Zeytin Çekirdeği

YORUM | MEHMET ALİ ÖZCAN  / @mehmet_aliozcan

Hangi düşünce sahipleri iktidara gelirse gelsin, atalarımızdan miras kalan “kutsal devlet” anlayışı hiç terkedilmedi. Bununla birlikte iktidardakiler, devlette kadrolaşma, yolsuzluk, hırsızlık, milletin sırtından zengin olma gibi şahsi çıkarlarını da ihmal etmedi.

Bugünlerde yaşadıklarımız da aynı oyunun farklı bir versiyonu… İktidar sahipleri, daha önce Ermeni, Alevi, Kürt, komünist ve azınlıkları düşman ilan ederek toplumu kontrol altında tutmuştu. Günümüzde ise düşman kategorisinde Hizmet Hareketi müntesipleri var. İşin doğrusu, yapılan şey boyun eğdirilemeyen, koyun sürüsü gibi itaat etmeyen ne kadar muhalif düşünceli insan varsa onları sindirmekten ibaret…

Ne yazık ki yaşananlardan ders almadığımız için aynı oyunu farklı renklerle tekrar tekrar seyrediyoruz. Daha önce mağdur olanlar, yeni mağdurlara “Biz zulüm görürken siz sessiz kaldınız” diyerek bir nevi öç aldıklarını düşünüyorlar. Büyük oyun kurucularının istediği davranış bu işte; insanlar biraraya gelmesin ve biz iktidarımızı devam ettirelim…

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri neredeyse her dönem dindar insanlar baskı altında tutulmuşlardır. Ama hiçbir zaman kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastalar bu dönemdeki kadar zulme maruz kalmamışlardır.

Hz. Yusuf’un (as), hapishaneyi bir eğitim yuvası olarak görmesi neticesinde dindar insanlar oraya “Medrese-i Yusufiye” ismini vermişlerdir. Ne olduğu belli olmayan 15 Temmuz olayından sonra çok sayıda dindar insan, dini siyasete alet eden bir iktidar tarafından Medrese-i Yusufiye’de zorunlu eğitime tabi tutuluyorlar. İslamcılar, onları cezalandırdıklarını düşünedursun, yazılan mektuplar, şiirler, günlükler ve anlatılanlar gösteriyor ki, orası gerçekten bir eğitim yuvası olmuş durumda…

Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan ve 5 farklı ülkede mülteci konumunda bulunan bir avuç mağdurun kurduğu Crab Publishing, yaşanan süreci kayıt altına alma adına e-kitap formatında eserler yayınlıyor. Yayınlamış oldukları 14. kitap Medrese-i Yusufiye’de 385 günlük eğitimini tamamlayıp ailesinin yanına dönen bir öğretmenin hatıraları ve yetişme çağındaki oğluna yazdıkları mektuplardan oluşuyor.

Zeytin Çekirdeği isimli kitabın yazarı olan Emin Ersöz, devlet okullarında 16 yıl öğretmenlik ve yöneticilik yapmış bir eğitimci. Ne ile suçlandığını bilmeden apar topar gözaltına alınmış. Kendisine isnat edilen suçlarla ilgili hiçbir delil olmasa da ülkede oluşturulan korku atmosferinden dolayı sevdiklerinden bir süre ayrı kalmış.

Birçok internet sitesi ve sosyal medya hesaplarında yer alan hatıraların benzerini bu kitapta okuyabilirsiniz. Ancak bu kitabın içeriğinde bir farklılık var. Yetişme çağında olan oğlundan uzak kalma ve ona yardımcı olamamanın verdiği rahatsızlığa bir çözüm bulmuş yazar. Önemli gördüğü konuları yazdığı mektuplarla oğluna anlatmış. Harama nazar, bağımlılık, seçici okuma, tevehhüm-ü ebediyet, sırr-ı teklif, mana-yı harfi, günümüzdeki kast sistemi gibi konuları Kur’an’dan ayetler ve Risale-i Nur’dan orijinal örneklerle kaleme almış. Bu davranışı ile yazar, öğretmen olmanın hakkını veriyor ve başta ailesi olmak üzere, çevresine, milletine hizmet etme aşkını kaybetmediğini göstermiş oluyor.

Kitabın isminin nereden geldiğini tahmin edeceğinizi umarak yazımın bundan sonraki kısmını Emin Ersöz’e bırakıyorum…

“Yazdıklarım kimine göre sıradan, kimine göre abartılı, kimine göre çok acıklı olabilir. Kitabı okurken, bir mazlumun iç dünyasını, bir gece de değişen hayatını, ‘yaşamak ile hayatta kalmak’ arasındaki ince çizgide nasıl yol aldığını, hepsinden öte, bir masumun kendine özel iç dünyasını tüm çıplaklığı ile göreceksiniz. Bu kitaptaki en önemli unsur, samimiyetimdir.”

“İçerideyken, bazen yaşamım boyunca hissetmediğim kadar huzurla doluydum; bazense yaşama ait tüm ümitlerimi kaybetmiştim. Dilerim hayatınız boyunca hapse düşmezsiniz ama bu kitapla, bir mahpusun penceresinden hayata bakıp, onun duygu ve düşünce dünyasına girebilirsiniz.”

“Bir süre sonra ben de insanlara kızamaz, küsemez oldum. Onlar da kendilerini, çocuklarını düşünüyorlardı. Çekinebilirler düşüncesiyle kimseyi arayıp sormasam da, sadece bir iki kişi olsa da, arayıp soranlarla yetinmeye çalışıyordum. Nasılsa birkaç ay, hatta belki birkaç hafta içinde gerçekler ortaya çıkacak ve görevime geri dönecektim.”

“Öğrencimin, elimde kalan ürünü geri alma garantisi vermesi, teşvikleri ve yönlendirmeleriyle; 70 kg kestane, bir leğen ve ödünç alınan bir terazi ile beni kimsenin tanıyamayacağı 50 km uzaklıktaki bir ilçede, ilk pazarcılık deneyimimi yaşamak için yola çıktım. İlk pazar deneyimimde, pazarın bitiminde, elimde, 10–15 kilo kestane kalmıştı. Onu da yolumun üstündeki bir kasaba kahvesinde satınca bu işi yapabileceğime inandım.”

“Evden ayrılırken, çocuklara, “Üzülmeyin, bir iki güne, en geç bir haftaya evde olurum.” dedim.  Birinci sınıfa giden oğlum ‘Baba bir hafta kaç gün?’ diye sordu. Ben çocuklarıma, aramızda yıkılmaz bir güven duygusu oluşsun düşüncesiyle, hiç yalan söylememiştim. Ancak oğlum böyle sorunca, onun bana olan kesin güveni ve benim yalancı durumuna düşme ihtimalim karşısındaki çaresizliğim gözlerimi biraz daha buğulandırdı.”

“Emniyette beklerken, sigara içmek için izin istedim. Bir polis memuru ile emniyetin önüne çıktık. O ara yanımdaki memura içerden seslendiler. Ben dışarıda yalnız kalmıştım. Kelepçe de takılmamıştı henüz. Elimi kolumu sallayarak uzaklaşabilirdim oradan ama (suçsuzluğun verdiği güvenle) sigaramı içip içeri girdim. Aslında polislerin rahat davranma sebepleri, onların da bizi gerçekten terör örgütü üyesi olarak görmemeleriydi.”

“Tasavvuf edebiyatında, ruhun bir insana karşı duyulan mecazi aşkın ızdırapları sonucunda, dünya zevklerinden ve maddiyattan uzaklaşmasıyla, kişinin ilahi aşka yükselmesi sıkça işlenen konulardandır. Kişi farklı sıkıntılarla, içini yakan acılarla karşılaşmadan, maddiyattan sıyrılıp gönül dünyasının enginliklerine dalamıyor.”

“Bugün kantin siparişlerimiz geldi. Koğuşta hem bir curcuna hem de bir bayram havası vardı adeta. Çay, şeker, cam bardak, tabak, kaşık, deterjan, sabun, şampuan, saat, kalem, kâğıt, defter, iğne, iplik, jilet, posta pulu, sakal fırçası, tıraş köpüğü, tabure, tespih… Ne kadar basit ama ne kadar gerekli malzemelermiş bunların her biri. Sıcak, kokusu üzerinde bir bardak çay, bir kalem, bir tabak ne kadar önemliymiş. Belki de kendimi bildim bileli ilk defa saati bilmeden 4 gün geçirdim. “Acaba saat on mu? Yoksa on ikiye mi geliyor? Ezan okundu mu ki? Yemek ne zaman gelecek ki? Güneşin batmasına az kaldı galiba” gibi cümlelerle geçen 4 gün rakamla ifade edince ne kadar da az geliyor şimdi.”

“Ailemi düşünmesem şu an neredeyse sorunum yok. Sanki sıkı bir okuma ve ibadet kampında gibiyim. Televizyon, bilgisayar, akıllı telefonlar derken ne çok zamanımı boşa harcamışım.”

“Bugün ilk kapalı görüşümüzü yaptık. Çocuklar sanırım normal görüşeceğimizi düşünmüşlerdi. Sevdiklerini karşında görüp, onlara dokunamamak ne kadar acı. Herkesin gözleri nemliydi. Babamın, annemin, eşimin, 3 küçük çocuğumun gözlerindeki hüznü görmek, çaresiz kalmak… Yazmak istemiyorum daha fazla…”

“Şuanda bir karakter oluşturuyorsun. Hayatın, oluşturduğun bu kişilik doğrultusunda ilerleyecektir. Çok dikkat et. Bir yola girdikten sonra dönmesi çok zordur. Yanlış yollar bazen görünüşte eğlenceli gelebilir ve ibadetler bir külfet gibi görünebilir. Ama aslında tam tersi doğrudur. İnsanların neşeli görünmesi seni aldatmasın. İç huzuru çok farklıdır. Elemsiz ve hakiki iç huzuru, ancak iman ve ibadetle hissedilip yaşanabilir oğlum.”

“Bu yüzden çok dikkatli yaşamalıyız ki hafızamızda Allah’ın karşısında bizi mahcup edecek kayıtlar bulunmasın. Şu anda hayat defterinin ilk sayfalarını dolduruyorsun. Asla unutma, yaşadıklarını silme şansın olmayacak. Belki tövbe ile affedileceksin (Şeytan en çok “tövbe edip affedilirsin” diyerek insanı kandırırmış.) ama yaşadıklarını hafızandan silemeyeceksin.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin