Vefa bir semt mi?

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Sırtlanları geçmişti yırtıcılıkta beşer;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.”

Diyor Merhum Akif…

Baldassare Castiglione ise  “İyiliğin tohumlarından büyüyen kötülükten daha zalimi yoktur.” Derken ülkemizi tanımamıştı . Yoksa daha ağırını yazardı eminim. 

Kötülüğün kökeni konusunda bugüne kadar sayısız araştırma yapılmış. 

Bir insan kötü mü doğar yoksa sonradan mı kötü olur. 

Meseleyi “ben böyle değildim sonradan oldum” şeklinde Müslüm Gürses felsefesine yaklaştırma çabasında değilim. Ancak “Yakarsa dünyayı garipler yakar” diyen birinin pek de haksız olduğunu kimse söyleyemez. 

Arjantinli bilge Marcelino Cereijido şöyle diyor: “Kötülük geni diye bir şey yoktur ama [kötü davranışları] teşvik edebilen biyolojik ve kültürel bazı koşullar vardır.” 

Einstein, “Yaşadığımız dünya tehlikeli bir yer, kötü insanlar yüzünden değil, bu konuda hiç bir şey yapmayan insanlar yüzünden.” Diyerek bugün Türkiye’de yaşananları anlamamız için adeta kılavuz oluyorlar. 

Ancak bugünkü yazımız insanın kötülük ya da iyiliğine dair değil sadece. Bambaşka bir yöne kıralım direksiyonu…

Rakamlar her kadar tam tersini söylese de, Türk insanının televizyonda en çok belgesel izlediği söylenir. Özellikle doğal hayvan hayatı konusundaki belgeselleri seyretmeyi herkesin içi kaldırmıyor elbette. 

Ancak sanırım bu biraz bizim bakış açımızla ilgili bir olay. 

Bize son derece yırtıcı ve vahşi gelen şey hayvanların doğasında olan aslında. Yani bir aslanın zebraya saldırması yahut bir yılanın tavşanı kovalaması bizim açımızdan kabul edilir gibi görünmese de, tabiatın yaradılışına asla zıt bir şey değil. Ve bilim/teknoloji geliştikçe daha da iyi fark ediyoruz ki, aslında hepsinde bir hikmet ve yararlılık var. 

Sıkıntı insan/hayvan arasındaki mesafelerin açılmasından daha büyük. İnsanın tabiat ve hayvandan gittikçe uzaklaşmasından kaynaklanıyor. Kendi kurduğumuz üretilmiş bir mekan/çevre ile kuşatılmayı medeniyet zannediyoruz maalesef. 

Dolayısıyla bırakınız yırtıcı diye tanımladığımız hayvanları bilmeyi, anlamayı evcil ve tarih boyunca insanla beraber yaşayan hayvanlarla bile mesafeyi epey açmış durumdayız. 

Yaklaşık 20 yıl önce yıl önce Fransız sinemacı Jacques Perrin’in Le Peuple Migrateur (Kanatlı Uygarlık) hayranlıkla izlerken sadece bir belgesel filminin değil, insan-hayvan yakınlaşmasının tarihteki ender örneklerinden birinin şahidi olmuştuk. Perrin, Kanatlı Uygarlık filminden önce de, yerin altındaki bambaşka bir alemi Microcosmos filmiyle perdeye yansıtmıştı ama göçmen kuşları anlatan son belgeseli bambaşkaydı: Kamera kuşların göç için kanat çırptığı ilk andan itibaren takibe başlıyor ve mevsim, iklim, coğrafya demeden neredeyse birkaç santim uzaklarında onlarla beraber yaptıkları seyahati kayıt altına alıyordu. Bu büyülü yolculuk yapımcılarla röportaj yapmak için yazıp, ‘Nasıl başardınız?’ diye sorduğumda gelen cevap, ‘Filmin çekim belgeselini bekle’ olmuştu. Ve yapım belgeselinde inanılmaz bir şey vardı. Belgeselciler kuşlar daha yumurtalarda iken onlarla beraber kafeslerine giriyor, doğum ve büyümelerinde hep yanlarında oluyorlardı. Kuşlar, belgeselcileri aileden biri saydıkları için bu vefa hissiyle 20 bin kilometre boyunca yanlarında uçmalarına ve film çekmelerine izin veriyordu!

Açıkçası büyüleyici bir denemeydi bu ama daha doğalı ve etkileyici olanı vardı. 

2008 yılında sosyal paylaşım sitesi Youtube’da bir görüntü yayınlandı. İzleyeni hem şok eden hem de ağlatacak derecede etkileyen bu videoda iki insan ile bir aslanın sıra dışı vefa hikayesi vardı. Sonradan araştırınca öğrendim ki, vaktiyle (1971) yayınlanan bir kitabı da varmış bu görüntülerin: Christian isimli bir Aslan. Sonradan tekrar düzenlenerek da yayınlanan kitap son derece etkileyici bir insan/hayvan vefasına dair yaşanmış bir öykü anlatıyor. 

1969 yılında Londra’da yaşayan John Rendall ve Anthony Bourke isimli iki Avustralyalı küçük bir aslan satın alıyorlar. Yavruyken evlerinde bakıp, beraber vakit geçiren bu iki kafadar, aslanın iyice büyümesiyle ne yapacaklarını şaşırır ir hale geliyorlar. Ve mecburen sevimli ev arkadaşlarını alıp Kenya’ya götürerek doğal hayata bırakıyorlar. 

Aradan 6 yıla yakın bir zaman geçtikten sonra yolları yine Kenya’ya düşüyor ve dostlarını merak ediyor Rendall ve Bourke. Umutsuzca Kenya çölünde gezerken bir kayalıktan kendilerine doğru bakan kocaman bir aslan görüyorlar. Kısa bir tereddüt sonrası aslan üzerlerine öyle bir geliş geliyor ki inanılmaz! Ve kavuşma anı. Üç kadim dost, izleyeni gözyaşlarına boğacak şekilde sarılıyor, hasret gideriyorlar. Aradan geçen zaman içerisinde çoluk çocuğa kavuşmuş olan Christian, adeta bir bebek gibi onlarla şakalaşıyor, yerlere yatırıyor, öpüyor, kokluyor… 

Meraklısı “Lion Christian” diye aratarak bulabilir bu az rastlanır dostluk ve vefa destanını. 

Aslanın vefası ve sırtlanları geçen insanın yırtıcılıklarını düşünerek izliyorum artık belgeselleri… 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Lisan-ı hal (“beden dili”, “body language” ya da “Körpersprache” şeklinde de okuyabilirsiniz) doğanın en anlamlı dillerinden biri belki.

    Batı’yla son yıllarda tanışmış biri olarak, “toplumsal şahsı manevisi” ile doğa ve hayvanlar arasındaki ilişkiyi belgelesellerin yanısıra, gözlerimle de hayranlıkla gözlemliyorum.

    Beden dili araştırmacılarının “mahrem alan” dedikleri dairenin insan ve hayvan arasında farklı olması doğal ama Batı’daki yaban kazını, yaban ördeğini, kunduzunu, sincabını, tavşanını ve hatta geyiğini şehrin içinde ya da hemen kenarında insanlarla içiçe görebiliyor ve elinizle besleyebiliyorsunuz.
    Bir taraftan da, “bunlar bizde olsa, akşama mangalın üstünde ya da pilavın içinde olurlardı” demekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz…

    Elbette ki, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğememek yapacak değilim, bizde de bireysel olarak belki onbinlerce vefa kahramanı var. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde acı örneklerle birlikte destanların yazıldığını da duyuyoruz.

    Eğer Doğu ve Batı dünyası, vefa yönüyle tartılsa alakulli hal Doğu ağır basar.

    Ancak, doğayla uyum, çevreyle uyum, içinde bulunduğu toplumla uyum, kim olursa olsun insana saygı ve “hayvana sevgi” konusunda Batıdan alabileceğimiz çok şey var…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin