YÖK’ün kuruluş yıldönümünde sokağa atılan akademisyenler ve dramları

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Adı her ne kadar “cumhuriyet” olsa da bir türlü demokrasiye kavuşamayan ve demokratik kültürü özümsemeye niyeti olmadığı anlaşılan Türkiye rejimi, aynı zamanda bir “tasfiyeler rejimi” olarak tarihe geçti. Her dönemin iktidar sahipleri kendilerine sadece muhalif olanları değil destek vermede çekimser kalanları bile tasfiye ettikleri gibi çoğu zaman en temel haklarını bile ellerinden aldılar.

Bu tür durumlarda iktidarlar üniversiteleri de hedef aldılar. Cumhuriyetin ilanından sonra “tek parti” devri kurumsallaşırken 1933’de “Darülfünun Tasfiyesi” yapıldı. 27 Mayıs darbecileri de “147’likler Tasfiyesi” ile üniversitelere gereken mesajı verdiler.

12 Eylül rejimi ise hem “YÖK” adıyla “ucube idari” bir kurum oluşturarak bütün akademisyenleri “memur” yaptığı gibi “1402’likler Tasfiyesi” ile de muhalif gördüğü bir kesimi akademik hayatın dışına attı.

En ağır bilanço elbette 15 Temmuz uğursuz darbe teşebbüsüyle yaşandı. AKP yüzbinleri bulan bir kitleyi “irtibat ve iltisak” bahanesiyle KHK’lı yaparken en büyük darbelerden birisini de akademik hayata vurdu. 15 üniversiteyi bir gecede kapatıp 7.000’den fazla akademisyeni tasfiye ederek büyük bir “akademik kıyım” gerçekleştirdi.

Darülfünun tasfiyesi 

Cumhuriyetin ilk yılları yoğun devrim hareketlerine sahne olmuştu. “Halaskâr Gazi” devrim hareketleri sırasında basın, üniversite ve aydın kadrodan yoğun bir destek beklemişti. Darülfünun hocalarının büyük kısmı devrimlere “kayıtsız şartsız” desteklemediler. Hatta “Türk Tarih Tezi” gibi romantik yaklaşımlara da prim vermediler. Bu durum Gazi’nin Darülfünun’u hedef almasına yol açtı.

İsviçre’den davet edilen Prof. Albert Malche’a bir rapor hazırlatıldı. Malche 1939’a kadar gizli tutulan raporunda Darülfünunun kapatılmasını teklif etmese de yetersiz olduğunu iddia ediyordu. Bu rapor bahane edilerek 1933’de TBMM’de hiç tartışılmadan ve oybirliğiyle çıkarılan bir kanunla Darülfünun kapatılarak yerine “İstanbul Üniversitesi” kuruldu. Bu tasfiyede Darülfünun’un 240 öğretim üyesinden 157’si yani %65’i ihraç edilmişti.

Dramlar

Tasfiyenin hangi kriterlere göre yapıldığı belli değildi. Dünya çapında şöhrete sahip olan tıp profesörü Suat Hamdi (Aknar), astronom Fatin (Gökmen), kulak burun boğaz uzmanı Ziya Nuri (Paşa) ihraç edilmiş, Darülfünun’un o sırada bilimsel yönden güçlü olması, birçok Balkan ülkesinden tıp ve dişçilik öğrencilerinin İstanbul’u seçmesi bile yeterli olmamış, yeni rejime “kayıtsız şartsız destek vermeyen” hocalar işsiz kalmışlardı.

Reformun nihai amacı üniversiteyi de “rejim propagandası yapan bir organ haline getirmekti”. Bu akademisyenler arasında tarihçi Ahmet Refik (Altınay), pedagog İsmail Hakkı Baltacıoğlu, felsefeci Babanzade Ahmet Naim, Şekip Tunç, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır, Avram Galanti, Ahmet Ağaoğlu da yer alıyordu.

Baltacıoğlu anılarında; “Tam altı ay bir münzevi, bir tarik-i dünya gibi yaşadım. Öğrencilerim beni unuttular! Dostlarım yan çizdiler. Ne kimse beni görüyor ne de ben kimseyi arıyordum” diyordu.

Darülfünun tasfiyesiyle işsiz kalan hocalar büyük dramlar yaşadılar. Bunlardan Suat Hamdi Hoca Avrupa’da tanınan, çoğu Almanca ve Fransızca olmak üzere kırk altı makalesi yayınlanan bir patoloji hocasıydı.

M. Kemal kendisinden özür dileyerek tekrar üniversiteye davet ettiyse de Suat Hoca kırgınlığından dolayı olumlu cevap vermedi. Türkiye’de çağdaş patolojinin kurucusu kabul edilen Hoca, geçimini sağlayabilmek için Guraba Hastanesi’nde doktorluğu kabul etti ve 1936’da veremden hayatını kaybetti.

Yeni rejime “sadakatle bağlanan” Prof. M. Fuat Köprülü görevine devam ederken “tarihi sevdiren adam” Ahmet Refik (Altınay) tasfiye edildi. A. Refik işsiz kaldıktan sonra Büyükada’da sefalet içinde yaşadı ve kitaplarını satarak geçinmeye çalıştı. Bu kadirbilmezliği içine sindiremeyen A. Refik bir süre ortalıkta görünmedi ve kendisini içkiye verdikten sonra 1937’de vefat etti.

Darülfünun Fen Fakültesi hocası hekim ve kimyacı Prof. Mazhar Cevat ise “tahdit-i sinn (yaş haddi)” bahane edilerek tasfiye edilmiş ve geçim sıkıntısının da etkisiyle ciddi bir bunalıma girmişti. Bu bunalım sonucunda bir yıl geçmeden intihar etmişse de vefatı normal ölüm gibi yansıtıldı. İntihar ettiği gerçeği ise ancak elli yıl sonra kamuoyu ile paylaşıldı.

Tasfiye sonrası ortaya çıkan açık, Hitler Almanya’sından kaçan hocalarla kapatılmaya çalışıldı. Kadroya alınan Türk hocalar için tek kriter “liyakat değil sadakat” olmuş, çeşitli memurlar ve lise öğretmenleri kadroları doldurmuştu.

147’ler ve Mağduriyetler

27 Mayıs darbecileri de bütün kurumları dizayn ederken üniversiteleri hedef aldılar. Çıkardıkları kanunla Darülfünun tasfiyesinde olduğu gibi hiçbir kriter olmadan 147 akademisyeni ihraç ettiler. Resmî Gazete’de adlarını görerek üniversitelerden uzaklaştıranlar arasında Ali Fuat Başgil, Fuat Sezgin, Yavuz Abadan, Memduh Yaşa, Hilmi Ziya Ülken, Celal Saraç, Özer Ozankaya, Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli gibi hocalar bulunuyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı ise tasfiyelerden haberi olmadığını söylüyordu.

İhraç edilenlerin bir kısmının 27 Mayıs darbesine destek veren hatta yeni anayasa yapmak için oluşturulan komisyonda yer alması, tasfiyenin bir kritere değil de ihbarlara dayandığını gösteriyordu. Nitekim dönemin MBK üyeleri hatıralarında bunu doğrulayarak “Kürtçü, gerici, solcu” kişileri ihraç ettiklerini ve amaçlarının “Atatürkçü bir üniversite oluşturmak” olduğunu yazmışlardı.

147’lerin mağduriyeti gelen tepkiler üzerine uzun sürmedi. Seçimler sonrasında hükümeti kuran İsmet İnönü çıkardığı bir kanunla ihraç edilen hocaların tekrar üniversiteye dönmelerini sağladı.

1402’likler 

27 Mayıs darbecilerinin izinden giden 12 Eylül yönetimi de büyük bir tasfiyeye girişti.  1402 sayılı kanunda değişiklik yapılarak sıkıyönetim komutanlarına asayiş gerekçesiyle bölgelerindeki memurları “sürgün etme” ve “bir daha geri dönmemek üzere kamu hizmetinden ihraç etme” yetkisi verildi. Bu yetkiyle sıkıyönetim komutanları binlerce memuru ve üniversite hocasını ihraç ettiler.

Bu ihraçlar Resmî Gazete’de yer almamış, tebligatları daire amirleri ve üniversite rektörleri yapmıştı. İhraçlar tamamen fişleme ve ihbarlarla yapılmış hatta Başbakanlık bir yazı göndererek “çeşitli olaylara karıştığı halde adli takiple ortaya çıkarılamayan kişilerin bildirilmesini” istemişti. Bu süreçte aralarında Mete Tunçay, Baskın Oran, Anıl Çeçen, Cem Eroğul ve Korkut Boratav’ın da bulunduğu birçok hoca ihraç edilmişti.

12 Eylül tasfiyelerinin mağdurları yıllarca kamu hizmetlerinden ve üniversitelerden mahrum edildi. Akademik hayattan uzaklaştırılan hocalar başka işlerle uğraşmak zorunda kaldılar. 1989’da Danıştay’ın verdiği kararla istifa edenler dâhil olmak üzere memurların kamu kurumlarına akademisyenlerin de üniversitelerine dönmelerine özlük hakları da verilerek imkân sağlandı.

15 Temmuz Kıyımı

12 Eylül darbe döneminde yaşananların unutulması elbette mümkün değildi. Ama 21. Yüzyılda Türkiye’nin 12 Eylül’ün acımasızlığını kat kat aşacak hukuksuzluklara şahit olacağını herhalde kimse tahmin edemezdi.

15 Temmuz’u “Allah’ın lütfu” olarak gören AKP iktidarı da ancak totaliter rejimlerde görülebilecek hukuksuzluklara imza attı. Birbiri ardına çıkarılan KHK’larla on binlerce insan memuriyetten, binlerce akademisyen de üniversitelerinden ihraç edildi. Gerekçe çok kolay bir şekilde bulunmuş, hukuken karşılığı olmasa da “aidiyet, iltisak, irtibat” bahane edilerek aileleriyle birlikte sayıları bir milyona yaklaşan kişi “ağaç kökü yemeye” mahkûm edilmişti.

İhraç listelerinin nasıl oluşturulduğu herkesin bildiği gerçeklerdi. Zaten “fişleme merkezi” gibi çalışan YÖK, 15 Temmuz ihraçlarında da 12 Eylül darbecilerinin kendisine biçtiği rolü layıkıyla yaparak önceki tasfiyelere göre ancak “akademik kıyım” denilebilecek bir sürece imza attı. En acı olan da önceki tasfiyelerde olduğu gibi akademisyenler yine “muhbirlikte” yarışarak meslektaşlarının mağduriyetine zemin hazırladılar.

Tetikçiler: Reşit Galip, İhsan Doğramacı, Yekta Saraç ve Muhbirler

1974’de Suat Hamdi Aknar Hoca’ya TÜBİTAK tarafından “Hizmet Ödülü” takdim edildi. Tarihçi Ahmet Refik’in yazdığı kitaplar bugün büyük bir ilgiyle okunuyor. Kendisi için “Memleketimizde Ahmet Refik adlı biri çıkıp ta, tarihî eserler yazmasaydı, bugün, batı dünyasını bile etkilemiş olan tarih sevgimiz doğmayacaktı. O, bu bakımdan, sade bir tarihçi değil, aynı zamanda bir tarih mimarıdır” denilmektedir.

27 Mayıs’ın hışmına uğrayan Fuat Sezgin Hoca Türkiye’nin gurur duyduğu bir “İslam bilim tarihi uzmanı” olarak bütün dünyada tanındı. Yine 147’liklerden Prof. Dr. Ali Fuat Başgil bugün saygın bir hukukçu olarak kabul ediliyor.

Darülfünun tasfiyesinin tetikçiliğini Darülfünun’u “inkılabın en hayati müessesesi” olarak gören dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip yapmıştı. Reşit Galip kendisini yeni rejime adamış hatta “Andımız” da onun kaleminden çıkmıştı. On bir ay kadar süren bakanlığında da Darülfünun tasfiyesinde önemli bir rol üstlendi.

27 Mayıs ve 12 Eylül’ün tasfiyelerine dönemin muktedirleri ve bunun tetikçiliğini yapan YÖK Başkanı Doğramacı gibi kişiler sahip çıkmadılar. Hatta Doğramacı tasfiyelerin YÖK değil rektörler marifetiyle yapıldığını ifade etti.

15 Temmuz’da yaptıkları “kıyımlarla” başta bilim dünyası başta olmak üzere yüzbinlerce insana bu acıları reva görenlerin nasıl anılacaklarını ise ömrü olanlar görecek.

Elbette akademik kıyımın 15 Temmuz öncesinde hazırlığını yapan ve sonrasında binlerce insanın hayatını karartan YÖK Başkanı Yekta Saraç olmak üzere arkadaşlarını ihbar etmek için yarışan muhbir akademisyenlerin de yaşanan dramların sorumlusu oldukları hiçbir zaman unutulmayacak.

Seçilmiş Kaynakça: A. Arslan, M. Selçuk, “Üniversite ve Özerklik: Tek Parti Devrinde Yükseköğretim”, TALİD, S. 12, 2008; “Sokağa Atılan Üniversite: Darülfünun”, Aksiyon, Mayıs 2013; S. 962; Ş. Canda,Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar’ın ve çalışmalarının ölümünün 70. yılında, Türk Tıp Tarihi açısından güncel önemi”, TEPD, S. 12 (1), 2006; T. Toros, “Yoksulluk İçinde Ölen Tarihçi: Ahmet Refik”, Tarih ve Toplum, Ocak 1988, S. 49; M. Gökman, Tarihi Sevdiren Adam, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 1978; Ş. Etker, “Dr. Mazhar Cevat Nasıl İntihar Etti?”, Cumhuriyet Bilim Teknik, 17.3.2001.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin