Kelepçeler 

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Holokosttan kurtulan Avusturyalı nörolog ve psikiyatr Viktor Emil Frankl, uzun süre ünlü toplama kampı Auschwitz’de kalan bilim insanlarından biri. Bu ölüm kampında şahit olduklarını “İnsanın anlam arayışı” kitabıyla gelecek kuşaklara aktardı. Bu deneyim ünlü nöroloğa “Psikoterapinin Üçüncü Viyana Okulu” olarak da bilinen “Logoterapi”nin kuruculuğuna kadar götürdü.

Dr. Frankl kitabında enteresan tespitlerde bulunuyor. En can alıcı olanlardan biri ise, toplama kampında zulmeden personel hakkındaki…

Frankl, kitabında diyor ki, “fıtratında kötülük olan insanlar için kötülük yapmak bir ortam ve güç meselesidir. Uygun ortamı ve yeterli gücü buluncaya kadar bunu anlamak çok zordur!”

Fakir, bu anekdotu Ahmet Altan’ın henüz Türkçe baskısı bulunmayan kitabı “Dünyayı Bir Daha Hiç Göremeyeceğim – Hapishane Notları”nın Almanca baskısı olan “Ich werde die Welt nie wiedersehen: Texte aus dem Gefängnis”den öğrendim.

Kitabın “Kelepçeler-Handschellen” başlıklı kısmında çok çarpıcı bir anlatım ile saf kötülüğün sıradan insanlarda nasıl ortaya çıkabileceğini yazıyor Altan.

Üç hakim ile beraber tutuklu olarak bir hastaneye doktora gitme hikayelerini aktarıyor Ahmet Altan. Kendisi röntgen çektirmek için giderken, diğer üç hakim bozulan psikolojilerini düzetebilmek umuduyla psikiyatra gidiyormuş.

Yazının başında enteresan bir tesbit yapıyor. Diyor ki, “Üç hakim de ne için içeri alındıklarını bilmiyorlardı. Hatta birini tutuklayan kendi meslektaşı ona, ‘eğer seni almazsam, beni içeri atacaklar’ demiş. Şunu anladım ki, dışarıda ne kadar güçlü iseniz, içeride o kadar dayanıksız ve kırılmaya müsait oluyorsunuz…”

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Kollarına takılı kelepçeler ile, demirden koltuklu hapishane arabasına konuluyor Ahmet Altan ve üç hakim. Kelepçe öyle bir alet ki, takan kişi ne kadar gevşek takarsa taksın, kollarınız kımıldadıkça kelepçe daha çok sıkıyor. “Ellerimin ne kadar önemli denge unsuru olduğun anladım” diyor Altan. Ve her virajda, düşmemek için tutunmaya çabaladıkça sıkan kelepçe…

Hastaneye götürüldüklerinde üç hakim ile yolları ayrılıyor. Altan röntgen için gerekli bölüme giderken, hakimler psikiyatri servisine götürülüyorlar.

Bu arada bir görevli Ahmet Altan’a yakınlık gösteriyor ve “Her şey düzelecek, endişe etme” türünden bir şeyler fısıldıyor.

Umutlanıyor Altan ve radyoloji bölümündeki başörtülü röntgen asistanı olan genç bir kızı görene kadar bu umudu devam ediyor. Röntgen çekilirken, kelepçeleri çıkarsınlar diye ellerini jandarmalara uzatıyor Altan. Jandarmalar tam kelepçeleri çıkaracakken içeriden donuk bir ses, “Gerek yok” diye bağırıyor. “Kelepçeler işimizi yapmamıza engel değil!”

Oysa sıkan kelepçelerden rahatsızlık duyduğunu biliyor Ahmet Altan’ın.

Şaşırıyor Altan ama onu esas şaşırtan şey Röntgen asistanının yüzündeki ifadesizlik.

“Merhamet, vicdan, nefret, öfke vs..” Hiçbir iz yoktu yüzünde genç kadının diyor yazıda.

Başındaki örtü adeta boş bir çerçeve gibi ifadesiz yüzünü çevrelemiş türbanlı genç bayanın.

“Bütün hayatımda böyle ifadesiz bir yüz ile karşılaşmamıştım” diyor Altan, “Bir yüz ki içinde hiçbir duygu barındıran ifade yoktu. Kötülüğün saf haliydi. Hiçbir duygudan beslenmediği gibi, hiçbir duyguya izin vermiyordu… Kötülüğü isteyerek yapıyordu ama kendisine kafi geliyor muydu emin değilim. Karşısındaki beyaz sakallı yaşlı adamın kelepçelerle biraz daha rahatsız olmasını istiyordu. Dindar bir kadındı ve inancı o kadar sağlamdı ki kendisini kadınsı her şeyi terk etmeye zorlamıştı…”

Röntgen çekilirken, genç kadına bakıp düşüncelere dalıyor deneyimli yazar. Bir an için, dindar olan kadının günde beş kez ibaret etmeyi beklediğini düşünüyor. Ve O’nun kutsal kitabında yazıldığı üzre, her namazda, Allah’a “Beni sıratı müstakime ilet” diye Allah’a yalvarıyordığını düşünüyor.

Yine aynı kutsal kitapta, “Şuphesiz ki Allah emreder, kötülüğü nehy eder. Ve insan iyilik yapmak için yaratılmıştır..” şeklinde buyurulduğunu yazıyor. Bu kadar da değil, İslam Peygamberi’nin (SAV) “Sadece merhametli olanlar cennete gider” şeklindeki sözleri geliyor aklına.

Şöyle devam ediyor Ahmet Altan “Kelepçeler” başlıklı yazısında; “Bu kadın bunların hepsini biliyordu ve elbette ki o da cennete girmek istiyordu. Ancak, kendisi merhametli değil kötüydü…”

Düşünceleri gittikçe derinleşiyor Altan’ın ve bu noktada bir şeyi fark ediyor; kadın kötülük yaptığına inanmıyor gibi bir hal ve tavır içinde aslında!

Öte yandan örneğin ateisbt bir röntgen asistanı, bir tutuklu imama böyle davransa muhtemelen çok farklı tepki gösterir ve meslektaşını acımasız olarak görürdü örtülü röntgen asistanı.

Galiba işin sırrı, muhatabında insanlık görmemesiydi… Altan’ın bilmediği bir nedenden ötürü karşındaki aksakallı ihtiyar adamdaki iyiliği kapatmıştı genç kadın. Ve tam da bu noktada, duygusuzlaşabiliyor, bu anlayışla günah, sevap, iyilik kötülük devreye girmiyordu.

Şöyle diyor Altan; “Ne dinle yakınlığım vardı, ve onun ahlaki değerlerinden uzak bir insandım, aramızda sanki görünmez bir seperatör koymuştu.. Hastanenin dışında dindar ve saygın bir insandır eminim. Bu değerleri burada kaybolmuştu, kullanım alanı burası değildi… Kötülüğü tecrübe itibarıyla bilirim ama hep bir ifade ile bilirdim, böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyordum ve sanırım bu kötülüğün en boş ve en saf haliydi…”

İşi bitince ellerinde kelepçe ile kendisinin “Demirden kefen” olarak nitelediği cezaevi aracına geri dönüyor Altan. Beraber geldiği üç hakimin de, geri geldiğini görüyor. Ve onlara bakan doktorların da kelepçeleri çıkarmadığını öğreniyor. Meslekleri hukukçu olan bu tutuklulara böyle bir kanun olup olmadığını soruyor ve “tamamen doktorun inisiyatifinde” cevabını alıyor.

Hatta psikiyatristlerin röntgen asistanı kadından daha sert ve kötü davrandıklarını öğreniyor.

“Acımasız ve merhametsiz bir inanç, hastalarını daha çok hasta yapan.” Diyor Altan ve burada Dr. Viktor E. Frankl geliyor aklına. Onun deneyimlerinin ve yazdıklarının ne kadar haklı çıktığını anlıyor üzüntüyle. Ne diyordu Dr. Frankl, “fıtratında kötülük olan insanlar için kötülük yapmak bir ortam ve güç meselesidir. Uygun ortamı ve yeterli gücü buluncaya kadar bunu anlamak çok zordur!”

Ve bu kötülüğü yapanların utanmak, mahcup olmak yerine niçin övgü ve taltif bekledikleri de anlaşılmış oluyor elbette.

Zira bu kötülüklere kimse kızmadığı gibi, eline fırsat geçen her kötü fıtratlı bunu yapmaktan geri durmayacak, biliyorlar.

Ahmet Altan hapishanede kendini muhafaza etme yöntemi bulduğundan da bahsediyor aynı yazıda. Diyor ki, “bana hiçmişim gibi davrananlara karşı ben de bir botanikçi titizliğiyle bakıyorum. Sanki karşımda ilk kez karşılaştığım bir bitki varmış gibi özenle inceliyorum. Ve bu insanların ne insanlık ne de meslek etiğiyle ilgisi olmayan bu davranışlarını özenle zihnimde arşivliyordum. Aslında bu kendimi korumak için bir tarzım sanırım. Kötülüklere odaklanmaktansa, şunu deniyorum;  bu insanları gruplara ayırıp anlamaya çalışıyorum. İlerde yazmak için çekmecelere koyuyorum. Bu yapım beni korumama yardım da ediyor. Böylece kötülükle arama görünmeyen bir duvar da ben örüyorum.”

 

Kendisine bir hiç gibi davrananlara karşı, kendisi de onlar sanki bir deney objesiymiş gibi muamele ederek denge sağlıyor sanırım.

Hapishaneye geri döndüğünde, kelepçeleri çıkardıktan sonra kolundaki morluklar ve canın yanmasıyla kendine bir ders de çıkarıyor gazeteci Ahmet Altan. “İyileşmek için çıkmıştım ama kötülüğün izleri ve yaralarıyla geri geldim.” Diyor ve o günden sonra bir daha da hiç hastaneye gitmiyor…

İster cumhurbaşkanı olsun, ester görevden ahlaksızca alınmış eski başbakan ya da bir yazar, yahut din adamı fark etmiyor. Kimi, “İyi ki Meriç’te ölüyorlar”, diyor, kimi “bunların ellerini ayaklarını kesmek lazım”, kimi ise, “malları mülkleri size helaldir” diyebiliyor bu kötülerin.

Şundan eminiz artık, kötülük ve zalimlik bir ortam ve imkan meselesidir. Bunu ele geçiren hiçbir siyasal İslamcının ya da faşist ruhlunun, dünün, ya da bugünün zalimlerinden farkı yoktur.

Anlatabildim mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yazının sonu EKSIK KALMIS, DOĞRUSU :
    …Şundan eminiz artık, kötülük ve zalimlik bir ortam ve imkan meselesidir. Bunu ele geçiren hiçbir siyasal İslamcının, sosyalistin, komünistin ya da faşist ruhlunun veya diğer tiplerin, dünün, ya da bugünün zalimlerinden farkı yoktur.

    Anlatabildim mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin