Yanlışlarla yüzleşmeden… [Süreç Konuşmaları-3]

Süreç Konuşmaları-3

YORUM | VEYSEL AYHAN

Ben oraya çoktan vardım. Fakat merak etme henüz “Tehlike anında gemiden uzaklaşan fareler, geminin batmamasını bir türlü affedemezler.” noktasına gelmedim.

– Estağfirullah o nasıl söz?

– Benim için öyle diyen de olmuş. 

– Varsa bile böyle düşünen ciddiye alma. Onun bunun değil, Allah’ın nazarı ve takdiri önemli. Hizmet’in içinde her ne pozisyonda olursa olsun kimin ne düşündüğü bunun yanında hiçbir şey. Bu rahatsız olduğun hatta fitil olduğun insanlar binde bir, binde iki. Hemen herkes, kendi işinde. Hizmet’ine bakıyor. Demin demiştim. “Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa yine o gemi hiçbir kanunu adaletle batırılmaz.” Sen de yakından biliyorsun bu gemidekilerin yüzde 99’u masum.” 

YANLIŞLARLA YÜZLEŞMEDEN GELECEĞE NASIL GİDİLİR?

– Dediklerinin bir kısmına katılıyorum. ‘Birkaç çakal yüzünden kocaman bir ormanı yakmak’ adil olmaz, doğru ama iş bu kadar basit değil. Yapılan yanlışlar ve hatalarla yüzleşmeden geleceğe nasıl gidilir? Bu hataları ne zaman masaya yatıracağız. Böyle bir irade görmüyorum. Kazalarla, cinayetlerle yüzleşmeden bunların tekrarlanması nasıl önlenecek?

– Bunun yapılması gerektiğinde hiçbirimizin şüphesi yok. Varsayalım tüm ithamlar yüzde yüz doğru. Mesela birilerimiz şunu yapmış, birilerimiz bunu yapmış, falanlar filan haltı yemiş. Filanlar falan işi berbat etmiş. Emin ol bu yanlışların oranı yüzde 2-3’ü geçmez. Bazıları iftiraların cevaplanmamasına bakıp daha fazla sanıyor. Ama değil. Ben önce başka bir şey sorayım. Bu yanlışların hangisine Risalelerde veya Pırlanta serisinde ruhsat bulabilirsin?

HİZMET İÇİN HUKUKSUZLUĞA FETVA!

– Ama Hizmet söz konusu olunca birleri yanlışlara, haksızlıklara rahatça fetva verebiliyordu. Buna ne diyeceksin?

– Maksadım seni ikna veya ilzam değil. Beraber hakkı ve hakikati arıyoruz. Hepimizin akıl başında. Sen eğer bir piyon değilsen, aklı başında bir insansan kimse sana inanmadığın, yanlış bulduğun bir işi yaptıramaz. Hukukçusun. Âmirin bile olsa birisi inanmadığın bir işi veya suçu işlemeni emretse yerine getir misin?

– Getirmem. Fakat getirenler var.

– İşte bu da bir imtihan. Kaybedeni çok bir imtihan. Şu an sözüne itibar ettiği kim var?

– Bazılarına kırgınlıklarım var ama Hocaefendi’nin sözüne itibar ederim.

– İşte o demedi mi şu cümleyi.

– Hangi cümleyi?

– Okuyorum bak AFSV metninden: “…Dolayısıyla kaynağı her ne olursa olsun, Hizmet hareketine ait krediyi kullanarak şiddet veya yasadışılığın herhangi bir şeklini içeren sözde talep ve ricayı taşıyan ve yayan kişilerin Hizmet Hareketi ile iltisakları hangi seviyede olursa olsun, mesajları da kendileri de reddolunmalıdır.”

– Soruyorum, Hocaefendi daha ne desin? Daha ne yapsın? Bu Hizmet’te cahil insan yok. Hemen herkes neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilir. Bir insan bireysel olarak kokuşmamışsa şimdiden sonra bu cümleyi kendine Hizmet prensibi yapsa bahsettiğin yanlışlara düşmez, öyle değil mi?

– Düşmez. Ama Hizmet deyince akan sular duruyordu eskiden.

– Mesela?

– Duyduklarımı boş vereyim. Başta dediğin gibi bizzat görmediklerimi aktarmayayım. Ama kendi yaşadıklarım var. Falan şehirde bir yurt yapıyorduk. Yurdu ticari işleri sıkıntılı, mafyatik işlere bulaşmış birinden aldığımız parayla yaptık.

– Evet, olabilir ama bunu genelleyemeyiz. On binlerce yurdumuz vardı. Ama gelen paranın kaynağını, helal yoldan elde edilmiş mi edilmemiş mi, faiz bulaşmış mı bulaşmamış mı araştırmamız gerekiyordu tabii ki!.

– O kadar hassas mıydık?

– Değildik tabi. Bence bir yanlışımız buydu. Kusura bakma ama binlerce ton helal sütün içine -af buyur- itin kopuğun üç beş damla sütünü karıştırdığımız oldu. Necaset bulaştırdığımız oldu.

– Bu yanlışların oranı neydi sence?

– Bence yüzde 2-3’ü geçmez. Ama Hizmet o kadar bembeyaz bir elbise ki bu kadarcık zifos ve çamur bile ‘avuç içi’nden fazla oluyor ve ‘namaz’ı bozuyor. Bunlar şimdiden sonra kaçınmamız gereken yanlışlar. Kendimce buna bir isim de taktım.

– Ne isim taktın?

– “Fiili özeleştiri.”

– Nasıl anlamadım?

hizmet ayna tr724

YÜZLEŞECEK YÜREĞİN YOKSA BARİ…

– Yanlışlarla yüzleşecek yüreğin yoksa bari şimdiden sonra o yanlışları yapmayacaksın. Biri o yanlışı yapmaya kalkınca kıyameti koparacaksın. Şimdiden sonra lafla değil “kitap”la hareket edelim. Cennete köşk inşa ederken cehennemden tuğla kullanmayalım. Hatta mesela binlerce insanı cennete sokacak bile olsa “yalan”ı araç olarak kullanmayalım.

– Bak, bununla ilgili bizzat yaşadığım olayı anlatayım. Komik bir örnek. Vakti zamanında 30 kişilik bir heyetle uçakla bir şehre gittik. Otobüsle müesseseleri gezdik gördük. İki gün kaldık. Bir ilçeyi ziyaret edip dönüyorduk. Önümüzde kaza olmuş. Askerler arabalar çekilene kadar yolu kapatmış. Havalanına varmak tehlikeye girdi. Misafirlerimiz terlemeye başladı. Hepsinin yetişmesi gereken önemli işler var. Bir sonraki uçak ertesi gün. Rehberimiz bir iki telefon görüşmesi yaptı. Sonra sevinçle “Merak etmeyin! Bizim arkadaşlar havaalanı müdürünü aradılar. Biz varana kadar uçağı bekletecek.”

Herkes sevindi tabii. İşin aslını sonradan öğrendim. Uçak zaten iki saat tehirliymiş. Bu “yalan”ı söyleyen arkadaşın gayesi ise gelen misafirlere hizmetin gücünü göstermekmiş. Uçakları bekletebilecek bir güç! Hiçbir yalandan “hayır” ve “iyilik” çıkmaz. Yolcuların ferasetli ve zeki olanları “yalanı” sezer ve geziyi kötü bir intiba ile kapatır. Diğer anlatılanlar için “acaba onlar da yalan mı?!” diye düşünür. “Eğer diğer yolcuları bizim için bekletiyorlarsa bu kul hakkı olmuyor mu?” der -ki öyledir. Kimseyi kendi gecikmen için bekletemezsin. Oysa gerçeği, bir “yalan”la perdelenmese belki de o gezi “bir kerametle” nihayete erecek.. Tevafukan uçak tehir olmuş olacak.

– Bunlar bir derece ama siyah yalanlarımız yok diye biliyorum.

– Bence vardır.

– Boşver, bilmediğin konuda sui zan etme. Varsa bile işin beyazına savaş açarsak siyahı kendine fırsat bulmaz. Fakat az da olsa şunlarımız vardı. Mesela insanlara Hizmet’i anlatıyorum: “15 tane ….miz var, diyorum. (Oysaki gerçekte 10 tane) veya 100 kişiye hakikati ulaştırdık. (Oysaki 20 kişi) veya şu kadar şuyumuz …lik. (Oysa yarısı bile o düzeyde değil.) Veya biz şuyuz, şu kadarız. Biz… Biz… Biz…; Bizce… (Bu da “Biz firavunluğu”) Maalesef böyle örneklerimiz az da olsa vardı. Beyaz yalan deyip geçemezsin. “Yalan”ın her türlüsü yalandır. Bu tür yanlış ve yalanlar, bunları yapanların boynuna asılı birer yafta. Eğer tevbe etmezlerde mutlaka çok ağır bedeller öderler. Bir de bu cürümlerini vicdanen inkar ediyorlarsa iflah olmaları mümkün değil. Bu Hizmet “süt”ünü bir zerre ile bile olsa telvis edenler bedelini -müminlerse ve tevbe etmemişlerse- ödemedikçe dünyadan gitmezler. Belki şahsi egomuz olmadı ama “biz” veya “bizim arkadaşlar” egosu oldu. Kendimize aşırı güvendik. Bedel olarak çok acılar çektik, çekiyoruz.

DEVLETÇİLİK HASTALIĞI

– Peki ya üzdüğümüz, küstürdüğümüz insanlar oldu? Bizzat bildiğim insanlar var.

– Millet olarak genetiğimizde bulunan “devletçilik” virüsü farklı bir biçimde bizde de tezahür etmişti. Personelimizi, insanımızı öncellemediğimiz, kurumu kayırdığımıza zamanlar oldu. Çalışanların gönlünü kazanma yerine elde olanı biriktirme, istifleme, inşaata yatırma, normal yasal hakları görmezden gelme yolunu tercih ettik. İtiraz eden olursa da “Hizmet’i öncelliyoruz.” dedik.

– İşte bu da bir fetva. Benim dediğim tam da bu.

– Bu mantıkta “Hizmet” kelimesini kazıdığınızda altından “devlet” çıkıyor. Bir kısım insanı bununla kaybettik. İşin acısı bunlar kul hakkı olduğundan helalleşmeden kurtulmak da mümkün değil. Oysa Hizmet, insanı hedef alır. İnsan demektir, kurum değildir, bina değildir. Bunu anlayıncaya kadar bina ve kurumlar gitti.

– Bu yüzden mi gitti.

– Hayır, niye gittiğini sonra anlatacağım.

– O zaman Hizmet’in aslı kalmış yani?

– Evet aslı kaldı. İnsan kaldı. Şimdiden sonra “insan””ı öncelleyelim, “insan”ı kayıralım.

– Bunlar hep şark hastalıkları. Başkaları da var.

HİZMET’E KAÇAK KAT ÇIKMAK…

– Onlara da geleceğim.

– Bazımız bu tür manevralar yapmayı, kafasında kırk tilki dolaştırıp kırkının da kuyruğunu birbirine değdirmemeyi maharet sanıyordu. Kimse yalandan kaçmayı, düz ve şeffaf olmayı düşünmüyordu.

– Böyle sözlerle genellemek günah olur, doğru değil. Böyleleri az da olsa, nadir de olsa vardı. Allah her türlüsünden ve bunları araç olarak kullananlardan bizi korusun. Mesela şimdi bana deseler ki “Bu eyalette belediye bize, dört katlı yurt yapma izni verdi. Ama yetmez! Üstüne iki kaçak kat yapsak ve bunu ‘adamını bulup bir şekilde çözsek’, altı kat yaparak kırk öğrenciye daha fazla hizmet götürsek”, ne dersin? Ben hiç düşünmeden reddederim, “O kırk öğrenciden hayır gelmez” derim. Allah’ın verdiğiyle yetinmek Allah’a saygının gereğidir. Allah bana helal para ile “helal” himmet ile bir okul lütfettiyse, benden sonrakilerin başına bela olacak netameli krediler peşinde koşmaya, siyasi konjonktür gereği bağışta bulunanların verdiğiyle ikinci okulu yapmaya gerek yok.

İZZETSİZ VE ŞEREFSİZ KİMSELERİN PEŞİNDEN KOŞMAK GAYRETULLAHA DOKUNUYOR

– O beni yeterli görseydi ve dileseydi ikinci binayı helal yoldan lütfederdi. Allah’ın bana verdiğiyle yetinmeyip -af buyur- ite köpeğe dilenince, peşlerinden koşunca Allah, bana verdiği helali de geri alıyor. Allah’a ait izzetli ve şerefli işler için izzetsiz ve şerefsiz kişilerin peşinden koşmak Gayretullah’a dokunuyor. Üç gram necaset yüzünden üç ton süt dökülür mü? Dökülebiliyor. Neticede kader, üç gram necaset yüzünden tonlarca sütü sokağa döküyor.

– Çok ağır bir benzetme olmadı mı?

– Oldu ama bundan şunu anlama!

– Neyi anlama?

– Allah, kendi rızası için yapılmış hiçbir ameli hiçbir tuğlayı zayi etmez. Sütün dökülmesi derken dünyaya bakan yönünü kastediyorum. İhlasla yapılmış her amel ebediyet kazanır. Bu bir okulsa veya yurtsa cennette altından, zebercetten birer abideye, anıta dönüşür. Bânilerine ebediyet hediyesiyle döner.

– Buna da eyvallah da bu kabullerinde “hiç hata yapmadık” paradigmasını yıkıyorsun farkındasın değil mi?

– Bu cümleyi demek ve buna inanmak bile hata olarak kafi. Hatasızlık mümkün mü? İnsan ve insanlardan oluşan her türlü grup, cemaat, kitle hata yapar. Eğer biz, insan olarak hata yapmayacak olsaydık niçin namazda Allah’a dönüp her gün 40 defa “Bize doğru yolu göster.” diyoruz? Demek ki bizim tabiatımız “hata” üstüne bina edilmiş. Kim bu parantezin dışına çıkabilir? Hangimiz? Hataların muhasebesini yapmayı Bediüzzaman hazretlerinden öğreniyoruz. Şefkat Tokatları’nda yapılan hataları tek tek zikrediyor. İbret almayı anlatıyor. Koca bir risaleyi buna ayırmış.

Önemli olan hatalardan ders çıkarmak, “aynı delikten tekrar ısırılmamak.”

Önemli olan bu muhasebeyi ve yüzleşmeyi mümince ve adaletle yapmak. Kan davası gütmeden, sürek avı yapmadan. Bir ibadet ciddiyetiyle…

(Gelecek hafta: Şeytan’a yardımcı olmamak…)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Veysel Bey bu yazılarınızla nesli atinin düşünmesini, eleştirmesini istemiyor gibisiniz, Banker Bilo filmindeki MAHO gibi ” Yaptım ama hele bir sor niye yaptım ” diyorsunuz. Bir çok şeyi de yazmaya cesaret edemiyorsunuz. -mış gibi yapıyorsunuz eleştirmiş gibi , söylemiş gibi …. Her kurumda bizden diye atama haksızlığı bunları da yaz ABi … Eger bunlari da yazarsan samimi olduguna inaniriz yoksa Bediüzzaman gibi deriz Ey mezar-ı müteharrikler çekilin yoldan Nesli Ati geliyor.

    • Bence nesli atiye çok güzel mesajlar var. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyor. Önceden hatalar olmuş mu olmuş. Veysel bey bunu kabul ediyor ve ediliyor diyor. Yanlışsızlık diye bir şeyi reddediyor. Günde 5 vakit ihdine ssıratal müstakim diyoruz ki yanlışlıklardan bizi koru Allah’ım diye dua ettiğimizi hatırlatıyor.
      Nesli ati eleştirmesin demiyor tam tersine yanlış işleri kafadan reddetsin diyor. Yurt örneğine baksanıza. Kaçak iki katı kabul etmeyin diyor. Daha ne desin?
      Ben hani Veysel Beyin avukatı değilim. Ama şoförlere trafiğe kızıp da yoldan çıkmak nasıl makul bir şey değil 3-5 hata yapan insana kızıp yolu terk etmek biz yolculara yakışmaz. Ben de atama( haksızlığı yaşamış hem de yıllarca)bir insanım. Belki de haksızlık değildi bimiyorum. Çünkü bana meçhul şeyler de var. Ama bir iki sevmediğim müdüre kızıp iş bırakmak yolun gerçek sahibine karşı ayıp olur ben kendi adıma söyleyeyim kıvran ı nimet olur.
      Yazının dizisinin 3.sü bu yazı. Aslında bir daha okumak lazım.
      Mezar ı müteharrik de olmamak lazım Allah korusun. Açıkçası kendi adıma da korkuyorum böyle bir akıbetten. Kim hak kim batıl bilinmez. Kimseyi mücrim temiz yanlış doğru diye itham etmeden yoldan çıkmadan eleştiri yapmak lazım.
      Geçen de bir yerde Aymaz abi “eleştiri duvarı yıkıldı” demişti. HE”nin eleştiri

      http://m2.shaber3.com/elestiri-ve-tenkitte-dikkat-edilmesi-gereken-noktalar-haberi-1330099.html

      Yazısını okumak lazım. Üstüne de bir laf dememek lazım vesselam.

    • İlk değil, son da olmayacak. Bir internet gazetesi neden yorumlara içerik olarak bakar ki? Hakaret ve argo yok ise bırakın tr724 ekibi, yazsın kişiler. Derdiniz nedir?
      Sizi kime soracagiz, şikayet edeceğiz ?!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin