Üç dönem üç içişleri bakanı

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

17 Aralık 2013’de AKP’nin rüşvet ve yolsuzluğa bulaştığı ortaya çıktığında en çok merak edilen konuların başında Erdoğan’ın nasıl bir tepki vereceği geliyordu.

Erdoğan’ın ilk önemli icraatı İçişleri Bakanı’nı değiştirmek oldu. O sırada Başbakanlık Müsteşarı olan Efgan Ala bakan yapılarak bir dizi operasyon başladı. Ala’nın bakanlığı ile Türkiye “kapıyı kırıp adam alma” ve “iktidar biziz, kanun gerekiyorsa hemen çıkarırız” gibi Hükümet olmayı “sınırsız bir güç olmak” olarak algılayan bir zihniyeti gördü.

Ala’dan sonra bu makama layık görülen Süleyman Soylu da devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan söylemleriyle, 1990’ları hatırlatan icraatlarıyla ve gözaltında yapılan işkencelerle öne çıktı.

Acaba Türkiye’de İçişleri Bakanları hep böyle miydi? İçişleri bakanları üzerinden Türk siyasi hayatı için bir değerlendirme yapılabilir mi? Bu yazıda birkaç isim üzerinden bu sorulara cevap aramaya çalıştık.

TALAT BEY (PAŞA)

İttihat ve Terakki’nin üç liderinden birisi olan Talat Bey, 1909’da kabineye Dâhiliye Nazırı olarak girdiyse de bu çok uzun sürmedi. 31 Mart olayında isyancıların hedefindeki isimlerden birisiydi. Balkan Harbinde Edirne’de savaşmak istediyse de asker içinde bozgunculuk yaptığı gerekçesiyle geri gönderildi. Güç Cemiyetteydi ve Talat Bey, Enver Bey’le birlikte 30 Ocak 1913’deki Babıali Baskınını organize ederek Kamil Paşa hükümetini devirdi ve İttihatçılar yönetimi ele geçirdiler.

Said Halim Paşa kabinesinde Dâhiliye Nazırı olan Talat Bey, ülkenin mülki idare yönünden hâkimi oldu. Birinci Dünya Savaşında Enver Paşa cepheleri organize ederken onun görevi cephe gerisini yönetmekti. İttihat ve Terakki meclisin devre dışı kalmasıyla ülkeyi Kanun-ı Muvakkatlerle yönetirken Talat Bey de etnisite mühendisliğine girişti.

TEHCİR VE VAGON YOLSUZLUĞU

Balkan Harbi sonrasında ortaya çıkan göçlerle beraber önce Rumlarla ilgili planlar yaptı Olayın uluslararası platforma taşınmasıyla geri adım atmak zorunda kaldı. Bu dönemde Talat Bey’in Anadolu’nun etnik yapısı ile ilgili çalışmalar da yaptırdığı anlaşılmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla da sıranın Ermenilere geldiğini düşünen Talat Bey kanuna bile ihtiyaç duymadan tehcirle ilgili süreci başlattı. Talat Paşa’nın “etnisite mühendisliği” ve süreçteki rolü, kendi notlarından oluşan ve Murat Bardakçı tarafından yayınlanan “Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi” adlı eserde açıkça görülmektedir.

Talat Bey Ermeni tehcirini Meclis-i Vükela’nın onayını almadan başlatmış, tehcir 27 Mayıs 1915’de bir kanuna dönüşmüştür. Bu bile onun gücünün ve tehcirdeki etkisinin açık kanıtıdır.

1917’de Said Halim Paşa’nın istifası sonrasında Sadrazam olmuş ve Meşrutiyet döneminin “milletvekili” kökenli ilk sadrazamı olarak görev yapmıştır. “Vezir” rütbesinin verilmesiyle de “Talat Paşa” olmuştur. Talat Paşa, ne hikmetse sadrazam olduktan sonra devretmesine rağmen Dâhiliye Nazırlığını yeniden uhdesine aldı.

Talat Paşa’nın bu dönemine de insanların açlıktan kırıldığı bir ortamda İaşe Nezareti’nin yolsuzlukları damga vurdu. İaşe Nazırı Kara Kemal’in başını çektiği bir grup, halk yiyecek ekmek bulamazken “vagon yolsuzluğu” ile ceplerini doldurmakla nam saldılar.

Osmanlı Devleti’nin son on yılında önemli roller üstlenen Talat Paşa, ancak askeri rüştiyeyi yani ortaokulu bitirebilmiş ve memuriyette de posta memurluğundan ileri gidememişti.

Talat Paşa’nın 1913-1918 arasında kısa bir süre haricinde İçişleri Bakanlığı’nı bırakmaması, bu bakanlığın ülke siyasetindeki yerini göstermesi yönüyle dikkat çekicidir.

Talat Paşa kaleme aldığı hatıratında “Esas itibarı ile askeri bir ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve seciyesiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır” dese de yaşanacakları öngörmemesi çok mantıklı gözükmemektedir.

ŞÜKRÜ KAYA

Erken Cumhuriyet dönemine damgasını vuran İçişleri Bakanı ise Şükrü Kaya oldu. 1927-1938 arasında 4.028 gün bakanlık yaparak Cumhuriyet döneminin en uzun süreli İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya, tek parti iktidarının kurulması ve CHP-devlet bütünleşmesi sürecinin en önemli mimarlarındandır.

Şükrü Kaya, Sorbonne’da Hukuk okumuş ve Talat Paşa’nın Dâhiliye Nazırlığı döneminde bu bakanlıkta çalışmaya başlamıştı. Kaya’nın tehcir sırasında bir Alman mühendise söylediği “Son çözüm, Ermeni ırkının ortadan kaldırılmasıdır. Ermenilerle Müslümanlar arasında öteden beri var olan çatışmalar artık son aşamaya ulaşmıştır. Zayıf olan ortadan yok olacaktır “ sözü toplum mühendisliği yönünü göstermektedir.

İttihatçı geçmişine rağmen Atatürk’ün İçişleri Bakanlığını üstlenen Kaya, on bir yıllık süre içinde birçok icraata imza atmıştır. 1930’daki Menemen Olayı, 1937’deki Dersim olayları onun bakanlığı döneminde yaşanmış ve iki olayda da çok sert tedbirler alınarak şiddete başvurulmuştur. Devlet deyim yerindeyse Menemen Olayı ile Batı Anadolu’ya, Dersim Olayı ile de Doğu Anadolu’ya “gücünü ve gününü göstermiştir”.

İskân Kanunu görüşmelerinde söylediği “bu kanun tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket yaratacaktır” sözü Kaya’nın “tek tip yurttaş” oluşturma düşüncesinin göstergesidir. Yine radyolarda alaturka müziğin yasaklanmasında da rolü olduğu anlaşılmaktadır.

Kaya’nın bakanlığı dönemi laiklik politikalarının zirve yaptığı bir dönemdir. Ayasofya’nın müze olması, Türkçe ezan uygulaması ve dini faaliyetlerin “irtica” sayılarak ısrarla takibi o dönemin öne çıkan özellikleridir.

Kaya’nın diğer bir özelliği yargıya açıktan müdahale etmesidir. Devrin mağdurlarından birisi de Bediüzzaman olmuş, Kaya’nın bakanlığı müddetince sürgün ve hapis hayatı yaşamıştır. Bir suç bulunamadığı halde Bediüzzaman ve talebeleri Bakan’ın “dini siyasete alet etmek” iddiasıyla yaptığı baskılarla tahliye edilmemiş ve Bediüzzaman bir mahkemede “Şükrü Kaya’nın şahsını, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’ya şikâyet ediyoruz” demiştir.

İçişleri Bakanlığı ile CHP genel sekreterliğinin birleştirilmesinden sonra CHP genel sekreterliğini de üstlenen Kaya, İsmet Paşa’nın başbakanlıktan uzaklaştırılmasıyla kendisini “İkinci Adam” olarak görmeye başlamıştı. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü’nün ilk tasfiye ettiği iki isimden birisi oldu ve siyasi hayatın dışına itildi.

Abdülhamit’in hatıra defteri üzerinde yaptığı tahrifattan dolayı inandırıcılığı zayıf olsa da İsmet Bozdağ’a göre; hatıralarını kaleme almış, fakat bu hatıralar bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Bu durum bir devrin “sır küpü” sayılabilecek Kaya’nın hatıralarının başına bir şeyler gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.

NAMIK GEDİK

Menderes devrinin öne çıkan İçişleri Bakanı ise Namık Gedik’ti. Asıl mesleği hekimlik olan Gedik’in ilk bakanlığı 1954’de başladı.

1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül olaylarının sorumlularından birisi olarak görülen Namık Gedik, 10 Eylül 1955’de bakanlık görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Fuat Köprülü, Yassıada yargılamalarında bu olayları “Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik’in tertiplediği” iddiasında bulunmuştur. Özel Harp Dairesi’nin başarılı bir organizasyonu olarak gösterilen bu olaylardaki rolü, Gedik’in konumunu daha anlaşılır kılmaktadır.

Gedik 1956’da yeniden İçişleri Bakanlığı’na atandı ve görevi 27 Mayıs darbesine kadar devam etti. 1957’den itibaren “gittikçe otoriterleşen” Demokrat Parti’nin muhalefeti ve basını susturma politikalarının önemli bir icracısı olarak görev yapan Gedik, yanlış politikalarla 27 Mayıs’a giden sürecin mimarlarından birisi oldu.

İnönü’nün 1959 yılında çıktığı “Büyük Taarruz” gezisinde yaşanan Uşak olaylarında, İnönü’nün treninin Yeşilhisar’da durdurulmasında, Topkapı ve Geyikli olaylarında ön planda Gedik’e bağlı olarak görev yapan mülki amirlerle polisler vardı. Özellikle polisler “Demokrat Parti’nin güçleri” gibi davranarak olayların tırmanmasına yol açtılar.

Namık Gedik 1960 yılında, ömrünün son günlerinde Urfa’ya gitmek isteyen Bediüzzaman’a engel olmaya çalışarak bir kez daha sahneye çıktı. Verdiği direktifte Bediüzzaman’ın Isparta’ya dönmesini istiyor ve Urfa’da bir otelde hasta yatan Said Nursi’ye bu karar tebliğ ediliyordu.

Gedik, 27 Mayıs darbesinde gözaltına alınarak Harp Okulu’na götürüldü ve burada pencereden atlayarak intihar etti. Bir başka iddiaya göre de askerler aşağıya atarak öldürdüler. Said Nursi gibi Gedik’in cesedi de bilinmeyen bir yere gömüldü.

TESADÜF MÜ?

Bu örnekler İçişleri bakanlarının Türk siyasetinde ne kadar önemli olduklarını ve devletin dönüşümündeki rollerini ortaya koymaktadır. Bugün de son iki bakanın icraatlarına bakıldığında aynı yaklaşımın devam ettiği anlaşılmaktadır.

Bugün Türkiye “Müslüman-muhafazakâr görünümlü bir tek adam” rejimine dönüşmekte ve bu rejim kendisine karşı çıkan her şahıs, zümre ve fikri yok etmeyi temel amaç olarak görmektedir. Kuşkusuz Türkiye’nin nasıl bir rejime dönüştüğünü anlamak için geçmişte olduğu gibi bugün de İçişleri bakanlarının söylem ve icraatlarına bakmak önemli kriterlerden birisidir.

 

Kaynakça: A. Aslan, Türk Basınında Talat Paşa Suikastı ve Yansımaları, İÜ AİİTE yüksek lisans tezi, İstanbul 2010; M. Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C. 4, İstanbul 1982; M. Turan, “Tek Parti Dönemi Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Kitaplığı”, Tarih ve Toplum, S. 284, Ağustos 2017; M. Solak, Atatürk Döneminde Şükrü Kaya’nın Siyasi Hayatı, AÜ TİTE yüksek lisans tezi, Ankara 2010; Resul Babaoğlu, “6-7 Eylül Olaylarının Muhtemel Failleri Üzerine Değerlendirme”, JASS, S. 6, 2013.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin