Türkiye’de kimler demokrasi istiyor?

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Hayır, provokatif değil, analitik bir soru bu. Kim demokratik yöntemle iktidara gelmek istiyor diye sormuyorum. Çünkü demokratik sistem, birçok ideolojiye iktidar şansı sunuyor. Yarışa katılmak konusunda bir sıkıntı yok. Sorunun can alıcı kısmı, iktidara geldikten sonraki refleksler.

Minimum demokrasi tanımlarına göre, demokrasiyi seçimsel sürece indirgemek mümkün. Daha çok tasnifsel ve metodolojik olarak yararlanılan bu tanım, bir ülkede demokrasinin olup olmamasını seçimsel sürecin işlevsel olup olmaması bağlamında değerlendiriyor. Bu tür bir tanıma göre, demokrasi birbirinden farklı grupların iktidar için rekabetine zemin hazırlar. Demokrasi güce – iktidara – ulaşmak için veya iktidarda kalmaya devam etmek için yapılan bir yarıştır. Eğer yazının başlangıcındaki soruyu bu bağlamda yanıtlamamız gerekirse, Türkiye’de büyük bir çoğunluk demokrasiyi tercih etmektedir denebilir. 1950’lerden bu yana ara dönemler haricinde seçimsel sistem işledi. Partiler iktidara geldiler, iktidarı kaybettiler. Koalisyonlar ve tek parti iktidarları dönemleri yaşandı. Renkli seçim kampanyaları yapıldı. Mitingler, televizyon tartışmaları, gazetelerin ve yazarların yorumları, televizyonlarda yapılan programlar ve diğer yöntemlerle, demokratik yarış oldukça işlevseldi. Ancak demokrasiyi sadece bundan ibaret sayabilir miyiz?

Maksimalist demokrasi tanımları, çok daha kapsamlı bir demokrasi konseptinden hareket eder. Buna göre seçimlerin varlığından çok, özgür ve adil seçimlerin yapılabileceği koşulların yaratılması öncelikli olmalıdır. Bu yaklaşım çok karmaşık ve detaylı ölçütleri göz önüne alır. Evet, seçimler – demokratik yarış ve mücadele – merkezi konumdadır. Fakat bunun optimal koşulları sağlanmadan yapılacak seçimler, gerçekten demokratik midir?

Bununla aynı bağlamda, ama daha spesifik bir konu da şudur. Demokrasiye seçimsel bir süreç, bir yarış ve mücadele olarak bakmak, demokrasinin çoğunluk iktidarı ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Elbette en çok oyu alan iktidar olacaktır. Bu açık. Fakat iktidara gelmekle çoğunluk diktası kurmak ayrı şeylerdir. Demokrasilerde iktidara gelen, arkasındaki halk desteğiyle orantılı biçimde her istediğini yapabilir mi? Ya da yapmalı mıdır? Demokrasiler çoğunlukçu anlayıştan çok çoğulcu anlayışta yeşeriyor. Bir kesimin diğerine dayattığı tercihlerden ziyade, uzlaşıya ve özellikle de azınlığın korunmasına dayanıyor. Kaybeden partilerin – onların tabanlarının – haklarının, tahayyüllerinin ve tercihlerinin dikkate alınması, konsensüs kültürü, anayasal ölçülülük, toplumsal sözleşmenin devamı ya da meydana getirilmesi gibi kilit önemde uzlaşıların gerçekleşmesi, yarış ve iktidar mücadelesinden çok daha fazla emek isteyen konular. Ötekinin hakkı ve hukukunun garanti altına alınması, beraberinde çoğulcu ve monolitik olmayan, heterojen ve çok kültürlü, farklı yaşam biçimlerine yaşama şansı sunan bir sistemi getiriyor. Bu aşamaya geçemeyen toplumlarda demokrasi yeşermiyor. Ya da seçimsel sürecin ötesine geçemiyor.

Maksimalist demokrasi tanımlarının üzerinde anlaştığı diğer koşullar, elbette bu sosyolojik dokuyla alakalı. Ama gelin bunların daha teknik olanlarından başlayalım. Öncelikle bahsettiğimiz demokratik devletin bir hukuk devleti olması ön koşul. Bunun en önemli açılımı gücü sınırlandırılmış iktidar. İktidarın gücünün sınırlandırılması, yasalar önünde eşitlik ilkesini zorunlu kılar. Bu da hukuk sistemiyle politik sistemin aslında ne kadar iç içe olduklarını gösterir. Hukuk sisteminin yürütme erkinden – siyasal karar alıcılardan – bağımsız olması, bir demokratik sistem için en az seçimlerin yapılıyor olması kadar yaşamsaldır. Bunun da yine sosyolojiyle bağının kurulması gerekiyor. Yani toplumun üzerinde mutabık olduğu bir değerler evreninin mevcut olması, bu şartın yerine getirilmesinin ön koşuludur. Deniz olmayan yerde plaj olmayacağı gerçeği gibi, toplumun üzerinde hemfikir olduğu, asgari müştereklerde üzerinde anlaşılmış bulunan değerler ve bu değerlerin üzerine inşa edilen yasalar, hukuk sistemine güvenin ana eksenidir. Bu değerlerin merkezinde vatandaşların yasalar önünde eşitliği olmalıdır. Cinsiyet, etnik köken, sınıfsal aidiyet, eğitim seviyesi gibi farklılık ve ayrımcılık kaynağı olabilecek kimliksel özelliklerin yasalar karşısındaki eşit vatandaşlık ilkesine engel olmaması, demokrasiler için yaşamsal diğer bir koşul. Hukuk devletinin sadece devlet mimarisinin tasarımına ilişkin teknik bir meseleden ibaret olmadığı, bilakis sosyolojik, kültürel ve aidiyetsel dinamiklerle çok ciddi bir ağın söz konusu olduğu sanırım vurgulanmış oldu.

Toplumların kültürü, onların birçok insan yapısı kuruma ve kavrama bakışını – yani algılarını – şekillendiriyor. Fakat demokratik kültürün birçok evrensel anahtar yapı taşları var. Bir örnek vereyim. Mesela suçun bireyselliği ilkesi olmadan demokratik bir adalet sistemi inşa edilebilir mi? Kolektif cezalandırmaların yapıldığı bir hukuk anlayışı çoğulcu bir toplum doğurabilir mi? Veya yasalarca tanımlanmayan suç olmaması ilkesi olmaksızın, keyfi tutum alan – mesela yasalara dayanmayan tutuklamalar yapan – bir iktidardan korunmak olanaklı mı? Demokrasinin en temel meşruiyet zeminlerinden biri, bireyi ceberut iktidarların keyfi uygulamalarından korumaksa eğer, bu suçun bireyselliği ve yasalara dayanmayan suç olmaz ilkesi gibi ana prensipler olmaksızın sağlanabilir mi?

Yukarıda eşitlik ilkesinin demokrasi tartışmalarında oynadığı merkezi role değinmiştim. Daha somut ifade etmek gerekirse, örneğin kadın ve erkeğin yasalar karşısında tümüyle eşit olması gerçekleşmeden, eşit vatandaşlık prensibi de sağlanamaz. Ya da devletin sınırları içinde yaşayan etnik unsurlardan birinin tarihi, etnik kimliği, kültürü, dili, sembolleri vs. devlet oluşumunda esas alınıyorsa, yine demokratik eşitlik ilkesinin olup olmadığı sorgulanmalıdır.

Maksimalist demokrasi tanımı geniş koşullar ve prensiplerin varlığını şart koşar. Tüm bunların temelinde, iktidarlardan korunma hedefi vardır. Maksimalist yaklaşım, seçimsel süreç olarak ifade bulan minimalist demokrasinin gerçekleşmesi için gerekli koşulları oluşturur. Daha açık ifade etmek gerekirse, yarışın ve mücadelenin özgür, eşit ve adil koşullarda yapılmasını sağlamaya yarar.

Türkiye’de kimler demokrasi istiyor? Yazının ana sorusu budur. Yukarıdaki açıklamalara göre, demokratik oyuncular, kendisinin hakkı ve hukuku kadar başkalarının da hakkını ve hukukunu da savunur. Ancak bu – salt – etik bir mesele değil. Bugün iktidar olan bir partinin yarın iktidarda kalacağının bir garantisi yoktur. O halde iktidarların yarın iktidarı yitirecekmiş gibi muhalefetin hak ve hukukunu gözetmesi gerekiyor. Bunun sadece bir iktidar inisiyatifi olduğunu sananlar yanılır. Önemli olan, bu demokratik ortamın prosedürel olarak gerçekleşmesidir. Bir makine düşünün. İşleyiş mekaniği bellidir. Bu makinenin işleyiş mekaniğini belirleyen aka sistem bir kaideler bütünüdür. Demokrasi de sağladığı anayasal devlet mimarisi, prosedürel koşullarının yasalarla saptanmış ve garanti altına alınmış oluşu, hukuk sisteminin yürütme etkisine tümüyle kapalı oluşu gibi mekanik kaidelerle donatılmalıdır. Yine de her sistem gibi, demokratik devlet de insan faktörünün kapasitesi ile sınırlıdır. Dünyanın en ilerici anayasal tasarımını ve devlet mimarisini de gerçekleştirseniz, işlevselliği insan faktörünün bu ilkeleri hayata geçirebilme kabiliyeti ve kapasitesi kadar olacaktır. İş yine sosyolojiye – beşeri sermayeye ya da toplumsal gelişmişlik düzeyine – dayanıyor.

Soruyu yineleyelim: Türkiye’de kim demokrasi istiyor? Mesela kim Kürtlerin Türkler kadar anayasal statüsü olsun istiyor? Kim özgürlüğü bostan korkuluğu bir güvenliğe önceliyor? Kim şeffaflık ve hesap verilebilirlikten yana? Kim temel insan haklarını gündemine almış durumda? Kim devletin anayasal çerçevesi dışına çıkışını eleştiriyor? Kim kendisi gibi olmayanlara hayat hakkını gündemine almış durumda?

Alevi olmadan Alevilerin haklarını, LGBTQ+ olmadan homoseksüellerin ve diğer cinsel kimliklerin haklarını, Gülen Cemaati’nden olmadan Hizmet Hareketi’nden olanların haklarını, Kürt olmadan Kürtlerin haklarını, KHK’lı olmadan KHK’lıların haklarını, İslamcı veya Müslüman olmadan Müslümanların haklarını, sosyalist olmadan sosyalistlerin haklarını savunuyor? Kim yargılanmıyor olduğu halde yargıdaki aksamaları, seküler olmadığı halde sekülerlerin endişelerini, kadın olmadığı halde kadınların eşitliğini ajandasına alıyor? Kim iktidarda olduğu halde iktidarda olmayanların, muhaliflerin, karşıtların, rahatsızların ve endişelilerin haklarından bahsediyor?

Politika ve devlet ahlaktan arındırılmış alanlar değil. Türkiye’de demokrasi tartışmalarını seçimleri kazanmak ve iktidara gelmek hedefinin birkaç adım ötesine taşımamız elzemdir. O halde şimdi size sorayım: siz demokrasi istiyor musunuz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. TC’de eksik olan demokrasi değil adalet!
    Mesela Mafya koruması ve desteği ile demokratik olarak seçilen Süleyman Soyluyu Nereye koyacağız!
    Magna Carrta demokrasinin değil adaletin insanlar için önemli olduğunu ortaya koymuştur .özellikle Avrupa Birliğini ayakta tutan Demokrasi değil adalet ve kurallardır.
    Mussolini’nin Hitler’in Erdoğan’ın Orban’ın , Putin’in, Netenyahu’un demokratik bir şekilde seçildiği bir ülkede demokrasiden nasıl bahsedebiliriz!

    demokrasi çoğunluğun diktasıdır!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin