Yaşadığımız sürecin düşündürdükleri

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

İnsanlar değişiyor. İnsanların algıları değişiyor. İnsanların doğrulara ve yanlışlara ilişkin temel görüşleri değişiyor. Bu değişmelerin tümü, daha iyiye, güzele ve doğruya doğru değil; daha kötüye, çirkine ve yanlışa doğru oluyor. Türkiye ve Türkiye toplumu, kapıldığı bu kontrolsüz ve debisi yüksek nehrin akışı içinde, nereye gittiğini ve bu gidişin sonunda neler olacağını düşünmeden gün tüketmekle meşgul. Oysa doğrular önemlidir. Moral değerler önemlidir. Hukuk önemlidir. Gelenekler önemlidir. Türkiye, pusulasını kaybetmiş bir halde, her geçen gün biraz daha birbirine yabancılaşan, içeride aşırılıkların normalleştiği, ayrımcılığın gündelik hale geldiği, devletin biraz daha fetişleştirildiği ve acının biraz daha arttığı bir ülke olarak oradan oraya savruluyor.

İçeride de dışarıda da dünyanın en kötüler listelerinde başa oynayan Türkiye, hem insan hakları ve hukuk devleti standartlarında, hem de bölgesinde ve küresel sistemde üstlendiği rolde, bir istikrarsızlık ve belirsizlik adası. İç siyasetle dış siyasetin sonuçları bakımından ortak noktaları, zulüm. İçeride yüz binlerce insan, anayasa ve yasalara aykırı, fabrikasyon gerekçelerle kötü muamele, işkence, hapis, ihraç, fişlenme, Sippenhaft (aile boyu) takibat, bilimum ayrımcılık ve ırkçılık, şiddet, çürümüşlük ve yozlaşmışlık gibi sorunlarla boğuşuyor. Dışarıda, özellikle Suriye’de yüz binlerce Suriyeli Kürt, Türkiye’nin irredentist ve statüko karşıtı askeri saldırılarıyla kitlesel yer değiştirme sorunuyla yüzyüze, yerinden-yurdundan edilerek, büyük insani kayıplar vererek, perişan halde güneye ve güneybatıya doğru kaçıyor. Yıllarca Suriye’de cihatçıların değirmenine su taşıyan “laik Türkiye Cumhuriyeti”, yine Osmanlı-İttihatçı atalarından ve Cumhuriyet’in kurucularından miras kalan etnik milliyetçilik üzerinden etno-demografik mühendislik yapmaya çalışıyor. 1915’te Ermenilere yapılanların izinde içeride ve dışarıda yeni soykırımlara neden olan bugünkü hukuksuz rejim, maalesef Realpolitik – var olan siyasi ve stratejik durum – nedeniyle küresel güçler tarafından müsamaha görüyor. En azından şimdilik, zulüm makinesini durduran çıkmadı. Ermeni soykırımında olduğu gibi, dur diyen kimse yok.

Bunlar oluyor. Engel olamayız. Tekiz. Güçsüzüz. Fakat bir noktayı vurgulamadan geçmek mümkün değil! Ülkede önemli birikimi olan, iyi okullarda okumuş, dünya görmüş, uluslararası bağlantıları ve deneyimleri olan, küresel gerçekleri bilen, başını gömdüğü kumdan çıkartabilmiş binlerce aydın var – ya da ben öyle zannediyordum! Bu insanların en azından bir bölümünün bu yaşanan büyük çürümeye, frenlenemez amok koşusuna, toplumsal hezeyana, kitlesel hipnoza, yakalanılmış olunan sosyolojik kansere uzundan da olsa bir eleştirel pozisyon geliştirmesini, kendilerini hızın şehvetine kaptırmış bilinçsiz kitlelerden ayırmalarını, biraz olsun aydın refleksiyle hareket etmelerini, olmadı susmalarını beklerdim! Suriye’ye giren orduya “fethe çıkmanın coşkusu” ile yaklaşan, ihraç edilen nitelikli insanlara ve onların anayasal tüm haklarına tecavüz edilen aile bireylerine “devlet temizleniyor” söylemiyle faşist bir pencereden bakan aydınlar ve entelektüellerin nasıl boşa çıktığını, nasıl ilkokul andımız türü bir müsamere edebiyatına yenik düştüklerini görüyoruz. Daha çok ayırtına varıyoruz ve idrak ediyoruz ki, savundukları değerlerle aralarında gerçek bir bağ kuramamış sahteci bir zümreymiş meğer bunlar.

İlkelerin ne kadar önemli olduğunu gördük – görüyoruz! İlkeler, kâğıtta durdukları gibi durmuyormuş hayatın akışı içinde. Türkiye’de solcuların faşistleşme eğilimlerini, liberallerin özgürlük düşmanı olduğunu, hümanistlerin işkenceci, Müslümanların putperest, Milliyetçilerin NAZİ, merkez sağcıların İslamcı, laiklerin giyim fetişisti, dindarların derdinin bizim adam gelsin çamurdan olsun olduğunu gördük. Anayasanın bir kâğıt parçası, imzalanan uluslararası antlaşmaların şekil, demokrasi nutuklarının kendi gibi olanların iktidarı için düzülen güzellemeler olduğunu öğrendik, kafamıza vurulurken ve haklarımız gasp edilirken. Feministlerin başörtülü hemcinslerini kadından saymadığını, çocuk hakları savunucularının dincilerin Kuran kursu tecavüzleri dışındaki olaylarla, mesela hapishanelerdeki yüzlerce bebek ve çocukla ilgilenmediğini ağlayarak anladık. Türk ordusunun en candan savunucularının hapislerdeki işkenceyle onurları ayaklar altına alınmış rütbeli rütbesiz, yetişkin-çocuk TSK personeliyle ilgilenmediğini, 1950’lerden beri üyesi olunan askeri ittifakın aslında “Türkiye’yi bölmek isteyen dış güçler” (!) olduğunu, tek adamlığa fit milyonların bu cumhuriyetin ana akımını oluşturduğunu da idrak ettik.

Sonuçta bu mevcut enkazla baş başayız işte. Toplumun fay hatlarında birleştirici tutkal olarak nasyonalizm ve İslamcılık kullanılıyor. 1980’lerin aksine, bu kez militarist bir nasyonalizm – saldırganlaşan bir milliyetçilik – söz konusu olan! Hayat standartlarıyla, eğitim düzeyleriyle, sosyo-ekonomik koşullarıyla, rekabet güçleriyle, insani gelişmişlik seviyeleriyle dünya ortalamasının vasat alt grubunda olan ve giderek bu şekilde küresel algıya oturan Türkiye, ucuz retorik ve nutuklarla, TV dizileri ve filmlerle, çarpıtılmış ve tahrif edilmiş tarihin üzerine inşa edilen endoktrinizasyonla, birleştirilip yeknesaklaştırılmaya çalışılıyor. Adına muhalefet denmesinin zor olduğu CHP ve İYİ Parti gibi oluşumlar, bu sistemi kabullenmiş durumdalar. Suriye toprakları da, Kıbrıs’ın karasuları da, Ege’deki Yunan adaları da, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanların “kadim toprakları da”, ihtiraslı ve kem gözlü bir Osmanlıcılık neo-faşizmi üzerinden siyasi spektrumu birleştiriyor. Büyük Türkiye’nin neden büyük olması gerektiğini kimse sormuyor. Herkes büyük olanın daha iyi olduğunda hemfikir! Bunu eleştirenler vatan haini! Ve enkaz, bu çarpık algıya karşın olduğu yeder duruyor işte! Dünyayla hiçbir bağı-bağlantısı olmayan, uluslararası arenada hiçbir deneyimi bulunmayan kitleler, bu masalları satın alıyor. Dünyanın en güzel ülkesi, dünyanın en barışçıl milleti, âleme nizam veren, herkesin korktuğu ve gıpta ettiği Türkler ve Türkiye diskuru, kimseyi rahatsız etmiyor. Yeni havaalanını Almanların kıskanması veya ABD’nin Türk ordusundan korkması gibi anlatılarla kitlelerin gururları okşanırken, karınlarından gelen açlık gurultuları mehterler ve Erdoğan’a yakılan ağıtımsı türkülerle bastırılmaya çalışılıyor. Ve bu ortamda, Suriye’de bedenleri yanmış çocukların, cesetlerine basılan kadın Kürt milislerinin ve bombalanmış kentlerin fotoğrafları internete düşüyor!

Bu ortamda, aklıselim birkaç kişi dışında kimse yok. Ağır bir hava üstümüze sinen! Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yi Suriye işgali nedeniyle kınamasını, AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti ortak bildiriyle kınıyor! Yani herkes her şeyi biliyor, herkes olanlardan memnun, herkes rejimi desteliyor, herkes rejim!

Aydınların görevi devletleri gibi düşünmek değildir oysa. Evrensel olan, lokal olana baskındır. Baskın olmalıdır. İdealler, olması gerekenler, normlar, etik değerler! İnsanlık kendi milletimizden daha büyüktür, daha önemlidir. Dünya, Türkiye’nin de parçası olduğu bir gezegense eğer, büyük insanlık da Türklerin üyesi olduğu bir ortak platformdur. Suça bulaşanları koruyan, onlara yataklık eden, onlara mazeret üreten, onların konumlarına güzelleme yapan, onların avukatlığına soyunan bir pozisyonu benimsemek, 1915’te yaşanan faciaya susmak bir kenara, yok edilenlerin malına mülküne konanları yaptığı gibi, aslında suç ortaklığından başka bir şey değildir! Aydın duruşu bu olabilir mi! Büyük bir şok yaşıyorum. Doğrular önemli olduğu, moral değerlerin önemli olduğu, hukukun önemli olduğu bir Türkiye hayal ediyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Harika bir yazı elinize kaleminize sağlık.Ülkemizin bu gazeteye bu fikirlere çok ihtiyacı var hakikaten.Yalniz hissediyor insan konuşacak tek bir kişi bulamıyor.insanimiz çoktan görmek istemedigine aklını fikrini kapatmış.neyse ki yazılarınız paylaşılan ortak bir kaygidan söz ediliyor oluşu mutlu ediyor.halimiz böyle işte…susmak mi susamak mi bilemiyorum.

  2. Ben bir kürdüm ve Kuzey Suriyede öldürülen sivil ve silahlı Kürt’lerden dolayı mutlu olmam isteniyor.
    Bu durumda iyi bir vatandaş olduğum kabul edilecek.
    Bunu benden isteyen insanlar normal ve bu durumdan rahatsız olan – acı duyan ben ve diğer Kürtler hain! oluyoruz.
    Bununlada Türkiye’de huzur ortamı yapılacağını sanıyorlar…
    Bu zihniyetteki insanlar şu an Türkiye’yi yönetiyor…

  3. Değerli hocam, yüreğinize sağlık. Türkiye nin şu andaki fotoğrafı ancak bu kadar güzel çekilebilirdi. Tıpkı M. Akif’in Osmanlı ile ilgili yıkılış destanı gibi bir yazı olmuş. Tespitler mükemmel olmadına rağmen yazı yol göstermekten ziyade durum tahlili olmuş. Bu yazıyı yazabilen sizden şöyle bir istirhamımız olsa, acaba o hususta da bir kalem oynatabilir misiniz? Türkiye bu hale nasıl geldi? Bu sorunun cevabını derli toplu ve müşahhas örnekleri ile kaleme alırsanız büyük bir hizmet yapmış olacaksınız. Zira anlattıklarınız hep sonuç. Sebepler bilinmeden sadece sonucun ağıtını yakmak bize geleceğin siyasetini ortaya koyma açısından fazla katkı sağlamaz. Şüphesiz önemlidir ama yeterli değildir. Dolayısıyla asıl mesele bu noktsya nasıl gelindi, bu değißim nasıl sağlandı soruları cevap bulursa belki ibret alınır. Aksi takdirde tamam Türkiye iflah olmaz ben bir bati ülkesine gidip orada yaşayayım çocuklarımı da bu batakliktan kurtarayım diyen orayı terk eder, sonuç tam da bu hale getirenlerin istediği gibi olur. Dolayısıyla hiç çekinmeden bu sürece kim ne kadar katkı sağlamış ise, hatasıyla sevabıyla ortaya koyup, kiral çıplak diyebilirsek belki daha iyi olur diye düşünüyorum. Selam ve saygılarımla.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin