Üç şehzade: Din, Felsefe ve Bilim

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

“En yüce şeylerden elde edilen en ufacık bilgi, aşağı şeylerden elde edilebilecek en emin bilgiden daha arzuya şayandır.” (Thomas Aquinas)

Din, felsefe ve bilim, aynı dilbere tutkun üç şehzade. İsmi ‘Hakikat’, vuslatı hayal bir sultan için neleri göze almadı ki şehzadeler…

Yola birbirlerini kardeşlikten reddederek koyulan şehzadelerin ellerindeki tek adres bilgi sarayıdır. Silahlarını kuşanan her şehzade kendisini sarayın kapısında buluverir. Fakat binbir odalı sarayda taht nereye kurulmuş, peçeli sultan kim bilir hangi tahta oturmuştur?

Tek bilinen o ki ‘Hakikat Sultan’ı elde eden, hükmü de hak edecektir. Peki, bunu öğreneli şehzadeler hangisinin peşindedir; sultanın mı, yoksa tahtın mı? Bu sorunun cevabı kimselerde yok, şehzadelerde bile. Ama bir cevap varsa sevdanın yetmediği, mutlaka izdivaç gerektiğidir.

En genç padişah adayı, en ateşin olanıdır. “Nasıl”lar zincirine takılan küçük şehzade için her halka tecessüsünü tutuşturan bir avuç barut olur. Sultanını bulacağı umuduyla girdiği sarayda, bin anahtarı tecrübe ile açtığı her kapı, bin bir kapılı diğer bir salona açılır. Asıl sorun ise çalışkan kardeşin çilingirlik mahareti arttıkça başlar. “Kilitleri niçin açmaktadır?” önce umursamaz bu soruyu, sonra tamamen unutur, daha sonra… “Kilitler mutlaka açılmalı! Bütün kapılar kilit bulunsun, odalarsa kapılar konsun diye mevcuttur.” Bu anahtar bu kilidi açmıyorsa, başka bir anahtar bir gün mutlaka açacaktır.

Şehzade müteselsil dizilen odalarda yalnız kilitleri görmektedir artık. Kilitlere kilitlenen şehzadenin odalardaki deliksiz kapıları, asansörleri görmesi de pek mümkün değildir. Üst katların varlığı dahi unutulmuş, tavana bakmak değil göz atmak bile yasaklanmıştır, zira hurafedir.

Kapısız ve kilitsiz odalara rast geldiğinde, anahtarları duvarlara dener genç şehzade; oyalanmaktan vazgeçince çıkardığı hüküm: “Anahtar girmeyen düzlem, kapı değildir.” olur. “Ortada kapı yoksa oda da yoktur. Girilemeyen odaların varlığından ise söz dahi edilemez.” Bu noktadan sonra açılmayan kapıların duvar; üzerine yürünse yol verecek duvarlarınsa kapı olduğunu anlamak imkânsızdır.

Sultan mı? Şehzademiz için bir anahtar deliği, yalnız hayalinden bahis olunan bin sultana tercih edilir olmuştur.

Ortanca şehzade kendini en zeki sananıdır ve dahi en gerekli. Büyük abisinden kopya çekmekle işe başlayan ortanca kardeş, bir süre küçük kardeşe hocalık da yapar. Öncelikle sarayın kapısında durup dış görünüşüne göre iç teşrifatın tahminine koyulur. Bazen böyle güzel bir sarayın bundan daha güzel bir sahibi olmalı der; bazen de bu kadar fuzuli masrafa ne gerek vardı diye gevezelik eder. “Ne de olsa bir gün yıkılacak.”

Gözü önündeki sarayın varlığını inkâra kadar giden şehzadeyi bu fantezisinden alıkoyan yine kendi zekâsına duyduğu hayranlık olur. Hayallerinden vazgeçemeyecektir, zira sarayı yok farz etse, kendisini de inkârı gerekecektir. Zira tefekkürü, tasavvuru ve tahayyülü ile inşa ettiği imar ona göre çok daha muhteşemdir. Hatta aslında bu sarayı kendi hayaliyle inşa etmiştir ve saray ancak kendisinin onu isimlendirmesi ile anlam kazanabilmektedir!

Bir süre pencerelere bakar, odada bulunan tabloları tasvire dalar; başka bir zaman ‘dördüncü katın yedi numaralı odasında bulunan masanın içindeki dolma kalemin ne renk yazdığı’ ile meşgul olur. En vahimi, şehzademiz zamanla bu cevaplarına kendisi de mutlak doğrular olarak sarılır. Ta ki kendi şüphesinden şüpheye düşene kadar… Bütün bu serüvenden sıkıldığında, talebesi küçük kardeşin yolundan birinci katı ziyarete karar verir ve onun çilingirliğe dair ‘teknik’leri ile düşünmeye dalar. Artık kendi güçlerini de hadım eder ve yolculuğunun ilk durağında kalakalır, yani kapıda. Artık eski hayallerinden de utanır olmuştur; zira hayaller kapıya kadardır.

Sultan mı? O da kim?

Büyük abi, en ağırbaşlı ve en mütevazı olanıdır; yerinde sebat eder. Davetsiz misafir olmak istemez. Zamanla katlara dair bilgiler ona yollanır ve tabii ki davetiyeler… Girilebilecek her odanın planı elindedir. Küçük görünen hiçbir ayrıntıyı atlamaz. Ve en önemlisi, kapıyı çalmayı akıl eder, daha doğrusu öğrenir. Bilir ki üst katlara çıkmak için zile basmak yeterli değildir ama üst katlara çıkabilenler ancak zile edebince basıp, eşikte edebince bekleyenlerdir.

Kapıda hizmetçiler karşılar: “Hangi merdivenden çıkmak istersiniz?” diye sorarlar şehzadeye. “Benim için yapılandan.” diye cevap verir. Her kat ve odayı gezen şehzade, binanın nasıl yapılıp neler barındırdığına pek aldırmaz, her taşa saray hassasiyeti ile bakar. Sarayın her köşesinde saltanata dair bilgi ve ilgisi artan şehzade, sergilenen maharete o derece âşık olur ki her an tasarruf altındaki mülkü bazen saltanat ile de iltibas eder.

Sultan’ın gezdirmesi ile gezinen şehzade, zamanla varlık sebebinin bu arayış olduğunu ve kendisinin de bu saltanata ait olduğunu fark eder. İltibas kalkmış, şehzademiz bir olan Sultan’ın huzurunda hakikatini bulmanın hayreti ile kendinden geçmiştir. Şehzadenin gözünde ne saray kalmıştır ne de kendisi dâhil saraydakiler. Varsa yoksa Sultan.

Varsın küçük kardeş oyuncakları, ortancası laf kalabalığı ile avunsun, büyük şehzade acıyarak dahi bakamaz onlara.

Herkes kavuştuğu ile mesuttur, eğer mühim olan mesut olmaksa…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Din i savunan hak din temsilcileri ‘din’ sözcüğü neleri içine aldığını bilerek yazmalı ve konuşmalı diye düşünüyorum. Kutlu nebinin ifadesi ile 73 fırkaya bölünüp sadece biri hak yolunda olacağı vadedilen son semavi dinde durum bu olmakla beraber semavi olmayan binbir türlü zırva nın yukarıda bahsi geçen kelime ile ifade edildiği unutulmamalıdır. Yani kaba bir hesapla dünya nüfusunun 400 te birinin yalnızca ahiretini kurtarırken kalanların hasiruddunya vel ahire sözü ile anlatılan hem dünyalarını hem de ahiretlerini mahveden bir müessese den bahsediyoruz. Bilim ise ahiret adına birşey vadetmemekle beraber, en azından arkasından gidenlere dünyada belli bir mutluluk ve başarı sağlamaktadır.

    Burada dini kötüleyip bilimi onun yerine ikame etme çabası içinde değilim. Yukarıda ki metafor ‘ün yerine alternatif şöyle olabilir;
    Din iffetli ama tembel ,inatçı ve görevlerini aksatan bir ev hanımı, felsefe herkesin koynuna girmeye hazır kurnaz bir afişte, Bilim ise zevkine düşkün ama çalışkan bu yüzden evini ihmal eden bir beyefendi diyebiliriz. Din iffetli olmayı kendisine sevgi ve saygı için yeter şart görüp görevlerini aksatıp beyefendiyi afişte nin kucağına iter. Sonrada ileride alacağı emekli maaşına da güvenerek kendi kendine yeteceğini düşünerek beyefendiyi boşanmaya zorlar.
    Tekrar barışmak için de kendisine mutlak saygı ile özür dilenmesini beklemektedir. Ama bu arada beyefendiden de nafaka alamaya utanmadan devam eder. Beyefendi ise afiste ile beraberdir. Herkes kendince haklı ve mutludur.

    Bu noktadan sonra çözüm için ise görev ev hanımına düşmektedir. Meselenin sadece emeklilik olmadığını o vakte kadar hayatın devam ettiğinin farkına varıp, tembelliği inadı ve gizli kibiri bırakıp önce kendine çeki düzen verip beyefendiye ihtiyacı olduğunu kabul ederek özür dileyip onun gönlünü kazanmalı ve eve dönmeye ikna etmelidir.

    Not : Burada bahsettiğim hak dindir. Diğer dinler ise boşandıktan sonra iffetlerini de kaybetmiş ama felsefe kadar kurnaz olmadıkları için ondan da kötü bir vaziyette geri dönüşü olamayan bir yola girmişlerdir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin