Türköne’yi kurtarmak

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Mümtaz’er Türköne Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli bir siyaset bilimi profesörü ve etkili, başarılı bir köşe yazarı. Yazıyı meslek edinen ve kalemiyle para kazanan her aydın gibi, Türkiye’deki acımasız ilkelliğin kurbanı oldu, üç yıldır hapiste. Akademik kariyeri de, köşe yazarlığı geçmişi de bugün siyasetin köpeği olan “hukuk” tarafından karşısına “suç” olarak çıkartılıyor. Yazılarından, düşüncelerinden, siyasi görüşlerinden, geçmişte yazıp çizdiklerinden dolayı, fabrikasyon gerekçeler üretilerek hapiste tutuluyor. Tek değildir elbette Türköne. İçeride Ahmet Altan, Sedat Laçiner, Nazlı Ilıcak gibi yüzlerce değerli insan var. Ülkenin farklı düşünen, farklı ideallere inanan, farklı görüşleriyle ve bazen de aykırı düşünceleriyle toplumdan önde, toplumun önünde olan yüzlerce aydın!

Öyle büyük bir sefalet var ki, bu aydınların adice ve ahlaksızca zindanlarda çürütülmesine tepki göstermeden önce, herkesin ilk sorduğu soru: “Kimden Bu?”, “Neci?”, “Kime yakın?”, “Nerede yazmış?”, “Hangi görüşten?”, “Liboş mu, yoksa ‘FETÖ’cü (!) mü?”! Pozisyon belirlemek için mağdurun künyesine bakıldığı günler. Bu günlerde herkesin hakkına sahip çıkmak, anayasa ve yasalara uygun muamele talep etmek, tarafsız-adil bir aydın duruşunu savunmak, adeta intihar! Fakat mesele sağlık sorunları olunca, durum daha da ağır, daha da insaniyet testi niteliğine bürünüyor. Zindanlarda hastalıkla pençeleşen ya da evladını hapishanede büyüten birçok rejim kurbanı var. Çoğunun tutarlı bir kanıt-suç korelasyonu olmayan suçlamalarla içeride olduğunu sağır sultan bile biliyor. Mümtaz’er Hoca işte bu masum kurbanlardan biri.

Hocanın kızı bazı adı duyulmuş yazar, gazeteci, akademisyen, sanatçı vs. kişilere babasının kalp rahatsızlığı hakkında bilgi vermiş, bu kişilerden acilen ameliyat olması gereken babası için toplumu bilgilendirmelerini istemiş. Birçok kişi, mahalle baskısına ve ideolojik endoktrinizasyonlarına karşın bu isteği geri çevirmedi. Böylece Hoca’nın sağlık sorunları bir anda sosyal medyada viral oldu, birçok insanın konuya ilgi göstermesine yaradı. Bu isimlere buradan teşekkür borcum var. Daha önce iki kez eleştirdiğim İsmail Saymaz başta, hepsi de Mümtaz’er Hoca’nın hayata tutunabilmesi için karınca kararınca destek verdiler. Bu oldukça sevindirici bir durumdur elbette.

Fakat bir de işin diğer yönü var. Bu sosyal medya paylaşımlarının altına yazılan yüzlerce yorumun temel öğesi nefret, intikam, temelsiz suçlamalar! Öyle şeyler yazılmış ki, yazanların insan olduklarından şüphe etmek gerek. Hukukla intikam arasındaki farkı belli ki anlayamamış olan bir toplum, Türkiye toplumu. Bu konu, Türköne’yi ve diğer mağdurları içerde tutmaktan çok daha düşündürücü, çok daha vahimdir. Hatta denilebilir ki, içeride bu insanların bunca zamandır tutulabilmelerinin arka planındaki “meşruiyet” mekanizması, bu toplumsal ilkellik ve barbarlık üzerine inşa edilmiştir. Sıklıkla vurguladığım üzere, bu durum, rejimin sosyolojik dinamikleri, rejimi doğuran esas bataklıktır. Mümtaz’er Hoca’nın içeride iki kalp damarı tıkalı, ölümü beklemesi, bu vicdandan ve akıldan yoksun kalabalık zorbaları çok memnun etmiş olmalı. Ağızlarında ortak malzeme, Ergenekon ve Balyoz gibi darbe planları nedeniyle cezaevine giren insanların dramı! Elbette bu süreçlerde masumlar da içeri girdi; bu konuda büyük hatalar yapılmıştır. Darbelerle hesaplaşma adına, ciddi prosedürel hatalar yapıldı, elmalarla armutlar bir araya getirildi, kurunun yanında yaş da yansın mantığıyla özensiz ve adalete güveni sarsıcı düzensizliklerde bulunuldu. Ancak bu durum, Ergenekon ve Balyoz gibi (adının ne olduğu önemli olmayan) askeri darbe planlamalarının anayasaya aykırı faaliyetler olduğunu, bu işlere kalkışan asker ve sivil kişilerin suç işledikleri gerçeğini değiştirmiyor. Kaldı ki, bu kişilerin aile bireyleri de Sippenhaft uygulamasına tabi tutulmadılar. Suçun şahsiliği ilkesinden sapılmadı. Ayrıca bu davalardan mahkûm olanların niceliksel olarak bugünkü cadı avıyla karşılaştırılması mümkün olamaz.

Tüm bunlardan daha elim ve dramatik olmak üzere, bu davalarda birilerine haksızlık dahi yapılmış olsa, bu bugün başkalarına haksızlık yapılmasını haklı çıkartamaz. Hukuk bir intikam mekanizması değildir. Kan davası mantığıyla devlet yönetilemez. Adalette esas olan suçun şahsiliği ilkesidir. Kanıt-suç bağı olmaksızın, düşünceleri nedeniyle, tasfiye amaçlı olarak kimse kriminalize edilemez. Mümtaz’er Türköne’nin lanet 15 Temmuz darbe girişimi ile hiçbir alakası yoktur. Tıpkı diğer mağdur yüz binler gibi, uyduruk gerekçelerle Mümtaz’er Hoca içeri atıldı! Tıpkı diğer hasta mahkûmlar gibi, Hoca’nın rehineliği uzatılarak kendisine fiili idam cezası uygulanmak isteniyor! Bunu da Ergenekon sürecinde yazıp çizdiğini iddia ettikleri düşünceler temelinde meşrulaştırma gayretindeler!

Mümtaz’er Türköne bir fikir suçlusudur. En büyük talihsizliği Türkiye’de doğmuş olmaktır maalesef. Bu cümleyi yazarken çok üzülüyorum. Ama olan budur! Çünkü Türköne çapındaki beyinler, yurtdışında el üstünde tutulur. Düşüncelerine değer verilir, kürsüler emanet edilir, bu dünyadan göçtüklerinde isimleri akademik ödüllere, kütüphanelere, okul ve üniversitelere verilir! Türkiye’de ise maalesef Osmanlı dönemi de dâhil olmak üzere, düşünen insana, aydına, eleştirel beyinlere asla tahammül edilmez. En iyi olasılıkla sürgün, en kötü olasılıkla linç kaderiyle karşılaşırlar. Ana akım dışında olmak dünyada aydın olmanın belki de en belirgin özelliğidir. Aykırı düşüncelere tolerans gösterildiğinde, çok olumlu bir polemik doğar. Bu polemik, nice sentezlere kapıyı aralar. Konsensüsler bu tür sentezlerin üzerine inşa edilirler. Aydını olmayan ülkeler, ciddi sosyal sorunlara ve çatışmalara gebedir. Yani Türköne gibi akademisyen yazarların içeride olması, en başta onları içeride tutan devletin ve toplumun altını oyuyor. Ancak Türkiye’de intikamcı kutuplaşmış ve beyni yıkanmış kitleler, “tanrılara yeni adaklar” sunma peşinde, kan arayışındalar.

Ben de sıklıkla sosyal medyada aynı önermeyi yazıyorum; diyorum ki “…bir gün hukuk geri geldiğinde…”. Oysa biliyorum ki, hukuk geri gelmez, ancak getirilebilir. Bu durumda, hukuku getirecek bir toplumsal ve siyasal dinamik olması gerekir. Bugünkü bölünmüş ve kutuplaşmış sosyal cehennemde hukuk talep eden kim var? Bu naif bir sorudur, ama yanıtlanması konusunda ısrarcıyım. Çünkü kanaatimce bu sorunun yanıtı tek kelimeyle “hiç kimse”. Herkesin derdi, kendinden olanlar. Hiç kimse genel ilkeler doğrultusunda işleyen bir anayasal düzen ve hukuk sistemi talep etmiyor. Öyleyse hukuk nasıl “geri gelecek”? Hukuku birilerinin geri getirmesi lazım, ama bu kim olacak?

Bakın, medeni dünyada düşünce asırlardır suç değil! Biz ise yirmi birinci asırda halen başkalarının yüzlerce yıl önce çözüm bulduğu toplumsal ve siyasal sorunlarla uğraşıyoruz. Ağır hasta bir profesörün, uyduruk gerekçelerle, fikir “suçu” nedeniyle tıkıldığı zindandan, gerekli olan bir ameliyatın yapılabilmesi için uğraşıyoruz. Bu enerjiye yazık değil mi? Mümtaz’er Türköne’ye yazık değil mi? Türkiye’nin geleceğine yazık değil mi? Oysa anayasa da yasalar da, düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğünü garanti altına alıyor. Hangi anayasa? 1982 anayasası! Bu anayasa kâğıt üzerinde halen geçerli! Ama bu anayasa ile bağını kopartmış bulunan, keyfi bir şekilde, kanuni bağlayıcılık çerçevesinin tümüyle dışında hareket eden bir fiili rejim tarafından yönetiliyor Türkiye. Bu alçak rejim, anayasal düzeni ortadan kaldırmış durumda. Herkesi alarma geçirmesi gereken bir durum olmasına karşın, tüm kutuplar kendilerine bu hukuksuzlukta avantaj elde etmeye gayret ediyor. Korkunç bir anomi durumu! Bir tür “fetret devri” bu! Mümtaz’er Hoca’nın kalbi onarılırsa, belki bu konuya ışık tutacak araştırmalar yapacak veya öğrencilerini-asistanlarını bu konulara yönlendirecek, onları yetiştirmeye devam edecek.

Mümtaz’er Türköne kimseyi öldürmedi. Kimsenin malını mülkünü gasp etmedi. Eline silah almadı. Kalemiyle yaşadı, düşüncelerini özgürce yazdı, özgürce konuştu. Düşüncelerine katılmayabilirsiniz. Ama o düşünceleri kriminalize edemezsiniz! Fikirlerini beğenmeyebilir, hatta onlardan nefret edebilirsiniz. Fakat bu, onu hapiste ölüme mahkûm etmeyi haklı çıkartamaz. Bu bir zulümdür! Mümtaz’er Hoca’nın vücudunda zulme uğratılan ve tecavüz edilen akademik özgürlüklerdir, anayasanın sağladığı düşünce ve düşünceyi ifade hürriyetidir. Hepsinden önemlisi de, yaşam hakkıdır!

Ben onun kitabını okutmuş, bu kıdemli profesörün eserlerine saygı ve hayranlık duyan, yazılarını ilgiyle ve beğeniyle takip eden bir meslektaşı olarak, kendisine yapılan hukuksuzluğu ve uygulanmak istenen fiili idam cezasını, insanlık adına lanetliyorum! Bugün ölüme terk etmek istedikleri Mümtaz’er Hoca bir zamanlar AKP’nin kapatılması rüzgârları eserken, savunma metnini yazan isimdir! Kaderin cilvesine bakın ki, bir zamanlar ipten kurtarmak için mücadele ettiği siyasi parti, bugün kendisini yıllardır rehine olarak tutuyor, acilen gereksinim duyduğu açık kalp ameliyatını engelleyerek yaşamına kast ediyor! Mümtaz’er Türköne ve onun gibi rejimin ölüme terk ettiği siyasi mahkûmların Türkiye ile normalleşme arasındaki tek bağ olduğunu işte buraya yazıyorum, tarihe not düşüyorum. Eğer bu bağ kopacak olursa, bir süre sonra Türkiye’de çok daha ağır toplumsal buhranlar patlak verecektir. Tarih, bu tür baskıcı ve hukuksuz rejimlerin çöplüğü gibidir. Bir zamanlar AKP’yi kapatılma tehlikesine karşı cansiperane savunan Türköne’ye bir şey olursa, emininim AKP’nin yıkılışı çok sancılı olur! Yaşanan yıkıcı türbülans esnasında, kendilerinin yarattığı siyasetin köpeği “hukuk” neyse, onlar da o siyasetin köpeği olan “hukukla” muamele göreceklerdir. Zira su testisi suyolunda kırılır. İşte o gün geldiğinde kaçacak delik arayacak bugünün yolsuz-hırsız muktedirleri ile onların yargıdaki ve emniyetteki uzaktan kumandalı alçak enstrümanlarını savunacak bir Mümtaz’er Türköne bir daha çıkmayacaktır!


Mümtaz’er Türköne saati [Gazeteci Zafer Özsoy, Silivri günlerini Tr724’e yazdı-2]

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Milletçe yıllardır hasret kaldığımız gerçek aydınları yine milletçe hepberaber ölüme mahkum ediyor ve bunuda zevkle izliyoruz!!! Bu millet artık millet olmaktan çıkmış adeta canavarlaşmış; ve kindarlaşan bu canavar nesiller eninde sonunda kendini de yiyecek.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin