Vahşetin dili

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Bu yazı Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açık mektuptur.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan,

Sayın sade vatandaş Recep Tayyip Bey,

Sezen Aksu Türkiye’nin yetiştirmiş olduğu en tanınan, en başarılı, en üretken sanatçılar arasında başta gelen bir isimdir. Bir süredir, birileri düğmeye basmışçasına Sezen Aksu’nun yazdığı ve bestelediği bir güftede geçen Âdem ve Havva’ya ilişkin bir cümle nedeniyle, Sezen Hanım bazı kesimlerce adeta sosyal lince uğratıldı. İslam dini adına konuştuğunu iddia eden bir grup radikal, Aksu’nun İslam’da peygamber olarak kabul edilen Âdem’e hakaret ettiğini ileri sürdü. İş Aksu’ya dava açmaya kadar, Aksu’nun evinin önünde gösterilere kadar, İslamcı basında Aksu’nun tehdit edilmesine kadar uzadı.

Siz de bugünkü (21 Ocak 2022, Cuma günü) cuma namazını kıldığınız bir camide bir konuşma yaptınız ve bu konuya değindiniz. Şunları söylediniz: “Hazreti Âdem aleyhisselam efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan elleri yeri geldiğinde kopartmak da bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin eli uzanamaz. Ona da dil uzatanlara haddini bildirmek görevimizdir.”

Siz bir ülkenin cumhurbaşkanısınız. Her ne kadar cumhurbaşkanı olduğunuz ülkenin anayasasını ve yasalarını kale almasanız da, o anayasa ve yasalar sizi bağlar. Üstelik hem cumhurbaşkanı olmanız nedeniyle bağlar, hem de – en önemlisi – Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı olmanız hasebiyle bağlar. Türkiye’de herhangi bir siyasal makam sahibi olmak, makam sahibine yasaların üzerinde olma hakkını vermez. Bu makam cumhurbaşkanlığı makamı da olabilir. Hatta sahip olunan makamın yetkilerini aşarak diktatoryal eğilimler içine giren biri dahi, o anayasa ve yasaların altındadır. Doğası gereği bir diktatör o anayasa ve yasaların altında olduğunu unutabilir. Ya da o anayasa ve yasaları yok sayabilir. Hatta o anayasa ve yasaları anlamsız bulabilir, onlara saygı duymayabilir, kendini o anayasa ve yasaların üzerinde konumlandırabilir. Fakat ne olursa olsun, o anayasa ve yasalar hukuken bağlayıcıdır ve fiili olarak onlara uyulmasını zorlayıcı hiçbir güç kalmasa bile, bu anayasa ve yasaların ihlal edilmesinden doğan suçları işlenmemiş kılmaz. Demem odur ki Recep Tayyip Bey, hâlihazırdaki düzende anayasayı ve yasaları ihlal edebilseniz de, bu durum, a) geçicidir, b) suçtur, c) sizi bir gün hukuk karşısında hesap vermekten de, bir gün işleyecek olan adaletin yaptırımından da kurtarmaz.

Belki farkında değilsiniz ama sizin birçok sorumluluklarınız var. Bu sorumluluklar size belli yasal çerçevelerde verildi. Siz o yasal çerçevelerin dışına çoktan çıkmış dahi olsanız, o yasal çerçeve apaçık meydanda duruyor. Yasal çerçevenin özü çok net ve sizin bile bunu rahatlıkla anlayabileceğinizi düşünüyorum. Basitçe özetleyeyim: Siz sınırlı bir güçle, sınırlı bir süreliğine donatıldınız Recep Tayyip Bey. Bizler – Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları – sizin tebaanız değiliz. Siz de vatandaşı olduğumuz ülkenin monarkı değilsiniz. Yani sultan değilsiniz. Padişah değilsiniz. Siz Türkiye’nin egemeni değil, yasalara göre sadece süreli seçilmiş bir görevlisiniz. Hukuk üstü değilsiniz. Bir siyasi karar alıcısınız. Türkiye vatandaşları için hukuk ne kadar bağlayıcıysa, sizin için de o kadar bağlayıcıdır. Şu an için bulunduğunuz siyasi makamdan dolayı hukuk üstü bir konumda bulunmuyorsunuz. Bunu özellikle kafanıza sokmanız önemli. Zira gerek siyasi eylemlerinizin önemli bir kısmı, gerekse de siyasi söylemleriniz, mütemadiyen hukuku (anayasayı ve yasaları) ihlal ediyor. Devamlı yetki aşımında bulunuyorsunuz ve yönetmek üzere bir süreliğine seçilmiş bulunduğunuz devletin tüm kurumlarının altını oyuyorsunuz. Bunu fiilen yapabildiğinizi hepimiz biliyoruz. Ama bunu yapabiliyor olmanız başka, yapmaya hakkınız olması başka bir konu.

Recep Tayyip Bey, şunu birinin söylemesi gerekiyordu, ama maalesef açıkça söyleyen yok, o halde bakın ben söyleyeyim: Bunu yapmaya hukuken hakkınız yok. Size anayasaya göre verilmiş bulunan sorumluluk (yani ülkeyi yönetme yetkisi) sizin gücünüzü, yan, yapabileceklerinizi, anayasa ve yasalarla sınırlandırıyor. Bu demek değil ki, o gücü kullanarak size verilen anayasal hareket alanının dışına çıkamazsınız. Çıkarsınız, belirttiğim üzere çıkıyorsunuz da! Fakat bu kanunsuzluktur. Hukuksuzdur. Yasa dışıdır. Siz hukukun dışına çıkmış bulunuyorsunuz sayın cumhurbaşkanı. Bunu bugün cuma namazını kıldığınız o camide yine yaptınız. Güç aşımı dediğimiz ve sizin uzunca süredir günübirlik işleye geldiğiniz klasik suçun dışında, bugün cuma namazı sonrası sarf ettiğiniz cümleler çok daha ağır bir suç oluşturuyor. Suçun kanıtının – video görüntüsünün – sosyal medyada paylaşılmış olması, daha önce işlediğiniz benzer suçlar gibi reddedilebilecek türden değil. Çok açık, aleni, ortada! Müsaadenizle izah edeyim:

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir dini yok. Bu anayasayla sabittir. Anayasa madde 2 Türkiye devletini laik bir devlet olarak tanımlar. Anayasaya göre bu madde değiştirilemez. Madde 6 anayasaya dayanmadan hiçbir kimsenin devlet yetkisi kullanamayacağını emreder. Madde 8 ise cumhurbaşkanının yetkilerinin anayasa ve yasalara dayalı olarak kullanılabileceğini söyler. Anayasa madde 10, herkesin kanun önünde eşit olduğunu tespit eder ve özellikle ayrım yapılamayacak bazı temelleri sıralar. Bunlar arasında din ve mezhep temelli farklılıklar da vardır. Aynı maddeye göre devlet organları – cumhurbaşkanı ve onun kontrolü altında olan tüm devlet teşkilatı da – bütün icraat ve işlemlerinde madde 10’a göre hareket etmek zorundadır. Diğer bir ifadeyle, siz, Recep Tayyip Bey, bulunduğunuz görev gereği herhangi bir dinin ya da mezhebin doktrinini, inancını, yasak veya tabusunu, tercihini, duyarlılığını, hassasiyetini falan barem alarak, kafanıza estiği gibi yorum yapamazsınız. Lafın gelişi söylüyorum tabi. Yaparsınız. Yapıyorsunuz da. Ama bu yasa dışıdır. Anayasaya aykırıdır. Bunu söylüyorum! Diğer bir ifadeyle, bugün camide suç işlediniz.

Ama işlediğiniz suç, salt belirttiğim anayasa maddeleri ihlal edilerek işlenmedi. Çok daha katmerli bir suçtu bu. Durun bunu da kısaca izah edeyim:

Anayasa madde 24 bu bağlamda önemli. Bu madde kişilerin din ve inanç hürriyetini garanti altına alır. Bu maddeye göre hiçbir Türkiye vatandaşı inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Bakın bu neden önemli: Sezen Aksu, Âdem ve Havva’ya bir güftesinde yer verdi ve onları – belli ki edebi bir bağlamda – cahil sıfatı ile niteledi. Yani bir kanaatini belirtmiş oldu. Bir birey herhangi bir din veya inanç içeriğine ilişkin kanaatini özgürce, sınırlanmaksızın ifade edebilir. Bu kanaat sadece inancına ilişkin bir içeriği kapsamaz, inançsızlığına ilişkin içerik veya içerikleri de kapsar. Kim diyor bunu? Sizin başında olduğunuz devletin anayasasının 24. maddesi söylüyor. Bu madde Sezen Aksu’ya istediği dinin istediği içeriği hakkında istediği her türlü yorumu yapma, istediği her türlü sıfatı kullanma hakkını veriyor. Bu hakkı kullanan birinin kınanamayacağı ve suçlanamayacağı anayasa emridir, yani sizin için bağlayıcıdır. Siz hem basit bir Türkiye vatandaşı Recep Tayyip Efendi olarak, hem de hasbelkader bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak – hiç fark etmiyor – buna tabisiniz! Bugün camide yaptığınız konuşma, işte anayasa madde 24’ü bu nedenle ihlal etti. Diğer bir ifadeyle, suç işlediniz.

Gelelim anayasa madde 26’ya. Bu madde, çok daha geniş kapsamlı tanımlamalar yapıyor. Bakalım ne diyor: Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla, tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Sezen Aksu, sadece ifadesini düşünmek hakkına sahip değil. Ve sadece o düşünceyi yazılı olarak ifade etmek hakkına sahip değil. Bunlardan çok daha geniş kapsamlı olarak, o düşüncesini açıklamak ve yaymak hakkına da sahip! Kim diyor bunu? Anayasa! Anayasa “bu hakkı kullanacak kişi girsin önceden Recep Tayyip Efendi’den izin alsın” diyor mu? Ya da “sadece Recep Tayyip Efendi’nin dini kanaatlerine tekabül eden, onun icazetine mazhar olan düşünceler açıklanabilir” mi diyor? Hayır! Sizin Sezen Aksu’nun güftesi hakkında camide yaptığınız tehditler, işte bu yüzden anayasanın 26. maddesini de işte bu nedenle ihlal etti. Yani, diğer bir ifadeyle bir anayasa suçu daha işlemiş oldunuz.

Gelelim diğer bir maddeye. Madde 38. Anayasanın en şahane maddelerinden biridir. Diyor ki, kanunun suç saymadığı bir şey suç teşkil etmez. Yani vatandaş, iktidar sahiplerinin kafasına göre suçlanamaz. Neymiş? Kafanıza göre birilerini suçlu ilan edemezmişsiniz. Onları sizin din anlayışınızla uyumlu olmayan güfte yapmakla suçlayamazmışsınız. Onları yaptıkları (ve anayasa madde 24 ve 26’dan gelen hakları olan) ifadelerinden dolayı “dillerini kopartmakla” ve bu dil kopartma fiilini “görev” olarak addetmekle de yine anayasayı ihlal ettiniz ve suç işlemiş oldunuz.

Anayasa madde 40, anayasa ile tanınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, hukuk yoluna başvurabilir. Bu hakkı anayasa veriyor! Sezen Hanım şimdi size dava açacak. Tabi insanlar da gülüyordur. Haklılar. Çünkü siz ayrıca suç işleyerek, mahkemelerin bağımsız çalışmalarına da engel oldunuz. Ve böylelikle anayasanın 138inci maddesini de ihlal ettiniz. Biliyorum, Recep Tayyip Bey! Gerçekten de, ne çok maddesini ihlal etmişsiniz anayasanın, değil mi! Tabi güç aşımı olunca, diğer ifadeyle size verilmeyen yetkileri gasp ettiğinizde, insan fakına varmıyor herhalde, değil mi? Ama bunu geçelim şimdilik. Nasılsa siz başta olmak üzere herkes bunu zaten biliyor. Bakalım anayasa madde 40 ne diyormuş!

Yargıçlar bağımsızmış! Anayasayı esas alarak, kanunlara göre, vicdanları doğrultusunda karar alırlarmış. Vallahi öyle diyor. İnanmayan bakabilir. Ayrıca aynı madde hâkimlere direktif veya telkin gelemeyeceğini de emrediyor. Hâkimler dışında kimse vatandaşları yargılayamazmış. Yani “Recep Tayyip Efendi isterse dik kopartmak gibi cezaları uygulayabilir” demiyor anayasa. En azından ben rastlamadım! Bir de siz açıp bakın isterseniz.

Bu kadar hukuk yeter, değil mi? Biliyorum, hiç aranız yok zaten. Sizi daha fazla sıkmayalım. Başka bir boyuta geçelim.

Ben Müslüman değilim. Anayasa 24 bana bu hakkı veriyor. Aynı madde size de Müslüman olmak hakkını veriyor. Ne güzel. Bırakalım herkes istediğine inansın ya da inanmasın. Herkes kendi vicdanından sorumlu olsun. Değil mi? Değil! Çünkü biliyorum ki bu sizin “fıtratınıza” uygun değil. Siz istiyorsunuz ki, herkes – inana ya da inanmayan – sizin dini düşüncelerinizi esas alsın. Sizi kendi inancınız değil, başkalarının inancı ilgilendiriyor. Çünkü onu suistimal ederek siyasi rant elde ediyorsunuz. Enteresan olan şu ki, bunu sade vatandaş Recep Tayyip Efendi olarak istemeniz gayet olanaklı.  Din özgürlüğü var neticede. Siz de bunu bir “öneri” veya “görüş” olarak beyan edebilirsiniz. Fakat! Bu fakat çok önemli! Dikkat buyurun: Bunu yaparken, görüşlerinize katılmayan insanlara fiziksel şiddet uygulamakla tehdit edemezsiniz. Daha açık yazayım mı? “Dilinizi kopartırım” IŞİD-vari, Taliban-vari fiziksel bir tehdit. Size göre, sizin dininize ait olan peygamberlerden biri hakkında, sizin dininizin müktesebatına uygun olmayan bir yorumda bulunan birine fiziksel şiddet uygulamayı teşvik etmek ya da bu suçu övmek cumhurbaşkanı olduğunuz ülkenin hukuk mevzuatına göre suçtur! Artık cezai madde falan vermiyorum. Hukuk müşavirleriniz vardır nasılsa, sordurur ve baktırtırsınız.

Gelelim bu suçu Cumhurbaşkanı sıfatıyla işlemenize. Türkiye cumhurbaşkanı bir vatandaşını – ya da bir grup vatandaşını – onların” dillerini kopartmakla” tehdit edemez. Vatandaşları ne yapmış olurlarsa olsun, bunu yapamaz. Yani ister güfte yazar ve Âdem-Havva hakkında sizin hoşunuza gitmeyen ve saygısızlık olarak algıladığınız bir cümle yazar, isterse de katil ya da tecavüzcü olur, fark etmez. Sizin ceza vermek gibi bir yetkiniz yok. Daha açık yazayım ki anlayın: Siz Taliban lideri değilsiniz. IŞİD emiri değilsiniz. İran İslam Cumhuriyeti dini lideri ya da cumhurbaşkanı değilsiniz. Suudi Arabistan kralı değilsiniz. Siz Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanısınız! Anayasa madde 2 (ve 4) temelinde Türkiye devletinin dini yok. Yani sizin dininiz İslam olabilir. Ötekinin Hristiyanlık olabilir. Beriki ateist ya da deisttir. Devlet tüm bu inanç veya inançsızlıklar karşısında tarafsızdır, nötrdür. Bir dinin ölçütleri devletçe veya devlet adına yetki kullananlarca, devlet işlerinde barem olarak alınamaz. Yani ya Recep Efendi olarak dini esaslarınızı önceleyen vatandaş olarak cumhurbaşkanlığı yaparken, o dini esaslara göre insanları yargılayamaz, tehdit edemez, onlara şiddet uygulamayı görev addedemezsiniz. Bu devletin cumhurbaşkanı olmaktan memnun değilseniz istifa edin. Ülkeyi de kendinizi de rahatlatın. Açık söyleyeyim. Dünyada Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara inanılmaz acılar yaşatan, kafa kesen, uzuv kesen, farklılıklara toleranssız, kadın düşmanı, müzik ve sanat düşmanı bir din anlayışını Anadolu bünyesi reddeder. En mütedeyyin Müslüman insanları bile rahatsız eder. Hatta esas gerçek Müslüman dindarları rahatsız eder. Taliban, El Kaide, IŞİD, Boko Haram, İran İslam Cumhuriyeti, Vahhabi Suudi rejimi ve Selefilik gibi akımlar Türkiye gibi bir toplumda kabul görmez. Marjinal kalır. Bunlar Anadolu coğrafyasında benimsenmez. Anadolu gibi hayat dolu, rengârenk, çok kültürlü bir toprak parçasında, rejim otoriter İslamofaşizm de olsa, insanlara “dil kopartmak” gibi barbarca ve vahşi bir mantığı kabul ettirmezsiniz. Bu dili nasıl kullanabildiniz bilemiyorum, ama bu barbarlık dilidir. Vahşetin dilidir.

Tabi ben basit bir akademisyenim. Hiçbir siyasal gücüm yok. Etkim cüzidir. Sizse tüm Türkiye devletini parmağında oynatan otoriter bir siyasetçisiniz. Hatta beni ve benim gibileri hukuksuzca takibat altına aldıracak, ülke dışında yaşamaya mecbur bırakacak kadar bile gücünüz var. Hatta fiilen yasaların, hatta anayasanın bile üzerindesiniz. Bunları bilmiyor değilim. İşin açıkçası bunu tüm ülke de dünya da biliyor zaten. Güçlüsünüz yani. Ama gücünüz meşru değil. Kaba kuvvet ve zorbalık belli bir süre güç sağlayabilir. Fakat gerçek güç meşruiyetten ve haklılıktan doğar. Gerçek iktidar hukuka dayanır. Özneler arası geçerlidir. Ben mevcut anayasaya göre sizin haksız olduğunuzu kanıtladım. Sizin suç işlediğinizi ortaya koydum. Yetki aşımında bulunduğunuzu – bu örnek olay çerçevesinde – gösterdim. Şiddeti övmenin, tehdidin, makamı ve yetkileri kötüye kullanmanın, anayasa ve yasaları çiğnemenin suç olduğunu bilin diye bu yazıyı kaleme aldım. Evet, bugün hukuk da yok, devlet de yok! Ama sanmayın ki hukuk hiç gelmeyecektir. Hukukun gelmeyeceğini sanan tüm diktatörler yanıldı. Siz de yanıldığınızı er ya da geç anlayacaksınız! Hukukun üzerinde olduğunu sanan tüm diktatörler, yanıldıklarını anladıklarında çok geç olmuştu. Ya yok ettikleri hukuksuzluğun insafına terk edildiler, ya da yeniden tesis edilen gerçek hukuka hukuk devletinde hesap verdiler. Bir kısmı da uluslararası mahkemelerde yargılandı, mahkûm oldu. Her halükarda işledikleri suçların cezasını öyle ya da böyle çektiler. İşte benim sizin karşınızda basit bir akademisyen ve yazar olarak daha güçlü olmam, bu haklı oluştan kaynaklanıyor. Buna moral üstünlük denir. Dünyada en büyük güç moral üstünlüktür. Sizin hiçbir moral üstünlüğünüz yok.

Son olarak şunu söylemeden geçemeyeceğim Recep Tayyip Bey:

Sezen Aksu ve Sezen Aksu gibi sanatçılar Türkiye’dir. Sezen Aksu her zaman anımsanacak, takdir edilecek, eserleri sonsuza dek yaşayacak. İnsanlar, yeni jenerasyonlar, onun şarkılarını dinleyecek, söyleyecek. Genç sanatçılar onu kendilerine örnek alacak. Güfteleri ve besteleri yeniden derlenecek. Adı çoktan Türkiye müzik tarihine altın harflerle, en üst sıralarda yazıldı bile. Ve önünde daha nice verimli yıllar var. Size gelince, siz tarihe – eksik-gedik de olsa – ülkesinde var olan demokrasiyi yok eden, hukuku ortadan kaldıran, zalim, kendi menfaatlerini halkının iyiliğine önceleyen, yolsuz, hukuk tanımaz bir otokrat olarak geçeceksiniz. Herkes sizi ve iktidarınız dönemini bir gün unutacak, ama adınız tarih kitaplarında kifayetsizlikleriniz yanında, kısacık bir cümleyle, acımasız, umarsız ve hırslı bir diktatör olarak yer alacak. Ne yazık ki olan Türkiye’ye ve Türkiye vatandaşlarına oldu. Özellikle de yeni nesillerin geleceğine!

Mektubuma son verirken, şu temennimi iletmeden geçemeyeceğim:

Umarım Türkiye en kısa zamanda sizden de, zihniyetinizden de, partinizden de kurtulur.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sanki bir bacımıza tecavüz etmiş gibiler, yabancı askerler aralarında eğleniyormuş gibi, bacımıza laf atıyor, itip kakıyor gibiler. Buda olup biteni görüyor ve erkekçe müdahale etmek yerine korkak gibi oradan uzaklaşıyor ve camiye yetişiyor. Ey cemaat diyerek durumu cemaate anlatıyor. Böyle böyle, şöyle şöyle yaptılar diye en teferruatına kadar anlatıyormuş. Müslümanlar bunu duyunca çıldırdılar, “bacımıza bunu nasıl yaparlar” diye tepki gösterdiler. Mesele namusdu ve haberi getiren kişiye göre durum çok ciddiydi. Haberi getiren kişiye inanmışlar ve aralarında tartışmaya başlamışlar. Kafalar karışıktı. Yani adamların kollarını bacaklarını keseceklerdi ama biraz şaşkındılar. Yani bir devlet yok muydu? Burada asker, polis yok muydu? Niye bize geldiler? diye sorguluyorlardı. Çok fazla sorgulama yapacak durumda değillerdi. Zaten geri çekilenler çoktan sessizce yanlarından ayrılmıştı. Cahiller kendilerini devlet yerine koymaya alıştırılmıştı. Kişilere devlet artık sensin, polisde sensin, askerde. Buna inandırılmışlardı. Meydanlarda her gün siz şöylesiniz, böylesiniz diye sürekli şişirildiler. Bugünlere hazırlandılar. Ötekileri ise şöyle kötü, böyle kötü diyerek düşmanlaştırdı. Cahil müslümanlar bu hikayeden ikinci karakter kazanarak çıktılar. Artık onlar fatihin torunuydu. Fatihin orduları olduklarına göre tayyipte fatih oluyordu. Bu insanlar normal hayatta sosyal varlık gösteremezken tayyip sayesinde insanların efendisi olmuşlardı. Şimdi tayyip bu cahil ordusuna bir düşmandan bahsediyor. Bu düşman bacımıza saldırmıştı. Ve bu sefer yapılması gerekeni de söylüyor. Yani eli kırılması gerekiyordu. Durum ciddiydi. Yani artık harekete geçme vakti geldiği söyleniyordu. Cahil müslümanlar arada kaldılar. Hala onlar bile nasıl olur? diyorlardı. Ama liderlerine hayır da demek istemiyorlardı. Çünkü o onları adam etmişti. Kimse onların suratına bakmazken o herkesi kötülerken onları herkesin üstüne yerleştirmişti. Aslında burada harekete geçecek güç belli. Bu güç boğaz köprüsünde de kameralar karşısına çıkmış ve şovunu yapmıştı. Bu teröristler o gün müslümanların arasına karıştığı için kaynayıp gitmişti. Bu teröristlerin sahaya inmesi için tekrar müslümanların öfke içinde toplanmaları gerekecek. Bunun alt yapısı hazırlanmaktadır. Sokağa çıkan ve eylemler yapan teröristler sanki öfkeli müslümanmış gibi gösterilecek. Burada teröristler aşı görevi görecek. Yani eylemleri teröristler yapacak, ihale cahil müslümanlara kalacak. Belki kürt hedefler seçilecek sanki türk müslüman ile kürt çarpışıyor gibi olacak. Türk müslüman ile kürt müslümanı çatıştıracaklar. Ama türk müslüman kürt müslüman ile çarpıştığını bilmeyecek. Çünkü kürtler türk müslümana “şunlar bacımıza dil uzatan kafirler” denilecek. Kürt müslümana da “türk müslümanlar sizi istemiyor daha neyi bekliyorsunuz?” denilecek. Cahil müslüman ikinci kimliğini kaptırmamak için liderini destekleyecek. Burada gerçek hedef sezen aksu değil. O sadece dini hassasiyet üzerinden kamuoyu oluşturmak için hedef gösterilen bir kurban. Dini hassasiyetler kışkırtılmakta ve harekete geçme mesajları verilmektedir. Harekete geçme yöntemi de müslümanlara öğretilmektedir. El kesme bacak kesme yöntemleri özellikle dini hassasiyetler ile birlikte kullanılarak normal şeylermiş gibi gösterilmektedir. Yani müslümanlara ışidin yaptıkları öğretilmektedir. Işidin yaptıkları sıradanlaştırılmaktadır. Yarın terörist ordusu harekete geçtiğinde müslümanlar yapılanları alkışlasınlar diye şimdiden müslümanlar hazırlanmaktadır. Katliamda müslümanların desteği önemli çünkü türk müslümanlar bu eylemlerin faili olarak gösterilecekler kürtlere. Nasıl gerçek müslümanlara soykırım sürecinde tarikat ve cemaatler sessiz kaldılar, alkışladılar. Bunu gören müslümanların da bu sayede desteği kolay oldu, bunun gibi türk müslümanların destek verdiği gösterilmek istenmektedir. Yani sezen olayını tek anlamlı açıklayacak hikaye budur. Daha iyi bir hikaye duyarsam vazgeçerim. Ayrıca eğer muhalefet bu eylemi laikliğe aykırı olarak yorumlarsa süreç bozulurdu. Tıpkı soykırımda tarikatların ve cemaatlerin sessizliği önemliydi, bu operasyonda laiklerin sessizliği çok önemli. Öyle bir kurban seçtiler ki hayırcıları kolaylıkla ikna etmektedirler. Kimse laiklik duyarlılığı göstermiyor bilerek bu yüzden. Dikkat edin süreçte bütün laikler laiklik kelimesini unutacak. Dediğimiz olay camiden bir kadının elini kesme tehditi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin