Zemin müsait ancak Meral Akşener ne vaat ediyor?

HABER-YORUM | CELAL SAKALLIOĞLU

Hiçbir parti, hiçbir sorunu herkesi memnun edecek şekilde çözemez. Çözülemeyen sorunlar zamanla kronikleşir ve muhalefet için fırsat alanlarına döner. Muhalefet de bu fırsatları ideolojisi yahut kapasitesi gereği kullanamazsa yeni partilere alan açılmış demektir. Bir benzetme ile söyleyecek olursak bu alanlar yeni partilerin kuluçka alanlarıdır; bu alanlarda doğar ve gösterdikleri performansla büyürler.

AKP’nin 2002’de gösterdiği seçim başarısı, bu alanları doğru okumasının bir sonucuydu. Tamam, zemin, yeni bir siyaset için gayet uygundu ancak AKP liderliğinin de bunları görüp arkasına irade koyduklarını teslim etmek gerekir. Devam eden yıllarda ise iktidar gücüyle sistemi sık sık manipüle eden ve kendi lehine fırsat alanları oluşturarak iktidarda kalmayı başaran bir parti gördük. Ancak sürekli sertleştirdikleri sistem artık esnekliğini kaybetti ve geldiğimiz noktada her manipülasyonun bir maliyeti var.

Devletle iç içe geçmiş olması, değer üretmesini ve hamle yapmasını zorlaştırıyor. Hukuku hiçe sayıyor olması zannedilenin aksine bir dezavantaj. Her istediğini yapar gibi gözükse de, yaptığı her hamle toplumda, siyasette ve bürokraside travmalar oluşturuyor ve icra makamı olarak bu travmaları yine kendisi çözmek zorunda. Memleket bir yıldan fazla zamandır fermanlarla yönetiliyor ve AKP normal, demokratik siyaseti adeta unuttu. Devlet merkezli ve iktidarı kutsayan söylemi, bunun da ötesinde mevcut tek adam yönetimi bu yolun geri dönüşünün olmadığını gösteriyor. Medya destekli kahramanlık edebiyatı dışında bir şey üretilemiyor ve bu durum, mevcut ve muhtemel rakipleri için fırsat alanları oluşturuyor.

Bu fırsat alanlarını, yani AKP’nin artık çözüm değil problem ürettiği alanları dört ana başlıkta toplamak mümkün: Birincisi, merkez sağ seçmen olarak devraldığı taraftar kitlesini aşırı sağa taşıma çabası. Din telakkisinin radikalleşerek neredeyse selefi-cihatçı bir noktaya evrilmesi ve Diyanet’in eşi görülmemiş bir şekilde siyasallaşması bu cümleden akla ilk gelenler. İkincisi, Erdoğan’ın, sonradan adapte olduğu milliyetçiliği her geçen gün daha izolasyoncu bir noktaya taşıması. Bu, şu an seçmene anlatılan hikâye ile uyumlu gözükse de oldukça maliyetli bir strateji. Hane halkının hain, komşuların düşman olduğu savına dayanan bu neo-milliyetçilik içeride bölücü dışarıda ise izolasyoncu bir yapıya sahip. Memleketin çocukları her gün terörist, hain vs. ilan edilerek baskılanıyor. Bu kutuplaştıran ve bölen milliyetçiliğin (!) barış üretme kapasitesi çok düşük. Oysa şu an en çok buna ihtiyacımız var. Birileri bizi barıştırmalı ve bu açıkça Erdoğan değil. Dolayısıyla AKP’nin sağduyusunu henüz kaybetmemiş seçmeni dahil, toplum bu gerginlikten rahatsız ve bizi barıştıracak, bir arada yaşamamızı olanaklı kılacak bir lider arayışında.

Üçüncüsü, öngörüden mahrum, ilkesiz dış politika. Erdoğan, barışçıl bir dış politika ve onun getirdiği ekonomik fırsatlarla büyüdüğünü unutmuşa benziyor. Takip ettiği politika, dostlarımızı, ortaklarımızı azaltırken düşmanlarımızı çoğaltıyor. Koalisyon kurma kapasitemizin sıfıra inmiş vaziyette. Doğu-Batı demeden herkesle kavga ediyor ve bunu bir çeşit milli mücadele gibi sunuyor. Oysaki bu kavgaların çoğu mecburiyet değil, tercih. Üstelik zararlı, maliyeti yüksek tercihler. Mesela Suriye politikası: Yumuşak gücümüz kalmadı, tek taraflı askeri müdahalelerle ise herhangi bir şeyi çözemeyeceğimiz açık. Çoğu zaman masaya bile çağrılmıyoruz. Bu krizi biz oluşturduk ve şu an güney sınırımız tehlikede. Sonra Katar krizi: Küçücük bir ülke için tüm bölgeyi karşımıza aldık, aşırı angaje olduk. Ancak bu angajmanın kimin çıkarına olduğu meçhul. Günün sonunda bölgeyi kendimize iyice düşman ettik. Onun dışında iktidar ve medyadaki lejyonerleri, Batıya ve Batılı değerlere hakaret etme yarışında. En sağduyulusu Batı’nın çöktüğünü falan zannediyor. Almanya’nın liderlerini açıkça ‘Türk düşmanı’ ilan ediyor, dur durak bilmiyorlar. Amerika her suçun olağan şüphelisi haline geldi. Devletin zirvesi itidal değil düşmanlık ve radikalizm telkin ediyor. Diplomatik nezaketi elden bıraktık, ancak muhataplarımız söylenen her şeyi sakince not ediyor. Manevra alanımız iyiden iyiye daraldı ve yanar döner dostumuz Rusya ile nefes almaya çalışıyoruz.

Dördüncüsü ise, AKP’nin toplumsal desteğinin dinamosu olan, ekonomi. Ekonomi yönetiminin epey zamandır önceliği, iktidarı konsolide edecek bir zenginler grubu oluşturmak. Geleneksel Türk burjuvasına sürekli sopa gösteriliyor, Cemaat burjuvasının malları müsadere edilmiş durumda ve ne hikmetse hep inşaatçılar kazanıyor. Yatırımcı, demokratik performansı çok hesaba katmasa da hukukun üstünlüğünü fazlasıyla önemser. Mülkiyet hakkının her gün ihlal edildiği bir ülkede bırakın yabancı sermaye girişini, yerli sermaye bile kaçmanın yollarını arar ve zaten öyle olduğuna dair fısıltılar var. Piyasa daralmış vaziyette, iş yerleri kapanıyor, büyüme yavaş ve borsa, kaynağı belirsiz sıcak para ile yürüyor. Piyasanın reel aktörleri de ekonomi uzmanları da aynı şeyi söylüyor; bunlar daha iyi günlerimiz. AKP, en başarılı olduğu alanda artık güven vermiyor.

Peki, bu fırsat alanlarını kim dolduracak? HDP’nin liderleri zaten hapiste. Vekilleri keyfe keder tutuklanıp bırakılıyor. Müesses nizam nezdinde ciddi bir meşruiyet sorunu var. Üstelik merkez sağ seçmene hitap etmeye niyeti de kapasitesi de yok. CHP’ye gelince, Cumhuriyet’in bu en köklü partisi ya bu fırsatları görmüyor ya da görüyor fakat ideolojik katılığından dolayı o tarafa hareketlenemiyor. Biraz merkeze doğru hareketlense, 1930’lardan çıkıp zamanının partisi olsa kısmen de olsa şansı var. Ancak şu an için bu yönde bir emare yok. MHP? MHP, siyasi varlığını AKP’nin kararlarını etkilemeye indirgemiş durumda. Hiçbir zaman merkez sağa oynamamış bir parti olduğu için de o boşluk onun boşluğu değil. Stratejisinin sırrına akıl erdirmek zor da olsa Abdullah Gül ve arkadaşlarının da hesaplarını merkez sağa doğru yaptıkları açık. Orada iştah kabartan bir boşluk var ve Gül bir örümcek sabrı ile bekliyor. Ancak ilkeli siyaset, risk alma ve liderlik konularında ortaya koyduğu, daha doğrusu koyamadığı performans Gül’ün bu alanı doldurmasını güçleştiriyor. Memleket krizlerden krizlere girerken, “hayret etmekten” başka ne yaptı ki Gül?

Peki ne olacak? Siyaset, bu boşluk alanları ile mi yoluna devam edecek? Elbette hayır! Tabiat boşluk kabul etmez. AKP, bu alanları bir yere kadar muhalefete kapalı tutabilir. Büyük resim, Meral Akşener’in siyaset yapma biçimi için son derece uygun. Büyük hatalar yapmazsa zaman onun lehine işliyor. Üstelik merkezin boşaldığının farkında ve siyasetini de orada konumlandırmaya hazırlanıyor. MHP’ye değil AKP’ye alternatif olma hesabında ve bu haliyle merkezin en güçlü adayı. Merkez sağ tecrübesi var ve buna uygun kişilerle temas kuruyor. Ancak henüz ortada bir parti ve programı olmadığı için yukarıda zikrettiğimiz fırsat alanlarıyla ilgili ne düşündüğünü bilemiyoruz. Eğer kuracağı parti söylem ve program olarak, ılımlı bir muhafazakarlığa alan açar ve bunu yaparken laikliği koruma altına alırsa, milliyetçiliğin daha makul, daha açık, daha kucaklayıcı bir versiyonunu önerir ve bunu yaparken birleştirici olursa, dış politikada kavgacı, izolasyoncu bir duruş yerine, işbirliğine açık, entegrasyoncu bir politikayla Türkiye’yi çok yönlü olarak dünyaya açarsa, ekonomide piyasayı öne çıkarır, rekabeti önemser ve hukukun üstünlüğünü yeniden sağlarsa, bu alanları doldurmuş demektir. Bizi, kendimizle ve dünya ile barıştıracak bir lidere ihtiyaç var. Bunu yapacak bir Meral Akşener’in de önünde, kusura bakmayın, kimse duramaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin