İslam dünyasında insanlığın çöküşü ve yeni kavimler göçü

Yorum | Bülent Keneş

Önce kısa bir film özeti: Yer kuzey Avrupa ülkelerinden biri. Yaşadığı İslam ülkesinden kaçıp bulunduğu ülkeye sığınan bir Müslüman aile, yeni taşındıkları mahalledeki komşuları evlerine ilk kez ziyarete geleceği için hatırı sayılır bir telaş içerisindedir. Sofra yeni yeni donatılmışken en önce en yakın komşuları olan yaşlı bir kadın gelir.

Mevsim yazdır, hava sıcaktır, pencereler açıktır. Yemeğin kokusunu alan bir arı fırsattan istifade açık pencereden içeri dalıverir. Arının içeriye girmekle kalmayıp masadaki yiyeceklere konmasından telaşa kapılan evin hanımı ve kocası ellerine geçirdikleri birer gazete ve dergiyle istenmeyen bu misafirin peşine düşerler. Ölümcül takip başlamıştır.

Göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleştirdikleri birkaç karavana hamleden sonra olup bitenler karşısında gözleri fal taşı gibi açılmış misafir kadın duruma acilen müdahale eder. Yok yok sandığınız gibi zavallı arının işin hemencecik orada bitirmez. Tam tersine ev sahibesi ve eşini bir güzel sakinleştirir. Öldürücü bir silaha dönüştürdükleri gazete ve dergiyi ellerinden alır.

Bu arada, arı da sakinleşmiş ve duvara konmuştur. Yaşlı kadın arının olduğu yere usulce yaklaşır. Aynı sükunetle dergiyi arının hareket yönüne yerleştirir. Arı gezinirken farkına varmadan derginin üzerine gelince kadın dergiyi yine usulce alır ve açık pencerenin dışında bir süre tutar. Arı sanki hiçbir şey olmamış gibi bir süre sonra uçup gider. Yaşlı kadın hep yaptığı gibi sakin bir yöntemle arıyı yeniden tabiatla buluştururken hem yeni tanıştığı ev sahiplerinin bir müşkülünü halletmiş hem de arı da olsa bir cana kıymama konusunda onlara kırmadan dökmeden sağlam bir ders vermiştir.

KAFİR DENİLENLERİN KAFİR DİYENLERDEN EDNA OLDUĞU BİR DEVİR

Şimdi kısa bir fetva özeti: Yer İstanbul. Alengirli işlerinin şöhreti Maşrık’tan Mağrib’e kadar uzanmasının yanısıra Cehennem ateşinin yakmayacağı kefenin mucidi ve anasının gözü bir din tüccarı olan Cübbeli Ahmet Hoca kürsüdedir. Kameralar kayıttadır. Konu mühimdir: Bütün mahlukatın aksine Hz. İbrahim’in atıldığı ateşe su taşımak şöyle dursun ağzıyla üfleyerek ateşi harlandırdığı rivayet edilen kertenkeleye ne yapılmalıdır?

Cübbeli’nin böyle bir fırsatı kaçırması tabii ki beklenemez. Tüm kertenkelelerin ölümüne fetvayı anında basıverir. Söylediklerinde hiçbir mahsur görmediği için olsa gerek bunları televizyonlarında, sosyal medyada yayınlamakta da herhangi bir beis görmez. Aynen şöyle der: “Kertenkele öldürme konusu Müslim hadisinde ‘Bir vuruşta öldürene 100 sevap, iki vuruşta öldürene daha az, üç vuruşta öldürene biraz daha az sevap vardır,’ şeklinde geçer. Çünkü kertenkele İbrahim Aleyhisselâm’ın ateşine körükle gitmiştir. Ateşi üflemiştir. Onun için lanetlenmiştir. Allah-u Teâlâ’nın böyle hikmetleri vardır. Sahih hadislerde de bu konu yer almaktadır.”

Anlayabildiğim kadarıyla Cübbeli bu konuya birkaç kez girmiş. Bir keresinde ise, içine insanlıktan başka her şeyi alabilen cübbesinden “Bir kertenkele öldürmek, bir gavur öldürmek sevabına eşittir,” şeklinde neresinden tutsan dökülen rezil bir bir fetva çıkarmış. Yani tek cümlede kertenkeleleri gereksiz yere öldürmeyi sevap olarak tarif etmekle kalmamış sadece “gavur öldürme”nin de sevap olduğunu söylemiş. Hem de bu kepazeliğine masum bir insanı öldürmeyi tüm insanlığı öldürmekle eş tutan bir dini ortak etmiş.

Şüphesiz ki bu insanlık dışı duruş, insaniyet geçirmez cübbesiyle sadece Ahmet Ünlü isimli zavallıya has bir sorun değil. Benzer uydurma ya da bağlamından koparılmış hadislerle değil kertenkelelerin soyunu tüketmek, IŞİD örneğinde olduğu gibi, yobazlığın ve cehaletin kol gezdiği İslam dünyasında insanları böcek gibi ezecek yoz güruhların haddi hesabı yoktur. Oysa meseleye illa de her kepazeliğini din kılıfına sokmasıyla meşhur Cübbeli şaklabanının baktığı yerden bakmak mı gerekir? Ne münasebet?..

BİR DE SAİD-İ NURSİ’NİN KERTENKELE HİKAYESİNİ DİNLEYİN

Enteresandır, Bediüzzaman Said Nursi ile de ilgili bir kertenkele hikayesi vardır. Ama onun kertenkele mevzuuna yaklaşımı Cübbeli’nin tam tersine. Uzatmadan mevzuya gireyim. Öğrencilerinden Molla Resul bir gün bir kertenkele görür ve daha sonra başından geçenleri şöyle anlatır:

“Üstad, bir gün bize ‘Ben tesbihat ve dua ile meşgul olacağım. Siz gidin biraz gezin,” demişti. Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde bir kertenkeleyi vurup öldürmüştüm. Dönüşte Üstad, ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince Üstad çok üzüldü. Bana dönerek, ‘Evini harap etmişsin’ dedi.

Ben de ‘Bizde 7 kertenkele öldürenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler’ dedim. Bu defa Üstad, ‘Otur da konuşalım, kim haklı, kim haksız?  O hayvan sana saldırdı mı? Hayır. Elinden bir şeyini aldı mı? Hayır. O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun? Hayır. Senin mülkünde mi, arazinde mi geziyordu? Hayır. O hayvanı sen mi yarattın? Hayır. Bu hayvanların niçin yaratıldığını biliyor musun? Hayır. Bu hayvanı yaratan Allah, senin öldürmen için mi yarattı? Sana kim öldür dedi? Bu hayvanların yaratılışında binlerce fayda ve hikmet var. Onu öldürmekle hata etmişsin.”

Üstad Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla şimdi işine gelen hadisi kendisine cübbe yapan Cübbeli mi daha insan ve Müslüman yoksa arının hayatına hassasiyet gösteren, Batı Avrupa ülkelerinde benzerlerine sıklıkla rastladığımız, o yaşlı kadın mı? Ya da insan olduğu iddiasındaki her insanın yapacağı gibi arıya kıyamayan o yaşlı kadın gibiler mi daha insan yoksa her devrin yalakası Türkiye gazetesinde “Sünni olmayanların kafir olduğunu ve cehenneme gideceğini” yazan ilahiyatçı yazar Osman Ünlü mü? İslam’ı ve Müslümanlığı insanlıktan koparan bu şarlatanlar yüzünden İslam coğrafyalarının apaçık ortada olan ahval-i perişanı cevap vermeye hiç gerek bırakmıyor aslında.

Son kavimler göçünün üzerinde 1200 yıl geçmesine rağmen bir çeşit yeni nesil kavimler göçünün yönü de yukarıda anlattığımız basit hikayelerle tutarlılık arzeder nitelikte. Bulundukları konum itibariyle ıslah edici olması gerekenlerin bile cehalet ve fanatizmle yozlaşıp yobazlaştığı bir coğrafyadan insanların akın akın kaçması hiç de boşuna değildir.

Bakmayın siz İslamofaşist Erdoğan ve ahlaksız yardakçılarının Batılı ülkelerde sanki çok yaygın bir sorunmuş gibi sürekli İslamophobiayı ve yabancı düşmanlığını dillerine dolamalarına, arsız, namussuz medyalarında bu yöndeki haberleri sürekli köpürtüp durmalarına.

KİMSENİN BARBARLARI BEKLEDİĞİ FALAN YOK ARTIK

Batı’da ve Avrupa’da Müslüman düşmanları, yabancı düşmanları, ırkçılar yok mudur? Elbette vardır… Ama iddiam odur ki, bunların bile çoğu ancak Batı medeniyetinin insaniyet standartlarına göre aşırı kabul edilmektedir. Yoksa, pek azı hariç, Avrupa/Batı standartlarına göre aşırıcı kabul edilen bu insanların insaniyet seviyesi harami despot Erdoğan ve şürekasının insaniyet seviyesinden (biz de hala sanki biraz varmış gibi konuşuyoruz burada) kat be kat fazladır.

Emin olun Batı’da kimsenin, Constantino Kavafis’in o meşhur şiirinde ti’ye aldığı gibi, korku içinde barbarları beklediği falan yok. Tabii ki beraberlerinde getirdikleri tüm sorunlarıyla birlikte ülkelerine kontrol dışı akın eden insan dalgalarından tedirgin olmuyor değiller. Hiç de yersiz olmayan bu tedirginliklerini, uğruna ağır bedeller ödedikleri için üzerine titredikleri medeniyetin tahrip olacağından duydukları bir endişe olarak gördüğümüzde, sorunun ucu yine kendi insanını sonu belirsiz bir macera için yollara düşmek zorunda bırakan İslam ülkelerine çıkıyor.

Her yıl Akdeniz’de, Meriç’te, Ege’de, insanca yaşama umutları kalmadığı için kendi ülkelerini terketmek zorunda kalan, binlerce insan ölüyor. Tabii ki bu insanlardan tek biri bile Hıristiyan Batı/Avrupa ülkelerinden kaçanlardan oluşmuyor. Acı ama gerçek. Çok büyük bir kısmı güya “Müslüman ülkeler”den güya “gavur diyarları”na kaçan insanlardan oluşuyor. Şimdi aşağıda vereceğim rakamları, daha dün İslamofaşist Erdoğan zulmünden kaçarken Meriç’te yitip giden Hatice Akçabay (36) ve çocukları Ahmet Esat (7), Mesut (4) ve 1 yaşındaki Bekir Aras’ın talihsiz akibetlerini ve acılarını derinden hissederek okumaya çalışın lütfen. Kolayca telafuz ettiğimiz her bir rakamın bir can olduğunu unutmayın.

KAÇ AHMET ESAT, KAÇ MESUT, KAÇ BEKİR ARAS DENİZLERDE YİTİP GİTTİ

Bir düşünün her yıl kaç Ahmet Esat, kaç Bekir Aras, kaç Mesut kendileri için Cehennem’e dönen İslam ülkelerinden kaçıp ağzını açanın gavur/kafir dediği Avrupa ülkelerine sığınmak için çabalarken yollarda ziyan olup gidiyor. 2017 yılında sadece Akdeniz’i kullanarak Avrupa’ya göç etmek isteyen 2 bin 993 kişinin denizde boğulduğunu duymuşsunuzdur herhalde. Bu acı tabloya rağmen, hala sahil güvenlik ekiplerinin her gün kapasitelerinin üzerinde yolcu taşıyan derme çatma mülteci teknelerini yakalıyor olması, boğulma riski yüksek denizlerin bile terkedilen diyarlara tercih edildiğini gösteriyor. Yola çıkan herkes biliyor ki, zulüm ve yobazlıktan dolayı ülkelerini terketmek zorunda kalanların ancak bir kısmı Avrupa’ya ulaşabiliyor. Buna rağmen, kendi ülkelerinde cehennemi bir hayat yaşamaktansa ölümü göze alma pahasına şanslarını denemeyi yeğliyorlar. Ölüyorlar…

Sadece Akdeniz’de boğularak ölen mülteci sayısına baktığımızda bile maalesef en kötü yıl 2017 değil. Mesela, 2014 yılında Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan 216 bin 54 kişiden 3 bin 538’i boğularak ölmüş. 2015 yılında 1 milyon 15 bin 78 kişiden 3 bin 771’i boğulmuş. 2016 yılında 362 bin 753 kişiden 5 bin 96’sı Akdeniz’in sularında kaybolmuş. 2018 yılında ise 1 Temmuz’a kadar geçen süre içerisinde bin 405 mülteci Akdeniz’de başladığı yolcuğunu tamamlayamamış.

Maalesef çoğunlukla Müslümanlar, aşağılık diktatörlerin, yolsuz/arsız/hırsız muktedirlerin, ahlaksız hukuksuz şarlatanların, insanlığa dair ne varsa güya din adına altını oyan yobaz sürülerinin kol gezip hükümferma olduğu ülkelerden Hıristiyan ülkelere doğru kaçıyor. Bir devletin İslami olabilmesi için Allah’ın kafi gördüğü adaleti (adil bir sistem doğası gereği emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker’i de kapsar) tesis etmek şöyle dursun, kendilerine zulüm hanedanlıkları kuran İslamcı şarlatanlardan kaçan Müslümanlar, seküler demokratik hukuk sistemlerini İslamcı/Şeriatçı geçinen bu ahlaksızlık düzenlerinden çok daha İslami ve insani görüyorlar.

AKADEMİK BULGULAR TECRÜBİ YARGILARI DOĞRULUYOR

Doğrusu akademik çalışmalar da çok acı tecrübelerle ulaşılan bu yargıyı doğruluyor. George Washington Üniversitesi’nden Scheherazade S. Rehman ve Hossein Askari’nin Global Economy Journal adlı uluslararası bir akademik dergide yayınladıkları “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami?” konulu makale bu yargıyı teyid ediyor. Hatırlayacağınız gibi birkaç yıl önce yayınlanan bu makalede “İslamilik Endeksi” başlığı altında tüm ülkelerin ne kadar “İslami” olduğunu gösteren bir endekse de yer verilmişti. İslam dininin ortaya koyduğu iktisadi ilkelerin temelinde iktisadi adalet ve sürdürülebilir büyüme, yaygın refah ve istihdam, İslami ekonomik ve finansal teamüllerin uygulanması olduğunu düşünen yazarlar, belirledikleri 12 temel iktisadi kriteri esas alarak oluşturdukları bu endeksi her yıl güncelleyerek yayınlıyorlar.

En son yayınladıkları Ülkelerin İslamilik Endeksi’nin ilk 10 sırasında sırasıyla Yeni Zellanda, Hollanda, İsveç, İrlanda, İsviçre, Danimarka, Kanada, Avusturalya, Lüksemburg ve Finlandiya’nın yer alıyor. Endeksin ilk 40 sırasında ise tek bir Müslüman ülke bulunmuyor. İslam ülkelerinin insanlıktan uzaklaştıkları ölçüde İslamilikten de uzaklaştıklarının bundan daha çarpıcı bir kanıtı olamaz herhalde. Başına tebelleş olduğu ülkeyi düşürdüğü şu acınası hale bakmadan ona buna sürekli ayar vermeye kalkan İslamofaşist Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, bu endeksin ancak 81. sırasında yer alıyor. 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan ise sadece 11 ülkenin sıralaması Türkiye’den iyi bir noktada bulunuyor.

ISIRARAK ZEHİRLEMEKTEN LEZZET ALAN YILANLAR GİBİ

Bir nevi kelebek etkisi de diyebilirsiniz. Arının, kertenkelenin yaşam hakkına saygısı olmayanların, her gün kediye, köpeğe yapılan eziyetlerden geçilmeyen bir coğrafyanın insana saygısı olabileceği de pek söylenemez. İslamilik gibi insanilik de bir sabite değildir. İnsanilikten çıkmış olanların İslamiliğini tartışmak ise abestir.

Madem yazıda yeri geldi kendisine bir miktar değindik öyleyse özelde Türkiye’de genelde ise tüm Müslüman ülkelerinde bugün yaşanan dehşet verici bozulma ve çürümeyi sanki bugünleri tasvir ediyormuş gibi anlatan Said-i Nursi’nin kendine has tahlili ile bitirelim yine:

“Malûmdur ki, âlâ birşey bozulsa, ednâ birşeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de, mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklarla telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, adeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. yazı çok güzel elinize sağlık fakat
    KAFİR DENİLENLERİN KAFİR DİYENLERDEN EDNA OLDUĞU BİR DEVİR
    ıfadesi sanki anlatılmak istenen mananın tam tersi olmuş sanki. yani
    KAFİR DİYENLERİN KAFİR DENİLENLERDEN EDNA OLDUĞU BİR DEVİR olması gerekmez mi

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin