Hûm’da ne oldu?

YORUM | REŞİT HAYLAMAZ

Hûm, Cuhfe yakınlarında bir kuyunun adı ve gadîr de, su birikintisi anlamında bir kelime. Bu durumda Gadîr-i Hûm, “Hûm’daki su birikintisi” anlamına geliyor.

Coğrafi farklılıklar söz konusu olsa da mekanlar, taş ve topraktan ibarettir ve genelde birbirlerine benzerler. Ancak mekanları ayrı ve özel kılan, üzerlerinde yaşanan hâdiselerdir.

Gadîr-i Hûm da bir mekandır; ancak onu özel kılan çok önemli bir konuya ev sahipliği yapmıştır.

Nedir o?

Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, belli başlı vazifeleri deruhte etmesi için Hazreti Ali’yi, otuz kişilik bir birlikle Yemen’e göndermişti. Bu sırada, bu yıl hacca gideceğini de ilan etmiş, hatta keseceği kurbanlıkların da Yemen’den getirilmesini talep etmişti.

Yemen’de bulunduğu sırada Hazreti Ali (radıyallahu anh), Veda Haccı için Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Medîne’den hareket ettiği haberini alınca, beraberinde bulunduğu arkadaşlarıyla istişare ederek ekibin başına Ebu’l-Âs’ı vekil bırakmış ve Allah Resûlü ile Mekke girişinde buluşmak için Yemen’den erken ayrılmıştı.

İstediği gibi de oldu; Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Mekke girişinde buluştu ve böylelikle hacca ait Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) her adımını birlikte yaşama imkanı buldu.

Yemen’den gelecekler de hac yapacaktı ve birkaç gün gecikmeyle onlar da Mekke’ye geldiler.

Mesuliyet Hazreti Ali’nin omuzlarındaydı ve gelişlerini haber alır almaz onları karşılamaya gitti. Ancak gördüğü manzara Hazreti Ali’yi rahatsız etmişti; zira Efendimiz’in bir diğer damadı olan Ebu’l-Âs (radıyallahu anh), ictihad etmiş ve hem hac ibadetini daha nezih şartlarda yerine getirebilmeleri hem de Allah Resûlü’nün huzurunda daha temiz bir görünüm arz edebilmeleri için yol arkadaşlarına, hazineye ait maldan yeni elbiseler dağıtmıştı.

Hayber ve Ci’râne’de şahidi olduğu Nebevî ikazları gün gibi hatırlıyordu, Hazreti Ali; zira o günlerde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), izinsiz alınan bir iğne veya ipliğin bile hazineye iade edilmesini talep etmiş, aksi halde yarınki hesap gününün çok ağır olacağını hatırlatmıştı. Şimdi bildiklerini hayata geçirme zamanıydı ve aynı hassasiyetle hareket ederek Ebu’l-Âs’tan, dağıttığı elbiseleri toplamasını ve Beytülmâl’e iade etmesini istedi.

Denilenler yapıldı. Ancak ictihad farklılığından kaynaklanan bu iki farklı uygulama, muhataplarda da tereddüt meydana getirmiş, bir miktar da huzursuz olmuşlardı.

Hac boyunca bu huzursuzluk devam etti ve Medîne’ye dönüş yolunda konu, Fahr-i Rusül Efendimiz’e de intikal etti.

Gadîr-i Hûm denilen mevkide bulunuyorlardı. Öğlen namazının akabinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbına hitap etti. Bu sırada, mübarek eliyle elini tuttuğu Hazreti Ali, sağ tarafında duruyordu.

Sorular sordu ve değişik konuları gündeme getirdi; her halinde bir vedalaşma nümâyandı. “Sizden kim, kasten ve bilerek bana yalan isnâd ederse -söylediğimi söylemedi veya söylemediğimi de söyledi olarak ifade ederse- Cehennem’deki yerine hazırlansın!” diyordu.

Devam etti ve  “Dikkat edin!” buyurdu. “Şüphesiz ki ben, önceden gidip Havuz başında sizi bekleyeceğim! Üstelik başka ümmetlere karşı, sizin çokluğunuzla övüneceğim! Sakın ola ki çok günah işleyip yüzümü kara çıkarmayınız! Haberiniz olsun ki o gün ben, kadın-erkek birtakım insanları kurtaracağım! Diğer bir kısım insanlar da kurtarmak istememe rağmen benden uzaklaştırılacaklar!  Ben ‘Yâ Rabbi! Bunlar da benim arkadaşlarım!’ deyip ısrar edince, Allah (celle celâlühü) bana, ‘Senden sonra onların neler ihdas ettiklerini sen bilmezsin!’ buyuracak.

O halde ey insanlar! Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü), benim Mevlâ’mdır. Ben ise bütün mü’minlerin velîsiyim. Şunu da iyi bilin ki ben, kimin velisi isem Ali de onun velisidir!”

Ardından, o âna kadar yanı başında başını eğip edebiyle bekleyen Hazreti Ali’nin elini kaldırdı ve “Ali’yi şikayet etmeyiniz!” buyurdu. “Allah’a yemin olsun ki o, Allah’ın gazabından veya Allah yolunda bir yanlışlık yapacağınızdan korktuğu için sert davranmış, ondan dolayı size böyle yapmıştır!”

Sonra, mübarek ellerini kaldırdı ve “Allah’ım!” dedi. “Her kim Ali’nin dostu olursa sen de ona dost ol; her kim de Ali’nin düşmanı olursa sen de ona düşman ol! Her kim Ali’yi severse sen de onu sev ve her kim de Ali’ye buğz ederse sen de ona buğz et! Her kim ona yardım ederse sen de ona yardım et ve her kim de onu yalnız, yüzüstü bırakırsa sen de onu yüzüstü bırak!”

Mesele tebeyyün etmiş ve Hazreti Ali hakkında oluşan olumsuz havaya son nokta konulmuştu.

Hutbesini bitirirken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bir kez daha “Ey insanlar!” diye seslendi. “Dikkat edin! Şüphesiz ki ben bir beşerim. Rabbimin elçisi beni davet etmek üzere yakında gelir; ben de davete icabet ederim. Size paha biçilmez iki büyük emânet bırakıyorum:

Birincisi, içinde hidâyet ve nûr olan Allah’ın kitabıdır; Allah’ın kitabına iyi tutunun ve ona sımsıkı yapışın!

İkincisi ise ehl-i beytimdir; ehl-i beytimin hukukunu koruma hususunda sizlere Allah’ı hatırlatırım!”

Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Gadîr-i Hûm’daki hutbesini noktalarken Ehl-i Beyt ile ilgili cümlesini üç kez tekrarladı.

 

Not: Konuyu daha detaylı ve kaynaklarıyla birlikte okumak isteyenler için: https://www.peygamberyolu.com/humda-sahabeye-hitap-18-zilhicce-10-hicri/#.XV-9mC33DUI

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin