Yalnızlığın kabz hali

YORUM | ALİ TOPDAĞ

Mahrumiyetler, insanın bulunduğu yere aidiyet hissetmesini engelliyor ve bunu yaşayanlar için de hayat zamanla anlamsızlaşıyor. Doğal olarak Allah rızası, Peygamber sevgisi, hicret, hizmet, sabır, hayata tutunma, para kazanma, infak etme gibi kavramlar zamanla pörsüyor.

Ailenizle her gün görüşür, yakından ilgilenmeye çalışırsınız. Oğlunuzun ihtiyacı olan bilgisayarı nasıl alacağını, nelere dikkat edeceğini anlatırsınız. Küçük kızınıza öğretmeni kitap okuma ödevi verir; onunla beraber okur, sorular sorarak sınava hazırlarsınız. Uzaktan da olsa çocuklarınızla ilgilenmiş olmanın huzurunu yaşarsınız. Ama büyük kızınızın doğum günü kutlamasını küçücük telefon ekranından takip edersiniz. Mutlu gününde yanında değilsinizdir, sarılıp öpmeniz mümkün değildir. En son üç yıl önce sarılıp öpmüşsünüzdür ve bunun ne zaman tekrarlanacağı meçhuldür.

Bu durumdaki bir mültecinin kendi kendini motive etmesi, yalnız başına ayakta durabilmesi zordur. Benzer badireler geçiren veya halihazırda aynı durumda olduğunuz üç beş dostunuz vardır; konuşmak rahatlamak istersiniz ama onların da moralini bozmamak, huzursuz etmemek için vazgeçersiniz. Bununla beraber, onların derdine derman olamayacağınızı da bilirsiniz ama dinleyerek rahatlamalarını sağlarsınız. Bu size ‘anlık’ bir mutluluk verir ama bir süre sonra yine kendinizle baş başa kalırsınız.

Geçmişe bakıp yakın zamanda yaşananları, yaşadıklarınızı sorgular, gelecekte daha iyi şeyler yapmayı planlarsınız ama önünüze birçok engel çıkar. Yaşınızın ilerlemiş olması yapmak istediğiniz şeylerin önündeki en büyük engeldir; yeni bir şeyler öğrenme konusunda zorluk yaşar, gelişen teknolojiye ayak uyduramazsınız. Destek almak için gittiğiniz kapılara ikinci defa gidemeyecek şekilde uğurlanırsınız. Bulunduğunuz ülkenin dilini ancak sokakta kullanacak kadar öğrenebilirsiniz. Bulaşıkçı veya temizlikçi olmayı yıllarca kullandığınız kağıt ve kaleme ihanet olarak görüp direnirsiniz ama bunun da bir sınırı olduğunu bilirsiniz.

Her türlü zorluğa rağmen ortaya bir şeyler koyduğunuzda takdirler sabun köpükleri gibi havada uçuşur ve günün sonunda yine yalnızsınızdır. Kendinizi kandırırsınız, “Herkesin bir derdi var” diye… Eğer biraz mütevazı iseniz “Suç bende, derdimi iyi anlatamadım” dersiniz… Kim bilir, belki de gerçek budur; sizin devriniz geçmiştir ve artık yeni şeyler söyleme vaktidir.

Hepsini sineye çeker, kabullenirsiniz ama bu kadar diplomalı, donanımlı, tecrübeli insanın “yapılması gereken bazı şeyleri” yap(a)madığını görünce kahrolursunuz. “Güzel günlere bu şekilde mi ulaşacağız?” diyerek kendinizi yiyip bitirirsiniz ve bundan sık sık görüştüğünüz insanların haberi bile olmaz.

Durumunuzu bildikleri halde sizi aramayan arkadaşlarınızı arayıp rahatsız etmek istemezsiniz. Adet edindiğiniz ‘Hayırlı cumalar’ mesajını bile atmazsınız Ramazan’da… Atacağınız mesajın ‘kendinizi iftara davet ettirme’ şeklinde algılanacağını düşünür, karşı tarafı zor durumda bırakmak istemezsiniz. Yalnız başınıza iftar ve sahur yaparken eskiden yaşadığınız Ramazanları hatırlar, o günleri tekrar yaşamanın hayalini kurarsınız.

Siz bunları yaşarken “kaçmak” zorunda kaldığınız ülkenizden dostlarınız sizi arayıp “güzel haberler” duymak ister. “Buralar yaşanılır gibi değil, ben de buradan kurtulmak istiyorum, ne dersin?” diye sorar. Kendi halinize bakıp cevap verebilirsiniz ancak. Çünkü kendi kabuğunuza çekilmişsinizdir ve bulunduğunuz ülkedeki insanlarla irtibatınız yoktur. Ya bin bir hevesle ülkeden ayrılır da “sizin gibi olursa” diye korkarsınız. Telefonun diğer ucunda sizden güzel şeyler duymak isteyene net bir şey söyleyemezsiniz. Az da olsa ülkedeki düzenini bozup geldiğinde hayalindeki “ensarları” bulamayabileceği ihtimalini düşünür, yuvarlak ifadelerle durumu idare edersiniz.

Kabz hallerinizin süresi her geçen gün artar. Bundan kurtulmak için üst üste filmler seyreder, türküler, şarkılar dinlersiniz ama sizi kesmez; her görüntüden, her sözden bir anlam çıkarır boğulacağınız girdabı kendiniz oluşturursunuz. Tam da her şeyden vazgeçmeye karar verdiğinizde gelen bir telefonla tekrar hayata tutunmaya karar verirsiniz.

Yeni bir proje, yeni bir durum sizi birkaç ay canla başla çalışmaya sevk eder. Yeni insanlarla tanışır, güzel işler yapma hayaliyle yola çıkarsınız. Hatta bu sırada o kabz halinizi hatırlar kendinize kızar, işinize bakarsınız. Bir süre sonra bir de bakarsınız aşkla şevkle giriştiğiniz o işin bütün yükü size kalmıştır. Azmedersiniz, “Bu işi yarım bırakmamalıyım” dersiniz. Ama bir de bakarsınız ki yine insanlara ve hayata küsmüşsünüz…

Hâsılı, dünya hayatı bu; kimine güllük-gülistanlık, kimine de zindan. İnişler ve çıkışlarla kabre kadar yolumuz var. Allah’a ve ahirete inancı olanların sıkıntılı hallerinde tutunacakları bir dalları olsa da nefis ve şeytan boş durmuyor; onlarla da mücadele etmek gerekiyor. Görebildiğim kadarıyla bu mücadeleyi yalnız başına yürütmeye çalışanlar genelde kaybediyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin