.

Bunlar başta Hayrettin Karaman, Ömer Döngeloğlu, Faruk Beşer, Nihat Hatipoğlu gibi kimseler, Mehmet Kurdoğlu, Hüsnü Yeğin, Cübbeli Ahmet vs gibi her türlü fetvayı teknik olarak verebilecek ve kitleleri etkileyebilecek gruptu. 

Bir diğeri ise Nurcuların bir bölümü gibi sessizlikleriyle onaylayan gruplar. 

Bir de Furkan Vakfı ve Alparslan Kuytul gibi, her türlü zulme rağmen hakkın hatırını ali tutanlar var ama çok çok az elbette. 

Başta da belirttiğim gibi, bu siyasi anlayış 17-25 Yolsuzluk olaylarından sonra belirginleşti ve o dönemden hazırlıklara başladılar. 

Kendileri gibi olmayanların malları, canları, karıları, çocukları helaldi. 

Başta Hayrettin Karaman gibi isimler bu konuda affedilmeyecek fetvalara imza atıp, Erdoğan ve avenelerinin zalimleşme kapısını açtılar. 

İlk ve en önemli hedef şüphesiz Gülen Cemaati’ydi. Zira cemaatin hem uluslararası etkisi ve itibarı, hem de yurt içinde büyük bir kitlesi vardı. 

Dolayısıyla dershanelerden başlayarak bir gerilim politikası ile uygulamayı ateşlediler. 

Darbeden çok önceden bu cemaatin kurumlarını paylaştılar. 

Bunun için gazeteci Metin Cihan’ın ortaya çıkardığı TÜGVA ve ENSAR belgelerine bakmak yeterli. 

Kaldı ki, çok yakından tanıdığım bir dostumun anlattığı şu olay meselenin ne kadar önceden planlandığının göstergesi. 

İzmir’de bir cemaat okulunda bekçi olarak çalışan bir personel, binanın etrafında gezinen iki amca görüyor ve çocuklarını okula kaydettirmek isteyen iki veli zannediyor. 

“Buyurun amca ne istiyorsunuz? Kayıt mı yaptıracaksınız?” diye sorunca. 

“Yok evladım, bizim gençler dernekte konuşmuşlar, bu okul bize düşüyormuş, gelip bir görelim dedik” diyerek uzaklaşmışlar. 

Bu olay 15 Temmuz’dan bir yıl önce gerçekleşiyor. 

Kimisine göre 100 milyar dolar, kimisine göre 200 milyar dolar. 

Çöktükleri cemaat kurum ve şirketlerinin rakamsal boyutu bu. 

Binlerce işyeri, okul, yurt, dershane vs…

Yüzbinlerce cemaat mensubu hapishanelerde çürütülürken, milyonlarca masum insan devlet dairelerinden kararname ile atılırken bir yandan da tarihte eşi benzeri görülmemiş bir talan furyası başlamış oldu. 

Cemaatin çökülen mal varlıkları ve paraları birkaç yıl gibi kısa süre içinde bitince, ülkenin doğal kaynaklarına yöneldiler. 

Tüm totaliter rejimlerde olduğu gibi. 

Muazzam bir gözü dönmüşlükle, irili ufaklı tüm siyasal İslamcılar artık neresine denk gelirse orasından ısırıp bir parça kopardılar ülkeden. 

Bu kaynak da tükendi tükenecek ve emin olun kısa süre sonra, kendi semirttikleri yandaşlarına sıra gelecek ve birbirlerine yemeye başlayacaklar. 

Çünkü öylesine obur ve tatmin edilmiş bir talan iştahı oluşturdular ki, artık durabilmeleri mümkün değil. 

İşte AKP’li Mazhar Bağlı’nın yolsuzluk yaptığı için tutuklanan kardeşini savunurken söylediği; “Kardeşim ile ilgili bir olay benimle ilişkilendirme çabanızı lanetliyorum. Ayrıca İslam hukukunda ganimet müessesi vardır ve Suriye savaş ganimeti helaldir.”  Açıklaması bu zihniyetin ürünü. 

İlla ki fırça yiyecek ve bu sözleri inkar edecektir. 

 

Tıpkı vaktiyle “AKP’li bakan ve vekil yakınlarının torpille devlet kadrolarına atandığı” yolundaki iddiaları, “Cuma namazına gittiğimizde her hafta hutbede ‘akrabalarını koru kolla’ ayeti okunur.” sözleri ile savunan Mehmet Metiner gibi. 

 Yapılan zulmü, haksızlıkları ve hırsızlıkları “Allah için” yapıyorsanız helaldir!

Onların anlayışı şüphesiz bu. 

Vaktiyle oldukça fanatik bir Erdoğancı (şimdi vazgeçmiş) arkadaşım şöyle demişti: 

“Erdoğan çalıyor olabilir ama bunu İslam medeniyeti kurmak adına yapıyor!”

Bir zihniyet düşünün. 

Allah için çaldığını iddia ediyor. 

Lüks içinde Allah için yaşıyor. 

Allah için zulmediyor, kan döküyor, iftira atıyor. 

Cinayet işliyor cinayet. 

Savaş çıkarıyor, katil yetiştiriyor, masum öldürüyor…

Ganimet anlayışı tüm bunlara cevaz veriyor. 

Bu dünyada ne kadarı gerçekleşir ve ben ne kadarını görürüm bilemiyorum. 

Ancak ahirette bu hesaplar görülürken hem müşteki, hem izleyici sandalyesinde bir yer ayırtmak isterim. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu yazı bana şunu düşündürttü: Eskiden dini hassasiyet insanlarda Allah korkusu uyandırır, kul hakkı konusunda, daha doğrusu kul hakkına girmeme konusunda duyarlılık oluşturur diye düşünürdük. Belki olması gereken bu.
    Ama yazıda adı geçen mahluklarda dini hassasiyet çalıp çırparken, kul hakkı yerken, insanların mallarına çökerken ve insanların hayatlarını söndürürken “vicdani rahatlık” sağlıyor. Zira yaptığını Allah için yaptığını düşünüyor. Allah´ı bir nevi kendine suç ortağı yapıyor.
    Bu da aslında dini eğitimin tek başına yeterli olmadığı, inancın ve dini kültürün başka kaynaklarla da beslenmesi gerektiğini düşündürtüyor insana.
    Yazıya iki noktadan itirazım da var.
    1. Nazi kıyaslaması cok doğru değil. Bazı noktalar itibariyle benzerlik olsa da Nazilerin işlediği zulüm ve insanlık suçu eşsiz ve benzersiz.
    2. Sevgili yazarımız ahirette görülecek hesaptan bahsediyor. Belki de bu Müslümanların temel sıkıntısı. Neden hesap ahirete kalsın ki? Hesap bu dünyada görülmeli.
    Acaba diyorum, hep hesapları ahirete bırakarak bugünlere gelmedik mi? Sanki işi ahirete bırakmak Müslümanları miskinliğe itiyor, bu dünya işlerini bir türlü rayına oturtamamayı beraberinde getiriyor gibi geliyor bana.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin