YORUM | UĞUR TEZCAN
Ben bir eğitimciyim. Gazeteci olmadığım için Zaman Gazetesi ile kurumsal anlamda yolum hiç kesişmedi. Uzaktan, bir okur olarak takip ettim hep. Türkiye şartlarına rağmen değişik kesimlerden entelektüel insanları bir araya toplamayı başarmış, yine Türkiye şartlarına rağmen bir milyonun üzerinde bir tiraj trendi yakalayabilmiş, mizanpajı ve haberciliği ile Batı standartlarına yaklaşmış atılımcı bir gazete idi. Eksiklerine ve kusurlarına rağmen kendisine belirlediği birtakım gazetecilik ilkelerini diğerlerine kıyasla daha iyi ve üst düzeyde hayata geçirebilmeyi başarmış, en azından o yönde bir azim ve gayret gösterme telaşında olan bir değer, bir mecra idi. Samanyolu TV ve Cihan Haber Ajansının da denkleme girmesiyle birlikte zamanla Türkiye basınında çok önemli bir yere gelmiş ve sevse de sevmese de toplumun önemli bir kesiminin dikkatle takip ettiği, güvendiği bir haber kaynağı olmuştu; yeni kardeşleri ile birlikte.
Yılların gazeteleri olarak addedilen; hatta kimisi ‘devletin amiral gemisi’ lakaplı, kimisi ‘solun kalesi’, kimisi de en zengin patronların güç ve ihale kalelerinin koruyup kollayıcısı olan, onlarca gazetenin arasından sıyrılarak küçük yaşına rağmen az zamanda çok önemli noktalara gelmeyi başarmış; hatta bir çok açıdan onların önüne de geçebilmiş bir gazete idi benim için Zaman Gazetesi.
Üniversiteye adım attığım ilk yıllarda tanışmıştım Zaman Gazetesi ile. Sonra da sıkı bir takipçisi oluvermiştim. Bıyıkları yeni terleyen, yetiştiği ufak fakir mahalle köşelerinden çıkıp hayata gözlerini yeni açmış bir genç idim o zamanlar. Entelektüel kimliği olan bir aile çevresinden de gelmiyordum. Kitap alacak paramın bile olmadığı zamanlardı. Hatta uzun yıllar Zaman Gazetesi alacak param da olmadı hiç. Etrafımda abone olan insanlardan alır öyle okurdum gazeteyi. Yıllar sonra üniversitede asistan olup ilk maaşımı almaya başladığım dönemlerde abone olabilmiştim ancak.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Zaman Gazetesini okumak benim için bir ‘seans’ gibiydi adeta. Fakirhanemizin içinde kış aylarında sobanın yanındaki yatağın üzerine çıkar, soba borularına asılan tellerde kurutulmak üzere asılmış elbiselerin gölgesi altında okurdum gazetemi; en başından en sonuna kadar. Politika, güncel haber, sanat ve kültür, eğitim demeden okurdum herşeyi. Spor sayfaları pek favorim değillerdi; ancak oralara da hızlıca bir göz gezdiriverir; ama spor yazarlarını mutlaka okumaya çalışırdım. Bir çok yazarın yazılarını neredeyse hiç kaçırmaz; hatta bazılarını, eğer annem de okumayı bitirmişse şayet, hemen elime bir makas alır ve keserdim. Kendi çapımda bir arşiv oluştururdum. Aradan uzunca bir zaman geçse de o özenle kestiğim ince uzun dikdörtgen şeklindeki artık sararmaya yüz tutmuş yazıları elime alır tekrar okuduğum da olurdu. Bunları niye yapardım bilemiyorum? Kimbilir belki de bilgiye olan bir açlık ve yeni gelişen merak ve heyecandı benimkisi!
Fem Dershaneleri ise bir çok insan gibi benim hayatımda da çok önemli bir yere sahiptir. Hayata dair hiç bir umidi ve beklentisi olmayan öğrencilerle çevrilmiş bir devlet okulunda geçen lise yıllarım Fem Dershanesi ile kesiştiği ana kadar pek tekdüzeydi. İlimden, irfandan, ümitten, gelecekten hiçbir beklentisi olmayan bir gençtim. İki arkadaşımın ‘STS sınavına girenlere bedava klasör veriyorlarmış’ demeleri üzerine sınavlarına gitmiştim. Birkaç hafta sonra da M2 diye tabir edilen bir sınıfa kabul edildiğimi öğrenmiştim. Ailemin elbette beni gönderme imkanı yoktu. Rahmetli babam hızlı yoldan meslek sahibi olup hayata atılmamı tercih ediyordu. Annemin bugün bile hala kaynağını kestiremediğim feraseti ve ısrarı üzerine dershane indirim yapmış, bazı akrabalarımız da maddi destek sağlamışlardı da kendimi bir anda orada öğrenci olarak buluvermiştim. Çok şanslıydım! İnanılmaz kalitede ve karakterde bir çok öğretmen ve belletmen ile muhatap olmuştum. Bir çok arkadaşım gibi ben de çok kısa bir sürede çok hızlı bir şekilde ilerlemiş ve bilgiyi, ilmi, insanları sevmeyi, ideal denilen şeyi, azmi, öğrenmeyi; hatta öğretmeyi seven bir kimlik edinmiştim. Bir yıl sonra Boğaziçi Üniversitesini kazandığımda bana belletmenlik teklif ettiklerinde, artık bugün eğitim uzmanlığı ile devam eden hayat koridorunun ilk kapısı açılmıştı benim için. Orada genç yaşıma rağmen bir çok sorumluluk almış, verilen sorumlulukların, karşılaşılan olumlu ve olumsuz durumların kazandırdığı tecrübeler ışığında eğitimciliğin bir çok yönünü o kurumda öğrenmeye ve tecrübe etmeye başlamıştım. Üniversitenin eğitim fakültesinde devam eden teorik öğrenimim, FEM Dershanesinin koridorlarında çok farklı bir kulvarda türlü türlü pratikler ve tecrübeler ile destekleniyor ve besleniyorlardı. Daha sonra Amerika’da devam eden doktora çalışmalarımda ve ardından parçası olduğum Amerikan eğitim sistemi içerisinde halen devam eden tecrübelerimin çoğunda hala o günlerin izleri vardır. Hatta daha da ileri giderek şunu iddia edebilirim: Evrenin, hayatın ve zamanın oluşması nasıl ‘Büyük Patlamanın’ hasıl ettiği o muazzam ilk enerji ile halen mümkün olabiliyorsa, benim gibi basit bir gencin bugün Amerika’da başarılı bir eğitim uzmanı olarak sergilediği başarı, enerji ve hiç dinmeyen sevgi, azim ve kararlıkta da işte o Fem Dershanesi koridorlarında geçen 5-6 yıllık bir maceranın sağladığı o ilk azim ve heyecanın izleri vardır.
Bugün bu her iki kurum da, maalesef, ülkenin geleceğinin üzerine bir karabasan gibi çöreklenmiş olan hırsızların, yolsuzların, çirkef ve yalancı insanların politik çıkarları, ihtirasları ve kinleri uğruna feda edilmiş yerle bir edilmiş durumdadır. Toplum bunu şu an anlamasa da bunun kötü neticelerini bir gün mutlaka idrak edecektir; veya idrak etmeye fırsat bulamadan karanlık dehlizlere yuvarlanacak, zalimlerin köleleri haline gelecektir.
Bugün kaçan başka bir fırsat da bu iki kurumun tüm yan kuruluşları ile birlikte topluma yaptıkları katkının soyolojik yönden araştırılamadan yok edilmiş olmasıdır. Kimbilir belki gelecekte bazı medya ve iletişim fakültelerinde ve eğitim sosyolojisi bölümlerinde ele alınacakları günler gelecektir.
O üniversite yıllarımda ‘bir gün Zaman Gazetesi yazarı olacağıma dair’ kendime bir hedef belirlemiştim. Hergün yazılar yazmak, Fehmi Koru gibi kendisine bedava kitaplar gönderilip değerlendirmeler yazmak, dershanede her gün gördüğüm değerli büyüğüm Ali Çolak gibi bir yazar olmak… Böyle masumca duygularım vardı o zamanlar. Diğer bir hedefim de Amerika’ya gidip eğitim alanında doktora yapmaktı. Ancak bunları nasıl başarabileceğimi ise hiç bilemezdim! Sonuçta üniversiteye bile yırtık ayakkabıları ile giden, insanların verdiği burslarla otobüs bileti alabilen, çoğu zaman da kampüse otostop çekmek suretiyle gitmek zorunda olan bir genç idim o zamanlar.
Zaman geçmiş ve bir gün Amerikan’ın saygın bir üniversitesinden tam burslu okumak üzere bir davet mektubu almıştım. Hayallerimin birisi gerçek olmuştu. Yeni nişanlandığım şimdiki eşimden biraz borç alarak Amerika’ya ilk uçak biletimi almıştım. Bundan birkaç yıl sonra da doktora tezimi yazdığım sıralarda bir anda kendi kendime yazılar yazmaya karar vermiştim. Haksızlıklara hiç tahammül edemeyen karakterim beni 2007’li yıllarda Ergenekon davaları sürecinde yazı yazmaya itmişti. Kendime bir blog sayfası açarak kendimce ve acemice yazılar yazmaya başladım; kimsenin takip bile etmediği İnternetin en ücra bir köşesinde! Bu bir süre bu şekilde devam etti. Sonra ufak bir İnternet gazetesinde yazmaya başladım. AKP ile başlayan ayrılma sureci üzerine artık AKP destekçisi olan o kanalla devam etmem imkansızdı. Zaten bir süre sonra da kapanmıştı. Yazarlık için yaptığım başka gayretler de boşa çıkmıştı. Yazarlık yapma hevesini söndürüp demekki buraya kadarmış, ben elimden geleni yaptım, bundan gerisi Allah’tan dediğim bir zamanda birgün Emre Uslu Bey’den bir davet emaili aldım ve onun kanalında yazmaya başladım; ilk mentorum o oldu. Allah nasip etti, şimdilerde de bildiğiniz gibi TR724’te yazılar yazıyorum imkanlarım el verdiğince.
Zaman Gazetesi de, Fem Dershanesi de artık aramızda yoklar! Bunlardan birisi benim geçmişim, diğeri de geleceğe dair bir hayalim, bir gençlik idealimdi. Hatta bir eğitim uzmanı olarak ileride Fem’e destek olma yönündeki hayalimi de eklerseniz, Erdoğan ve etrafındaki haramilerin aslında benim geleceğe dair hayallerimi çaldıklarını bile söyleyebilirsiniz. Bu yazının başlığı da pekala; ‘’Erdoğan hayallerimi çaldı!’’ şeklinde de yazılabilirdi! Zaten tüm ülkenin hayallerini ve geleceğini çalıyorlar ya, o da ayrı bir yazı konusu!
Sizleri bilmem de ileride benim bir imkanım ve gücüm olsa, sırf o hayal hırsızlarına inad olsun diye, bu iki güzide kurumu tekrar açar muhtemelen o dönemlerde artık felç hayatı yaşamakta olan Türk toplumuna bir serum olarak takardım.
Bakalım zaman nelere gebe! Hep birlikte kısmetse göreceğiz! Sağlıcakla kalın.
B..mu var bu memlekette…
Bu ülkenin insanları,sizi ve sizin gibileri değiştiler. Hem de kimlerle değiştiler?!.. Kimlerle sizi değiştiklerini çok çok iyi biliyorsunuz.O nedenle buralara gelmeyi beyninizden silin.Şu an içinde olduğunuz topluma faydalı olmaya çalışın. Sizin gibi insanlara ülkelerinin kapılarını açan insanlara yararlı olmaya gayret edin.Bu ülkeyi her şeyinizden silin.Bu ülkenin insanları b..larında debelensin dursun.Ne diyor “nasılsanız öyle idare edilirsiniz”…Bu canlılar böyle idarecilere layıklar.Bırakınız layık olduklarıyla yaşasınlar.
BİR ŞEYİ BİR TÜRLÜ ANLAYAMIYORUM…..
Bakın bir milyon Zaman abonesi vardı… Sonra Fem, kolejler falan.., milyonlarca insan HİZMET ile etkileşim halinde ve doğrudan meşru bir menfaat elde ediyorlardı…… Hizmet soykırımdan geçirilirken, tüm bu insanlara ne oldu, sesleri çıkmıyor ve soykırımcılara destek vermeye devam ediyorlar?