Zulüm biter, savunmanız baki kalır!

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Baskı ve zulüm süreçlerinde zalimin yanında olanların ve zulmedenlerin sesi çok çıkar. Gündemi zulüm düzeninin siyasetçileri, gazetecileri, aydınları belirler. Zulme uğrayanların acıları, çığlıkları ise duyulmaz. Zalime ve zulüm düzenine itiraz edenlerin, mahkemelerde manifesto gibi müdafaa yapan onurlu ve omurgalı aydınların haykırışları hak ettiği ilgiyi bulamaz, yok sayılır. Medya onları konuşulmamış, söylenmemiş gibi görmezden gelir.

Gün gelir zalimler devrilir, zulüm sona erer. Adalet geri döndükten, taşlar yerine oturduktan sonra zulüm sürecine dair hatıralarda sadece sembolik isimler kalır. Onlar da Hitler gibi, Goebbels gibi nefretle anılır. Zulüm düzenine zağarlık yapan gazeteciler, hakimler, savcılar, siyasetçiler, bürokratlar silinir, unutulur gider. Dönemin mazlumları ise hem Hak nezdinde hem de halk nezdinde rahmetle anılır, hayırla yad edilir. Milyonları mağdur eden hukuksuz ve usulsüz davaların hepsi gün gelir çöp olur. “İltisak” ve “irtibat” üzerine bina edilen asılsız suçlamaların hepsi düşer. Bu dönemin kibirle hükmeden hakimleri, savcıları -biraz haysiyetleri varsa- yaptıklarından dolayı mahçup dolaşırlar. Adalet gerçek anlamda dönerse yargılanırlar.

Yaşadığımız dönemi hafızalarda kalıcı hale getirecek, geleceğin film senaryolarına, romanlarına, hatıratlarına malzeme yapacak, tarihe not düşecek konulardan birisi de bu mahkemelerde verilen manifesto gibi müdafaalar, elif gibi dik durmalar, zalim düzene karşı haykırışlar olacaktır. Şükür ki bu dönemde de Hidayet Karaca gibi, Ali Ünal gibi, Ahmet Altan gibi yiğitçe müdafaa yapanlar çıktı.

Sokrates, yaşadığı dönemde iktidar ve güç sahiplerini eleştirdiği için hakaretlere maruz kaldı, aşağılandı ve yargılandı. Doğruluk ve erdem üzerinde sabit kaldığı için de ölüm cezasına çarptırıldı. Sokrates’i yargılayanlar ve cezalandıranlar unutuldu, lakin Sokrates insanlığı hala etkilemektedir. Adalet ve hakikat üzerine yaptığı müdafaaları 2000 yılı aşkın zamandır okunmakta, konuşulmaktadır. Yassıada mahkemelerinde dönemin muktedirleri ve onlar namına suçlamalar yönelten hakimler nefretle anılmakta, ama idam edilen Menderes’in, Zorlu’nun ve Polatkan’ın savunmaları ses vermeye devam etmektedir.   

Osmanlı’nın son döneminde, 31 Mart sonrası bugüne benzer siyasi davalar vardı ve muhaliflere cadı avları yapılıyordu. O dönemde pek çok aydını yargılayan ve idam eden yargıçların adını kimse bilmez ve hatırlamaz. Ama dışarda idam edilmiş kimseler dururken Bediüzzaman’ın yaptığı manifesto gibi müdafaayı herkes hatırlar ve hala ondan güç alır. Keza son nefesini vereceği 1960 yılına kadar belki binlerce yargılamaya muhatap olmuş Üstad’ı suçlayanları, yargılayanları bugün lanetle, nefretle anıyoruz. Ama Bediüzzaman’ın müdafaalarını hala tüylerimiz diken diken okuyoruz. Devletin bütün gücüyle üstüne gittiği yaşlı, yalnız ve hasta bir adamın verdiği mücadeleden hala cesaret alıyoruz. O dönem medyada Risale-i Nur talebeleri “mürteciler” olarak anılıyor ve “şaki” gibi takdim ediliyordu. Halk bugüne benzer şekilde, “Bir şeyler yapmışlar ki devlet hapse atıyor, yargılıyor!” diyordu. Ama aradan geçen 70-80 yıldır bu mazlumların müdafalaarını ilgiyle okuyor, yiğitliklerine, duruşlarına hayran oluyoruz. Zübeyir Gündüzalp’i yargılayan mahkemeden ve hakimlerden kimse bahsetmiyor, ama O’nun davasına sahip çıkan, manifesto gibi müdafaası bize hala ışık tutuyor. Bugünkü davalarla çok benzer absürt, keyfi, hukuksuz suçlamalara maruz kalan Nur talebelerinin onca fakru zarurete, zorluğa, sıkıntıya rağmen eğilip bükülmeden elif gibi durmaları bize hala ümit oluyor. Kimseye iftira etmeden, onurlarını satmadan ve kendilerini inkar etmeden yaptıkları müdafaaları hala okuyoruz. Yokluk ve baskı içindeki dayanışmaları, hapishaneleri medreseye çevirip hizmet alanına dönüştürmeleri, yılgınlığa düşmeyip Hizmet’e devam etmeleri bize hala ilham kaynağı oluyor.

Bugünlerde de pek çok insan insafsız ve hukuksuz bir rejimin baskısına, adaletsiz yargılamasına maruz. Kitleler ve medya her zamanki gibi ekseriyetle muktedirin, güçlünün yanında. Bazen mazlumlar bu süreçlerin bitmeyeceği, zalimlerin yenilmeyeceği zehabına kapılıyor. Yaşadığı baskıya, acılara dayanamayıp güce yakın durmayı tercih edenler, kendisini kurtarmak için dostlarına zarar verenler çıkabiliyor. Yaşanan baskı ve zulüm nedeniyle herkesten elif gibi durmasını beklemek gerçekçi olmayabilir. Onları kınamıyor, suçlamıyoruz; zira kimin ne yaşadığını bilmiyoruz. Lakin hukuksuz ve asılsız davalarda dostlarını ele vererek kendini kurtarmaya çalışanların takdir edilecek yanı da yoktur. Etkin pişmanlıktan yararlanıp suskun ve mahçup kalanlar anlaşılabilir. Ama bunu bir “fazilet” gibi sunup üste çıkmaya çalışanlar yaptığını “sıvama” çabasında.

Zulüm süreci biter, yargılamalar kapanır, suçlamalar düşer. Zalimler nefretle anılır, yardakçılar siner, güdümlü medya itibarsız paçavraya döner. Her şeyin ötesinde dünyada ve ahirette size verdiğiniz savunma kalır. Kimseyi suçlamadan hakkınızı yiğitçe, dürüstçe savundu, dik durdu iseniz bu savunma dünyada ve ahirette, Hak ve halk nezdinde yüzünüzü ak eder.

Zulüm süreçlerinde zulme uğrayanların müdafaaları, yaşadıkları, maruz kaldıkları kadar önemlidir. Müdafaanızı yaparken kendinizi savunmasız duruma düşürmeyin! Mazlum ve haklı iken, zalim ve müfteri konumuna inmeyin!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Sen git hapislerde yat sonra millete akil ver. Serefsiz hocaniz ve siz kactiniz tabi. Milleti salak yerine koymayin artik yeter. Hitler ile erdogani eslestiriyor aklinca ,aptal herif. Bak menderese said nursiye yapmadigini birakmadi . Simdi sokaktaki siradan vatandas icin demokrasi kahramani ama said nursi seyh said isyaninini yapan terorist.

    • Ali Ekmen,

      Deve misin, kuş musun? Kuşla kuş gibi, deveyle deve gibi konuşulur.

      Kuş olmadığın ortada, lakin bedevi diliyle yazsam deve diye, deveye de haksızlık olur, bedevi de olsa mert olur. Bir trollük var satırlarında.

      Trollük, kendi ailesinden, sırf “Gülen” soyadlı diye 30 kişiyi bile bile hapse atacak kadar kahpeleşmiş bir zulmün kullandığı aynı dili kullanman. Zalimden aman dilemedik ki, bir de diş kirası gibi üstüne küfretsin bize. Ne deve ne kuş söyler o küfrünü. Tam şu an suratına çarpılmış bil.

      -Önce şunu netleştirelim, sen Tayyibin trolü müsün? İtibar suikasti yapan, başörtülü bacım dediği masume bacıları ve onların bebeklerini acımadan, hınçla, keyifle hapislerde çürüten Erdoğanın trolü müsün?

      Sonra adım adım gidelim. Deve misin, kuş musun yoksa trol müsün?

      Boşuna dememişler,

      “Bir lafa bakarım laf mı diye, bir adama bakarım adam mı diye”

      Hoş bu laf gereği, yazmaya değmez ama yinede soruyorum.

      Deve misin, kuş musun, trol müsün?

      Bir cevap bekliyorum, ona göre cevabım muhakkak olacak?

      Aslan parçası, deve misin, kuş musun, trol müsün?

  2. İftiracılar göklerde de uçmuyor, zavallı bir duruma sayın Akpınar.

    -Adana da çok kişinin kanına giren bir “Abi” ünvanlı iftiracının ünvanı, zor şartlarda asgari ücretle, çoluk çocuk çalışmak. Gözlerine yansıyan, iftira atmanın ağırlının yansıttığı o tuhaf yorgun hal de ihtimal hayat boyu devam edecek. Üstadın dediği gibi, bedeni bir batman yükten kurtuldu, ruhu binlerce batman yükün altında eziliyor. Asıl zavallılık budur. İftira attıklarından hapisten çıkanların gözlerinin içi ışıl ışıl, nefes aldıklarında derin derin huzurla alıyorken, bu iftiracılarda o huzurdan eser bile yok. Zavallılık bu aslında. Anlayanabilene.

    -Maraşta, “Abi-abla” ünvanlıı çift, göz altından çıkınca, kimbilir hangi anlaşmanın gereği o gözaltından çıkmanın bedeli!!!, kapı kapı gezip,ismini verdikleri insanların da yanına gidip, isim verin, iftira atın ne olacak, girmeyin hapse demişlerdi. Duyduğuma göre, onlarında şu an ki aile huzuru, hali hal değilmiş.

    -Ankara Adliyesine, ilk gözaltı ardından duruşmaya çıkacak bir arkadaşın duruşmasına gitmiştim. 2017 de. 14 günlük gözaltının yorgunluğu dışında, derin bir huzur vardı. Yanında biri daha vardı, onun beli eğik, başı öne çökmüş durumdaydı. Yanlarına yaklaşamadığımız için çok yakın, az bir boşlukta kısaca konuşmuştuk. Bu yanımdaki malesef iftira attı çıkmak için demişti. Bir iftiracıyı sıcağı sıcağına gözlerimle görmüştüm bu sefer kendim gözlemleyerek.

    İftiracılığın hali hal değil, ne zalim gibi zalim olabiliyorsun, ne mazlum gibi mazlum. İki arada bir derede. O nedenle, iftiracılığa zavallılık müessesi diyorum.

    Peki, tüm bunların ardından, neden iftiracılar çıkıyor derseniz, bir gözlemimi paylaşayım;

    15 Temmuzun hemen ardından, aman başkasına iftira atmasın diye, her girene “jopla şunu yapıyorlar bunu yapıyorlar”, “her kadına tecavüz ediyorlar, bağırmalar her yerde duyuluyor”,, “duvarlar hep kan dolu” derseniz, istemeden birilerinin ekmeğine yağ sürmüş olursunuz.

    O atmosferde, bu zalim mi zalim görüntüye en çok ihtiyacı olan Ankara TEM başta olmak üzere, diğer gözaltı merkezleri.

    Dalga dalga yayıla yayıla anlatıla anlatıla, her giren kendine bunlar yapılacak sanıp, iftira atmayı bir yol gördü.

    Bunda kısaca o dönemin kriz yönetiminin de bir katkısı var sayın Akpınar, farkında olmadan elbette.

    Her potansiyel gözaltı adayına, kaçsın saklansın yakalanmasın diye, “aman yakalanırsan, jopla şunu uyapıyorlar, bunu yapıyorlar” dersen, bunun dalga dalga yayılmasına göz yumarsan, o kaygının neticesinin ne olacağını bilemezsin.

    O dönem, masum insanlara yön verebilme konumunda olanların malesef bu durumu hesap edemediğini düşünüyorum.

    • Ali ekmen masum insanların üzerinden hakaretler ediyorsun, zalim hırsız münafık tayyipin kılıcını sallıyorsun, sanki bu insanlara hocaefendi zulmetmiş, tayyip hiçbişey yapmamış, neyin kafası bu acaba, iyi niyetli olmadığın belli..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin