Yıkmadığı bir sağlık sistemi vardı, onu da tamamlıyor

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Demokratik ülkelerde bir siyasetçi, çoğu kez siyasi hayatı boyunca bir hata yapar ve bu onun kulvar dışına atılmasına sebep olur. Demokratik olmayan ülkelerdeyse işleyiş farklı olur. Devletin başında bulunan hata yaptığında bedeli kendisi değil, kurumlar ve toplum öder. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın doktorlarla ilgili “Varsın gitsinler” sözünün bedelini de sözün sahibi değil toplum ödeyecek.

Türkiye gibi ülkelerde yönetim mekanizmasını eline geçirenler, kendini devletin sahibi olarak gördükleri için her şey demokratik ülkelerden farklı yürür. Bu 35 yaş üstündekilerin anlamakta zorlanacakları bir durum. Bu grupta olanlar, yaşananları geçmişte ağır aksak da olsa yürüyen demokrasinin işlediği yıllarla kıyaslar.

Sorun tam da buradan kaynaklanıyor, yani Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor.

Diktatörlükle ve tek adam rejimiyle yönetilen ülkelerde liderlerin her kesime ve herkese diyeceği şeyler olur. Hiçbir kesim o lideri eleştirme hakkına sahip olamaz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, bugüne kadar kırıp dökmediği kesim kalmadı. İşadamlarından eğitimcilere, yargı mensuplarından otomotivcilere kadar… Bu kez hedefinde ülkenin değerli, yetişmiş insanları vardı.

Ekonominin rüşvet, nepotizmle (kendi adamlarını kayırma) içi boşaltıldı, ayakta kalan son sütunları da “faiz sebep enflasyon sonuç” çılgınlığıyla yıkıldı. Anlaşılan sağlık sisteminin son direkleri de “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” çıkışıyla yerle bir edilmek isteniyor.

Kendi kurduğu kirli sistemin faturasını ödeyen kesimlerden birisi de maalesef sağlık görevlileri. Yıllar içinde kendi hatalarını hekimlere yıkan yönetim, halkı doktorlara bile bile düşman yaptı.

İyi olan her şeyi kendi, yanlış olan her şeyi de beraber çalıştıklarına yüklemeyi siyaset sayan Erdoğan, “müjde” diye nitelendirilebilecek ne varsa kendi duyurdu. Erdoğan’ın daha üç ay önce Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı gazeteciler yanında beş paralık ettiği konuşma hafızalarda tazeliğini koruyor.

Erdoğan, kendisinin kamera karşısına geçip halka açıklamak istediği doktorların ücret zammına ilişkin bilgiyi Bakan Koca’nın vermiş olabileceğinden endişe ederek, gazetecileri muhbir yapmaya kalkıştı.

Bakan Koca’nın maaşa ilişkin olarak açıklama yapıp yapmadığını öğreninceye kadar rahat edemedi. Kendi bakanına bile güvenmeyen, dahası ona hiçbir değer vermeyen bir yaklaşım var ortada.

Bu anlayış, şimdi doktorlara “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” diyor. Yeni mezun asistanlarla sağlık sistemini yürüteceklerini söylüyor. Asistan doktorlar, bu sistemin en önemli halkası. Zanaatkarlar arasındaki “usta-çırak” ilişkisi, doktorların yetişmesinde de benzeri öneme sahip.

Uzman varsa, öğretecek kişi var demektir, asistan varsa öğrenecek kişi… İkisi bir olduğunda sistem geleceğe emin adımlarla yürür.

Doktorların yurt dışına gitmesini sadece paraya indirgemek, sistemi bilmemek değilse bile sorunlarla yüzleşmemek anlamına geliyor. Yurt dışına giden doktorlarla ilgili DW internet sitesi geçtiğimiz günlerde önemli bir röportaj yayınladı. Yurt dışına giden doktorlara niçin ayrıldıklarını sordu. Doktorları en çok rahatsız eden sebeplerin başında liyakatin artık yok sayılmasının ilk sırada olduğu görüldü.

Uzun nöbetler, liyakat sorunu, sağlık görevlilerine yönelik şiddet eylemlerinin artarak devam etmesi ve ücret sorunu doktorların kaçmasına yol açıyor.

2012’de farklı sebeplerle Türkiye’den giden doktor sayısı 59 idi. 2021’de bu rakam 1300’ü aştı.

Sağlık sistemi, sağlık çalışanlarıyla ayakta kalır. O övünülerek anlatılan şehir hastaneleri, içinde doktorlar olmadığında boş binalardan ibaret olur. O binaları hastaneye çeviren başta doktorlar olmak üzere sağlık görevlileridir.

Tıp eğitimi, bu iktidar tarafından bugüne kadar en az bozulabilen bir sistem olarak işledi. Öyle görünüyor ki, züccaciye dükkanına dalan fil yaklaşımıyla sistemi ele almak isteyenler, muhtemelen sisteme büyük darbe indirecek.

Askeri lise ve harp okulları, 2016 yılına kadar Türkiye’nin en iyi eğitim veren kuruluşlarıydı. Bir darbe tiyatrosuyla bu köklü kuruluşlar yok edildi ve yerine bir mevsimde subay yetiştirmenin önünü açıldı.

Erdoğan’ın yaklaşımına bakılırsa, tıp fakültesi ve uzmanlık eğitimiyle çok zaman kaybediliyor. 6 yıl tıp fakültesi, 5 yıl uzmanlık, üstelik de zorunlu hizmetlerle 15 yılı bulan eğitim süresi çok fazla.

Saray mantığına göre tıp eğitimine çekidüzen vermenin zamanı gelmiş demektir. Yoksa, “Açık konuşuyorum, varsın gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorları istihdam ederiz” sözü başka nasıl izah edilebilir.

Bu sözlerle, sorumluluk makamının başında olan şahıs, sorumsuzluğun zirvesine ulaşmış oldu.

Doktorlar, bu yaklaşımı haklı olarak kendi cephelerinden bakıp eleştirdiler. Bu sözleri Cumhurbaşkanı’nın yönetememe krizinin göstergesi olarak değerlendiren Türk Tabipler Birliği, bir noktanın altını çizdi:

“İktidar eliyle çökertilen sağlık sistemini, sağlıksızlık üreten hastaneleri, başa çıkamadığı kışkırttıkları sağlık talebine, beş dakika muayene dayatmasını, sağlığa da yansıttıkları şiddeti teşhir eden ve beyaz eylemler ile mücadeleyi büyüten hekimlere yönelik bu açıklama başarısızlığın itirafıdır.”

Türk Tabipler Birliği, açıklamasını “Hepsi gitti, biz kaldık; mesleğimiz ve meslek onurumuz kaldı” diyerek noktaladı.

Bu arada, İzmir Tabip Odası Yöneticilerinden Prof. Dr. Süleyman Kaynak, sadece uzmanların değil, genç doktorların da yurt dışına gitmek istediklerini hatırlattı. Prof. Kaynak, sosyal medyadan elde ettikleri verilere göre 8 bin genç doktor ve tıp fakültesi öğrencisinin Avrupa’ya gitmek için dil öğrendiğini açıkladı.

Bir dönem Erdoğan’ın özel doktorluğunu yapan Op. Dr. Turhan Çömez, sorunu ve çözüm yöntemini mantıklı bir yaklaşımla ele aldı.

Doktorların en çok hayıflandığı noktalardan birisi de, sistemi yönetenlerin sınavsız tıp fakültesine alınsalar birinci sınıfı bile geçemeyecek kapasitede olanlar tarafından yönetiliyor olmaları.

Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, sarf ettiği sözlerle yurt dışına gitmekte tereddüt eden doktorları da gitmeleri yönünde kararlarını pekiştirmek için ikna etmeye çalışıyor.

“Beni Türk hekimlerine emanet edin” diyen bir liderden, “Varsın gitsinler. Gerekirse yabancı doktor getiririz” diyen bir zihniyete sahip bir liderin eline kaldık.

Türkiye’deki sistemin özü şu:

Üreticiyi gıda teröristliğiyle suçlayan, sanatçıyı dilini koparmakla tehdit eden, üniversiteliyi haddini bildirmekle sindiren, sanayiciyi fırsatçılıkla yaftalayan bir anlayış var.

Gidici olan kim dersiniz? Ülkenin bütün bu kesimleri mi, yoksa ülkeyi birbirine düşüren ve temel direklerini bir bir yıkan isim mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sağlığın bir bütün olduğunu, insanın ayrılmaz bir parçası olduğunu farkedemiyor. Bu ciddi bir zihinsel yıkıma işaret eder. Sağlık sanki ayrı bir bireymiş gibi davranıyor. Kendisinde bulunması gereken sağlığı yabancılaştırıyor. Aslında kendisinde yabancılaştırmıyor. İnsanlara kendi davranış kalıbını öğretiyor. Varsın gitsinler demeyi öğretiyor. İnsanlara varsın sağlık gitsin demeyi öğretiyor. İnsanları aç bıraktığı gibi birde sağlıksız bırakacak. Varsın gitsin sağlığınız diyor. İnsanların cömertliğini gördü. İnsanlar çok cömert. Bundan sonra insanlar tayyipten çok varsın gitsinleri savunacak. Varsın gitsin diyecekler. Çünkü liderleri onlara onu öğretti. Sloganları varsın gitsin olacak. Belki doktorlara düşmanlıkları artar ve daha çok saldırıda bulunurlar. Çünkü doktorlar anladığım kadarıyla seslerini çıkardıkça daha da düşmanlaştırılacaklar. Kendisine düşmanlaşan, yabancılaşan insanlara ne denir bilmiyorum. Refah hayata yabancılaşıyor, avrupaya yabancılaşıyor, hukuka yabancılaşıyor, komşusuna yabancılaşıyor şimdi sıra doktorlara yani sağlığına yabancılaşmaya geliyor. Tayyip bunları test ediyor, beni mi daha çok seviyorsunuz sağlığınızı mı diye. Sürekli insanları teste sokuyor. Ben mi doktorlar mı yani sağlığın mı? Sürekli insanlar teste maruz kalmaktadır. İnsanlar da sürekli sen diyorlar. O da bunu duydukça tatmin oluyor. Beni tercih ediyorlar. Testin zorluk seviyesi giderek artmakta. Yani bu gidişle insanların daha nelerle test edileceği anlaşılmaktadır. İnsanların önüne zor bir hedef koyacak ve bunu mu seçiyorsunuz yoksa beni mi diye soracak. Sanki insanlar dini bir mücadele veriyormuş gibi kendilerinden sürekli tavizler veriyorlar. İnsanlar vermeyi öğrendiler. Bir amaç için kendilerinden vermenin zevkine vardılar. Bu insanlara kutsallık katıyor. Bir kutsal hareketin içindeler. Varlıklarının gayesini buldular. Liderlerin onlardan razı olması en büyük kazançları. Liderleri meydanlarda kükrüyor, dünya dinliyor. Bu onlara yetiyor. Nasıl da kükredi, ayar verdi diye konuşuyorlar. Liderleri hep bir kapışma halinde. Sürekli insanlara yeni tatmin olacakları yeni malzemeler veriyor. İnsanlarda onu herşeye tercih ederek kendilerinden birşeyler veriyorlar. Bu sefer de sağlıklarını verdiler. Kumarbaz gibi bakalım nereye kadar gidecek. Verecek birşey kalmayınca bakalım daha neleri istenecek. Aslında burada hile var. Kendilerinden birşey vermiyorlar. Hep başkalarını da aşağı çekmek için uğraşıyorlar. İlahi bir hava yerine bence çekememezlik var. Sağlık gidecekse başkalarından da gidecek diyor. Kendisi ilahi duygular yaşarken diğer insanlar kendi yapmadıkları haklarını lidere karşı savunsun. Diğerleri kötü olurken o manevi hazzını yaşayacak. Demek ki toplum bilinci var aslında onda. Hakların savunulmasını diğer insanlara bırakacak kadar toplumun varlığının farkında. Sağlığımızı lidere feda edelim derken aslında bir yanı sağlıksızlığı savunacak topluma sırtını dayıyor. Bu o toplumdan kopuk olmadığını ama toplumu yanlış yönde kullandığını göstermektedir. Lideri sevenler zaten sağlığını feda ediyor. Feda etmeyenler lideri sevmeyenler. Yani o ilahi ilişkiye girmeyenler. Dolayısıyla lideri sevmeyenler sağlıksızlığı hak ediyorlar. Eğer herkes tepkisel olarak lideri destekleseydi o zaman ilahi ilişkiyi sürdüren kişi lidere emin olun en çok itiraz eden kişi olacaktı. Şimdi hem lider onun başını okşuyor hemde sırtını topluma dayıyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin