Unsuz Ülkenin Elekçileri

YORUM | HAKAN ZAFER

Her evden iki kişinin anten işini deruhte ettiği, birinin aşağıdan “oldu, oldu!” diye bağırana kadar çatıdakinin anteni çoktan oynatıp televizyonu karınca yuvasına çevirdiği yıllar. İlk defa “kompüter” görmek için, nükleer saklar gibi saklamış muhasebecinin “yazane” camına –o dönem henüz ofis kelimesi tedavülde değil idi- vantuz gibi yapışmış halimle, borudan roket denemeleri yapmaya “böyle giderse ortalığı yakarım kesin” diye son vermiş biri olarak, rahmetli Sadri Alışık’ın uzay gemisine ışınlanmış turist hali arasındaki farkı kapattığım yıllar.

Daha az olsa da benzer etkiye sahip VHS videolar, öyle çoluğun çocuğun dokunamayacağı saygıdeğer aletlerdendi. Ara sıra akşamları misafirliğe gider, gittiğimiz eve gelenlerden birinin, fırından yeni çıkmış somunu koltuğunun altına alamadığı için yarım metre önden önden götüren adam telaşıyla getirdiği vaaz bandını seyrederdik. Çocuk olduğum için koltuklarda yer kalmazsa yeni gelene yer açmak maksadıyla halıya ilk diz kıran ben olur, ayağım uyuştukça uyuşur ama pür dikkat dinlerdim. O bantların başlangıcındaki yaylı tamburla uşşak taksimini,  şiiri ve fondaki galaksi görüntüsünü hiç unutmuyorum… İlginç bir duyguydu o. Keşke her şey o durulukta kalsaydı…


Babamın, “daireden” bir arkadaşı vardı. Benim o kasetleri dinlediğim vakitler üçümüz bir aradayken, “oğlanı oraya gönderme abi, onların amacı var” diye babama bir laf etti. Aradan geçmiş neredeyse otuz yıl, hiç unutmuyorum o lafı. Babamın yanında ukalalık olmasın diye yeni çatallanmış sesimle o adama “neymiş o?” diye soramadım ya ona yanarım. Neyse o amaç(!),bu yaşa kadar ne bilen biri söyledi ne de ben bizim milletin bu amaç çözme maharetini anladım.

Niye yoruyorsunuz bizi vicdansızlar? Lafı kim alsa, elinde un izi yok. Aslında tarladan habersiz, harman bilmez, buğday bile ekmemiş ama günün sonunda ambarı unla dolu zanneden milyonlarca insan. Bu zihin rahatlığının engellediği, ertelediği her türlü gelişmeden mahrumken, sövüp saymanın gevşetici etkisine tav olmakla yetinmelerine acımasın da insan ne yapsın peki?

Bu, ununu elemiş, eleğini asmış gibi görünen kimseler bana hep geç kalmışlık hissi veriyor. Bu his insanı durduk yere yoruyor. Yürümenin yeterli olduğu yere koşarak gitmek zorunda kalıyorsun. Geç kalsan iyi de etrafında seni yanıltan bu hazır un hayalcileri varken koşturunca, vardığın yerde senin hayallerin yıkılıyor. “Niye koştum, yürüsem de olurmuş”  diyorsun. Yok sayıp görmezden gelmek de yetmiyor, duygusal dönüş zorlaşıyor, başaramıyorsun. Bence, arsızın başardığı bir şey varsa o da budur, köprünün altından onca sel geçmişken dönüp dolaşıp hiç bir şey olmamış gibi yapmak.

Son Söz

Hava kararıp gün çekilince gideceğin yer konusunda bir fikrin yoksa garibin padişahısın işte. Daha zavallısını biliyorum, karanlık çöktüğünde yanındakinin yüzü görünmez olup bir yabancı gibi tanıyamıyorsan Hak Teâlâ sana yardım ede. Ondan dileğim, bu yardımın bir parçası olarak, kimin ne olduğunu, gelecek gün yolu gözlemekten yorulmuş gözlerimize bir an önce ayan beyan göstermesidir. Ne o güne ağzım sulanıyor ne de tükürük biriktiriyorum. Garipler gülsün yeter.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sözün bittiği yer.Ne güzel ifade etmişsiniz gerçekten.Tatlı bir anı olarak kaldı o güzel,naif günler.Duygularımıza tercüman olduğunuz için tşkkrler..Mevlam kaleminize kuvvet versin..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin