Hizmet mürtedi

YORUM | AHMET KURUCAN 

“Bilginin laneti” derler bazıları. İlk duyduğumda farklı anlamalara ve yorumlamalara konu olabilir dedim ama birebir bu tür yorumlarla karşılaşmayınca üzerinde ne konuşmayı ne de yazmayı düşündüm. Ta ki bir kaç gün önce bir Zoom sohbetinde soru münasebetiyle tahmin ettiğim gerçekle karşılayıncaya kadar. “Bilginin laneti” demem de bu yüzden. Böyle olunca bu meselenin doğru anlaşılması ve tavzihi adına bu satırları yazma ihtiyacı hissettim.

Konu Hocaefendi’nin bir sohbetinde kullandığı “Hizmet mürtedi” tabiri. Malum mürted dini, siyasi ve hukuki literatürde yerini bulan Arapça bir kavram. Terk etmek, geri dönmek anlamlarına gelen ‘redde’ fiilinden türetilmiş ismi fail kalıbından bir kelime. Ama kavramsal manası İslam tarihi boyunca daha ön planda. Bu kavram malum günümüz dünyasında din ve vicdan özgürlüğü ekseninde kullanılıyor. Buna göre mürted, İslam dinini terk eden insana verilen isim.

Ama bundan daha önemlisi kendi irade ve ihtiyarıyla İslam dinine inanmayı bırakan bu kişiye öngörülen cezai yaptırım. O da halk muhayyilesine mal olmuş şekliyle, ölüm. Tarihsel tecrübede bu eylemin siyasi ve hukuki boyutu da varmış ya da ceza uygulanmış-uygulanmamış veya hapis, sürgün, kürek mahkumiyeti vs. gibi başka cezalar da verilmiş bunların hiçbirisi kâle alınmıyor. Çünkü ilim insanları bir meseleyi ele alırken önce vakıaya bakıyor, arkasından meselenin mahiyetine göre siyasi, hukuki, iktisadi bir zemine oturtup delillerini inceliyor ve nihayetinde hükmünü veriyor. Ama aynı şeyi halkımız tersinden başlatıyor. Önce hükme bakıyor ve noktayı koyuyor. Keşke devam etse. Yani bir adım geriye gidip meselenin mahiyetine göre dile getirilen delillere baksa, sonra vakıayı bu safhaya kadar elde ettiği bilgiler ekseninde değerlendirse. Belki o zaman bizim bugün ezber dediğimiz nice şeyler bozulacak, meseleler mahiyeti aslisine göre bir zeminde yerli yerine oturacak.

Usul ve metodoloji ile alakalı bu önemli noktayı bir kenara bırakıp “Hizmet mürted”ine döneyim. Şu soru soruldu bana: “Hizmet din değil biliyoruz. Hizmeti terk eden bir insana mürted denilmesi hizmeti din yerine koymak anlamına gelmez mi?” Adım gibi eminim bu soru sorulduğunda dinleyenlerin zihni arka planında cezai yaptırımlar da dahil çeşitli çağrışımlara kapılar açılmıştır. Anlaşılabilir bir durum bu. Sebebini yukarıda söyledim. Kur’an’da sünnette, fıkıhta ve Müslümanların tarihsel tecrübesi içinde mürtedin farklı alanlarda kullanılıyor olmasına rağmen günümüzde ön plana çıkan anlamından hareketle var olan bir karışıklık bu.

Kısaca izahını yapmaya çalışacağım. Öncelikle Hocaefendi bu kavramı hangi konuşmasında ya da yazısında, hangi tarihte ve hangi konsept içinde konuşmuş veya yazmış? Arkadaşlarıma sorarak da elde ettiğim bilgilere göre Hocaefendi bunu 18 Ocak 2015 tarihinde Kırık Testi’de yayınlanan Liyakat ve İstihkak başlıklı yazısında kullanmış. Ehlinin malumu olduğu üzere Kırık Testi sohbetlerden derlenen ve editöryal bir çalışma ile yazı diline dökülen yazıların yer aldığı bir sayfa. O tarihlerde Hocaefendi hatırladığım kadarıyla haftada en az iki gün Bamteli sohbetleri yapıyordu. Yine o tarihlerde bu sohbetlerden Kırık Testi’ye aktarılan yazıların güncel ve aktüel olmasına da çok dikkat ediliyordu. Bu zaviyeden bakınca 18 Ocak 2015’de yayınlanan yazının ana kaynağı olan sohbet en geç bir hafta önceki yapılmış olabilir. Dikkatinizden kaçmamıştır ama ben yine de yazayım: ‘Hizmet mürtedi’ ifadesinin geçtiğini Bamteli sohbet kaydı hakkında net bir bilgiye ulaşamadığım için ihtimalli bir dille kaleme aldım bu tahminimi.

Önemli mi bu tarih? Tabii ki. Sözü kimin söylediği biliniyor ama o sözü söylediği zamanda Hocaefendi’nin hayatını çevreleyen arka plan şartlarının ve halinin olgusal zihin dünyasını ve psikolojik haleti ruhiyesini etkileyen olgusal gerçeklerinin bilinmesi o sözü anlamak ve anlamlandırmak açısından elbette çok önemlidir. Tarihten ve bağlamından kopuk ele alınan sözlü ya da yazılı beyanları değerlendirmek “Namaza yaklaşmayın” fıkrasında gözler önüne serilen zihniyeti ve metodunu kabullenmek anlamına gelir. Böyle bir metotla kime ait olursa olsun yazılı bir metin veya bir konuşma ya da onun içinden çekilip alınan bir cümle, bir kavram, bir kelime ile doğru yorumlara ulaşılabilir mi?

Bu bakış açısından hareketle 2015 Ocak ayı ve öncesine gidelim şimdi. Türkiye içinde ve dışında insanlığa hizmet adına nice yararlı işlere imza atmış bir yapı Erdoğan ve iktidar bileşenleri tarafından düşman olarak ilan edilmiş. 17/25 Aralık operasyonları ile hırsız, yolsuz ve aynı zamanda arsız oldukları tescil edilmiş devlet yöneticileri dini bir cemaati, sivil bir topluluğu kanun, hukuk dinlemeksizin orantısız güç kullanarak ezmeye ve yok etmeye başlamış. Paralel Devlet Yapılanması isimlendirmesi ile başlayan şeytanlaştırma her Allah’ın günü hızına hız katarak devam etmiş. Medya kurumlarına cemaate destek veren özel veya tüzel kişilere ait olan şirketlere kayyumlar atanmaya başlanmış vs. Sözü uzatmak istemiyorum. Herkes biliyor o günlerde neler yapıldığını.

Hayatını Hizmet’e adamış, onun hem fikri öncülüğünü yapmış, hem de fiili olarak çalışabileceği her alanda çalışmış olan Hocaefendi de bu süreçten nasibini almış. “Yalancı peygamber, sahte veli, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddesi” dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından yapılan hakaretlerin en hafifi. Hem de İslam Ansiklopedisi madde yazarlarına verilen ve çoğunluğunu ilahiyat hocalarının teşkil ettiği bir salonda. Vicdan sahibi herkesin vicdanını kanatan bu ifritten süreçten hem bir insan olarak hem de Hizmetin bugünlere gelmesinde en büyük fikri ve fiziki emeği olan Hocaefendi’nin etkilenmemesi mümkün mü?

Böylesi bir dönemde onun beklentisi ne olabilir? Dost bildiklerinin dostluğu, yâran dediklerinin vefası, sadık dediklerinin sadakati ve yapılan haksızlıklara mücadelesi. Yalnız katıksız bir itaat, gassalin elindeki meyyit benzeri sâmitane bir destek değil, aksine bilgi birikiminin, hayat tecrübesinin hakkını vereceği destek. Belki 2015’ten 2020’leri görüp rasyonel analizlerle süsleyeceği destek.

İşte tam da böyle bir ortamda Hocaefendi kendisine intikal ettiği ve ettirildiği kadarıyla bazı destek beklediği kişilerin susması veya cemaati şeytanlaştıran, düşmanlaştıran devlet merkezli kara çalmalara, ithamlara, yalanlara, iftiralara destek vermesi haberlerini duyunca büyük bir hayal kırıklığı yaşamış ve uzunca yapacağımız alıntıda görüleceği üzere şunları söylemiş. Önce söylenenleri okuyalım sonra arka planını nazara verdiğim bu konuşmayı maddeler halinde değerlendireceğim.

Liyakat ve istihkak başlığı ile yayınlanan bu sohbet Maide suresi 54 ayetin mealini sunmakla başlıyor. “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, (bilin ki), Allah öyle bir kavim getirecek ki, O, bu kavmı sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı başları yerde, kâfırlere karşı ise onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, atâsi, ihsanı çok bol olandır ve her şeyi en iyi şekilde bilendir” (Mâide sûresi, 5/54).

Âyet-i kerimede öncelikle “irtidat” tehlikesine dikkat çekilmektedir. İrtidat, bir insanın içinde bulunduğu önemli konumdan sıyrılıp tekrar geldiği yere dönmesi demektir. Böyle bir kişiye mürted denilir. Mürted denildiğinde ilk akla gelen ise itikadî mürteddir. Böyle biri İslâm dinini bırakıp gerisin geriye döndüğünden küfre düşmüş olur. Bunun yanında bir de dine hizmet mürtedleri vardır. Bunlar bir mefkûreye, belli bir dönem gönül vermiş olsalar da, bir müddet sonra sinek kanadı kadar küçük şeylere takılır kalır; kalır da hizmet aşk u şevkini, eski heyecan ve aktivitesini kaybeder ve ardından da içinde bulunduğu dairenin dışına çıkarlar. Esasında bu tür insanlar genelde bütün işlerin kendi heva ve heveslerine göre yapılmasını isteyen, böyle olmadığını gördüğünde bulundukları yerde ihtilâf ve iftirakların oluşmasına sebebiyet veren ve bunun neticesinde de gerisin geriye dönen akılzede ve kalbzede bir kısım zavallılardır.

Cenâb-ı Hak bu tür insanları önce şefkat tokadıyla uyarır fakat onlar ihtilâf ve iftırak ateşini körüklemeye devam ederse bu sefer nikmet tokadına müstahak hâle gelirler. Bunun üzerine de Allah (celle celâluhû) “Madem siz ihtilâf ve iftıraktan medet umar hâle geldiniz, Ben de sizi götürüp birlik ve beraberliği esas alanları, vifak ve ittifak ruhuyla hareket edenleri getireceğim.” diyerek onların bulundukları alanı başkalarına bırakır. Bu acından din-i mübin-i İslâm’a hizmet etmeye dilbeste olmuş mü’minlerin Hizmet mürtedi olmaktan çok endişe duymaları ve böyle bir duruma düşmemeleri adına pek çok şahsî haklarından feragatte bulunabilmeleri gerekir. İşte bu bir liyakat arayışı olduğu gibi aynı zamanda kötü akıbete müstahak olmaktan da sıyrılma yol ve yöntemidir.”

1: Hocaefendi Maide 54 ayeti nüzul sebebi ve ilk muhataplarının anladığı özgün anlamdan bağımsız olarak ele alıyor. Tefsir geleneğimiz içinde oldukça büyük bir yer kaplayan ve tarih boyunca birçok ulemanın müracaat ettiği metotla yani lafızları ve lafızların taşımış olduğu zahiri anlamı merkeze koyarak ayeti tefsir ediyor. İslam dinine inanmayı bırakan kişiyi itikadi mürted demesi ve ardından onu küfre düştüğünü söylemesi bunun delili. Bu konuda detaylı bilgiler almak isteyenler “Düşünce Özgürlüğü Kapsamında İrtidat” kitabında bu ayet özelinde yazdığım geniş açıklamalara bakabilirler. Hizmet mürtedi kavramından uzaklaşmamak için detaylara girmiyorum.

2: Bu yazının ana temasını teşkil eden cümleye gelince: “Bunun yanında bir de dine hizmet mürtedleri vardır.” Kimdir bunlar? Açık, seçik, net: Belki de kötü gidişatı merkeze koyarak yalan, iftira ve ithamlarla dolu propagandalardan etkilenip Hizmet’e mesafe koyan veya terk eden insanlar. Bunun detaylarına geçeceğim ama neden hizmeti tek edenleri mürted kavramı ile ifade ediyor hususuna değinmek isterim önce.

A: Hocaefendi bir din alimi. Düşünce dünyası ve o dünyada ürettiği düşüncelerini ifade etmiş olduğu dil de Arapça kelime ve kavramların ağırlıklı olarak kullanıldığı din dili. Mürted, söz konusu kişilerin pozisyonunu ifade ederken ihtimal aklına gelen ilk kelime. Gerçekten de sözlük manası itibariyle tam yerli yerine oturan bir muhtevaya sahip.

B: Ahmet Şahin Hoca’dan duymuştum ilk defa. Yıllar önce Türkiye’ye bir vesile ile gittiğimde Sahaflar Çarşısı’nın önünde karşılaşmıştım. Hocaefendi’nin sağlık ve sıhhat durumunu sordu önce, sonra ayak üstü sana bir şey sormak istiyorum dedi. Sorduğu şey aslında kendisinin yapmış olduğu bir tespitti ve sanki bunu bana doğrulatmak istiyordu. Tespiti şuydu; “Hocaefendi konuşurken düşünen ve düşünürken konuşan bir insan.”

Herkes için de geçerli olan bir tespit bu ama Hocaefendi’nin hayatında daha ağırlıklı bir yeri var bunun. Katılıyorum bu tespite. Şöyle ki malum bu bağlamda üç ayrı kategoriden söz edilir. Düşünmeden konuşma, konuştuktan sonra düşünme ve düşünürken konuşma ya da konuşurken düşünme. Her insanın hayatında olduğu gibi Hocaefendi’nin hayatında da bu üç türün hepsi vardır. Hayatının merkezinde söz olan, misyonu söz üzerine kurulu, 84 yıllık hayatının en azından 70 yılı sürekli halk ile hem de irticali olarak yaptığı konuşmalarla geçmiş, kendisine sorulan binlerce soruya anında cevaplar veren bir insanın tabii ki konuşurken düşünmesi, düşünürken konuşması onun hayatında ağırlıklı bir yer teşkil edecektir. Benim tahminim, ister bu ayetin tefsiri ya da kendisine hizmetten ayrılanlar ekseninde sorulan bir soruya bu ayeti serlevha yaparak cevap vermesi üzerinde daha önceden düşündüğü değerlendirmeleri değil, yaptığı o irticali konuşmada o an aklına gelen değerlendirmeler. Yukarıdaki tasnif içinde konuşurken düşünüyor, düşünürken konuşuyor.

Tahmin ve takdir edeceğiniz gibi bu türlü durumlarda ağzından çıkan sözün muhtevası ve onun dinleyiciler tarafından nasıl anlaşılacağı ve nasıl yorumlanacağı konusuna ciddi olarak odaklanamazsınız. Orada kullanacağız kelime ve kavramların getiri ve götürülerini tam anlamıyla ihata edemeyebilirsiniz. Tabii bir durumdur bu. Tabii ki peygamberler misali vahiy ile müeyyed değilseniz! Kaldı ki literatürde zelle dediğimiz, Peygamberlerin ağzından İlahi iradeye muhalif beyanların çıkması ya da davranışların olması söz konusudur. Onun içindir ki bu durumu ifade eden güzel bir söz deyim vardır: “Maksadı aşan beyan.” Malum konuşmalardan sonra yanlış değerlendirmeler ve yanlış anlaşılmalara bağlı bu tür durumlar ortaya çıkınca konuşmacı konuşmasını düzeltirken ya da muhataplarından özür dilerken ilk defa bu cümleyi söyler: “Maksadımı aşan bir beyan olmuş, özür dilerim. Kastım o değildi, şuydu…vs.”

Ben şahsen o konuşmada geçen ‘Hizmet mürtedi’ kavramının da bu eksende değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. O irticali konuşma içinde dini kavramlarla düşünen ve konuşan bir din adamı olarak Hocaefendi’nin kelimenin sözlük anlamından hareketle bu benzetmeyi zihninde yaptığını ve onun soruda olduğu gibi hizmetin din yerine konularak değerlendirmelere tabii tutulabileceğini aklına bile gelmemiştir. Tekrar ediyorum, mürtedin sözlük anlamını esas almış, siyasi, itikadi ve hukuki düzlemdeki kavramsal anlamlarını hiç düşünmemiştir. Bunu şöyle özetleyebilirim, eğer o konuşmada ve yazıda ‘Hizmet mürtedi’ yerine ‘hizmeti terk edenler’ deseydi öyle zannederim ki biz bugün bunları hiç konuşuyor, yazıyor, tartışıyor olmazdık.

3: Emin misiniz bu yorumunuzdan diyebilirsiniz. Adım gibi eminim. Çünkü gerek sözünü ettiğim irtidat kitabının ilgili bölümünde gerek irtidatla alakalı görüşlerini yazdığım TR724 sayfasındaki köşemde Hocaefendi’nin irtidadı siyasi ve itikadi irtidat diye ayırdığını ifade etmiştim. Siyasi boyutu ile irtidadın cezai müeyyidelere konu ama din özgürlüğü bağlamında hiçbir dünyevi yaptırıma tabii olmayacağını ifade eden Hocaefendi’nin yaptığı bu benzetmede, Hizmet’i din yerine koymasını düşünmek çok büyük insafsızlıktır. İnsafsızlık kelimesi burada çok hafifi kaçabilir. İsteyen daha farklı kelime ve kavramları kullanabilir.

Ayrıca Hizmet, İslam’a, Müslümanlığa, ülkemiz insanı başta bütün insanlığa eğitim, ticaret, birlikte yaşama, insanı yardım, sağlık vb. hayatın çeşitli alanlarında hizmet götürme amacını güden bir yapıdır. Bu yapının din yerine konması düşünülebilir mi? Kendisine aşırı denebilecek ölçüde saygı gösteren, zihni arka planda ise gösterdiği bu saygının ötesinde yer veren bir şahsa hem de kızgın bir eda, sert bir ses tonuyla, “Kabre girdiğinizde Münker Nekir gelecek Rabbin kimdir, dinin nedir, nebin kimdir diye soracak. Bu sorular arasında Fethullah Hoca kimdir yok?” diyen bir insanın ‘Hizmet mürtedi’ tabiriyle, hizmeti din yerine koyması mümkün mü Allah aşkına!

4: Tamam Hizmet mürtedi kavramını bir kenara bıraktık ama “akılzede, kalbzede, zavallı” sözlerine ne diyeceksiniz diyebilirsiniz? Bu sözleri de sağlıklı bir biçimde değerlendirmek için bunların söylendiği tarihe gitmek ve mahruti bir bakış atfetmek zorundayız. Kısmen yukarıda işaret ettiğim gibi hayatını Hizmet’e vermiş ve bu uğurda evlenmemek başta olmak üzere dünyevi her türlü nimeti elinin tersiyle itmiş bir insanın gözünün önünde hem kendisinin hem de cemaatin şeytanlaştırılmasına mukabil dost, yâr ve yâran  bildiklerinden dostluk ve yâranlık beklemesi tabiidir. Bu beklentisini göremediğinde bir insan olarak hislerinin de tesirinde kalarak irticali yaptığı bir konuşmada serzenişte bulunması da normal değil midir? Ama bu tabiilik içinde Hizmet mürtedi kavramında olduğu gibi düşünme ve konuşmanın aynı anda yapıldığı bir zaman diliminde maksadı aşan beyanlarda bulunulabilir. Kim bilir bugün Ocak 2015’te yaptığı bu konuşma kendisine dinletilse veya metin olarak önüne konulsa “Böyle dememeliydim, aynı hakikati şöyle de ifade edebilirdim” diyecek. Kim bilir?

Kaldı ki bu ‘akılzede, kalbzede ve zavallı’ nitelendirmelerin geçtiği paragraf ve devamına baktığımızda Hocaefendi yapmış olduğu asıl vurgu ittifak ve ittihattır. Devletin bütün gücüyle bir cemaati yok etmek için elindeki bütün imkanları kullanarak geldiği aşikar olan ve aynı zamanda moral üstünlüğün Hizmette olduğu o zeminde Hocaefendi’nin bir lider olarak ittifak ve ittihat çağrısı yapması tabii olmanın ötesinde aynı zamanda vazifesi değil midir? Bana göre okullarının merdivenlerin metrelerle ölçüldüğü o günlerde bu cümleler -maksadı aşan nitelendirmeler hariç- hem kendini müdafaa hem yapılanların yanlışlığını ifade hem de cemaati motive edici faktörlere sahiptir.

Hasılı, realitelerin dayanak, aklın temel, geleneğin miras ve vahyin sunmuş olduğu mesajların da kaynak olacağı değerlendirmeler içinde,

A: Hizmet din olmadığı gibi din de hizmet değildir. Ne yazık ki siyasetin ve o siyasi zihniyet farklılıklarının oluşturduğu itikadi, fıkhi mezheplerin din gibi algılanması tarih boyunca Müslümanların adeta kaderi olmuştur. Halbuki ne siyaset, ne de itikadi ve fıkhi mezhepler dindir. Ama bu zihniyet Müslüman muhayyilesini ve sathi bakış açısını adeta esir almıştır. Buradan hareketle 1975’li yıllardan beri içinde bulunduğum ve binlerce tanıdığım insanın içinde bir tane bile Hizmeti de din gibi algılayan insan olmamasına rağmen o zihni arka plan bazılarına “Hizmet mürtedi” tabirinden dolayı bu soruyu sordurtmuş olabilir. Bu kadar uzun bir yazı ile soruya cevap vermemin nedeni de işte bunu tavzih etme adınadır.

B: Hizmet, dinin sunmuş olduğu tarih üstü, evrensel değerlerin insan ve toplum hayatına yansıması adına zaman, zemin ve insan faktörüne bağlı olarak ortaya konan projelerden ibarettir.

C: Hizmet çatısı altında bu projelere maddi ve manevi destek vermek insanların özgür iradelerine kalmıştır. Söz gelimi, bu projeleri bütünüyle kabul eder ya da etmez, eğitime destek verir, insani yardıma destek vermez, bugün verir yarın vermez vs. kişinin tamamen kendi kararına bağlıdır. Kabullendiği ve destek verdiğinde ödüllendirilmesi reddettiği veya destek vermeyip ayrıldığında cezalandırılması diye bir şey söz konusu olmaz ve olamaz. Klişe tabirle gönüllülük esastır.

D: Şu ya da bu sebeple hizmetten desteğini çeken kişiye “Hizmet mürtedi” denmesi kelimenin sözlük manası itibariyle yapılan bir benzetmeyi ifade eder. Dini ve hukuki literatürde yeri olan mürted ile hiçbir alakası yoktur.

E: Din özgürlüğü kapsamına giren çerçevede dininden dönen kişiye hukukta ceza verilmezken, insana hizmeti merkeze alan bir cemaate gönüllü olarak katılan kişinin kendisine göre var olan gerekçelerden dolayı yine gönüllü olarak o yapıyı terk etmesi gayet doğaldır. Böylesi birisine neden Hizmet’i terk ettin diye dünyevi bir ceza verilmesi değil akıllara hayallere bile konu olamaz.

F: İrticali konuşmalar içinde hayal kırıklığı, beklentilerini bulamama başta olmak üzere sayılabilecek onlarca-yüzlerce sebepten dolayı niyet edilmeyen, hedeflenmeyen manalar insanın ağzından çıkabilir. Bu, bizim için geçerli olabildiği gibi Hocaefendi için de geçerlidir. Böyle olduğunda konuşmacının hiç düşünmediği bir biçimde farklı yorumlamalara sebep olması her zaman muhtemeldir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. Hocaefendi,”Hizmet Murtedi” tabirini 25.03.2018 tarihli “Suvari de Yetim Kuheylan da” adli Bamteli sohbetinde de kullaniyor. O sohbetteki mevzu ile alakali bolumunu buaraya aktariyorum:
    “İmam-ı Rabbanî hazretleri, “Melik’in atiyyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir!” diyor. Cenâb-ı Hakk’ın ekstradan yaptığı lütuflar vardır; bunlar, O’nun atiyyeleridir, hediyeleridir, armağanlarıdır, size ihsanıdır, lütfudur. “Atiyye” kelimesini de kullanırız; günümüzün genç nesilleri, belki çok kullanmadıklarından dolayı, o kelimenin ne manaya geldiğini bilmeyebilirler. Onun için müradif (eş anlamlı) olan kelimeleri söyleme lüzumunu duydum. Başta Cenâb-ı Hakk’ın ekstradan, meccânen (karşılıksız) verdiği şeyler var: İşte, yaratması gibi, meccânen verilen şey.. Ahsen-i takvîme mazhariyet gibi, meccânen verilen şey.. mesela, dinin yaşandığı, şöyle-böyle yaşandığı, taklit esintileri içinde de olsa öyle bir yaşantının hâkim olduğu bir yerde iskân buyurması, meccânen… Benim falan anneden, filan babadan gelmem, kendi planıma göre olmadı; bu, O’nun (celle celâluhu) planı çerçevesinde oldu. Bunlar hep, O’nun meccânen atiyyeleri.

    Sonra, daha değişik ufuklara ulaştırması; mesela falanın arkasından yürütmesi… Birilerinin arkasından koşturup duruyordunuz. Ehl-i dalâletin, firak-ı dâllenin, siyasîlerin arkasından koşmaktan, Allah, muhafaza buyursun! Şeytanın arkasından koşmaya benzer, ona denktir o. Onu kastetmiyorum. Fakat bir yolda koşuyordunuz ki, onun içinde esasen zamanın katkısı/girdisi, konjonktürün ilavesi, zamanın tefsiri yoktu. Oysa yaşadığın zamanın, sen, dili-tercümanı olmalısın! O şeyi de Cenâb-ı Hak ihsan etmiş ise sana, yaşadığın zamanı idrak ediyorsan, “Şimdi şöyle denmesi lazım!” diyebiliyorsan… Mesela belli bir dönemde İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ata binmeyi tavsiye ediyor ve bir yönüyle onu, o savaş meydanlarında savaş unsuru olması itibarıyla takdir buyuruyor. Kılıç, kalkan, kama, zırh; bunlar, önem ifade ediyor bir dönemde. Fakat başka bir dönemde başka şeyler onların yerini alıyor.

    Atiyyeyi taşıyana “matiyye” diyor; esasen o da “onu taşıyan” demektir. Hakikaten o işe liyakati varsa, o onu götürür, sonuna kadar götürür. Fakat liyâkati yok ise, Kur’an’ın kendi ifade buyurduğu gibi yolda kalır, döner: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لاَئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, (bilsin ki), Allah öyle bir kavim getirecek ki, O, bu kavmi sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı başları yerde, kâfirlere karşı ise onurludurlar. Allah yolunda mücâhede ederler ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, atâsı, ihsanı çok bol olandır ve her şeyi en iyi şekilde bilendir.” (Mâide, 5/54) إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ “Eğer isterse sizi götürür ve cedid (yeni) bir kavim getirir.” (İbrahim, 14/19; Fâtır, 35/16) Siz, yürüdüğünüz yolda, “iman irtidâdı” yaşarsanız, “İslam irtidâdı” yaşarsanız, hizmet irtidâdı yaşarsanız… Farklı şeyler bunlar.

    İrtidât, bir insanın içinde bulunduğu önemli konumdan sıyrılıp geldiği yere dönmesi demektir ki, bu konu iman, İslam ve hizmet irtidâdı şeklinde üç kategoride ele alınabilir.

    İman irtidâdı: İnanıyordum… Hâşâ, şimdi onu kendime nispet edip söylemeyeceğim, çünkü inanan bir vicdanın ona bile tahammülü yoktur. Evet, şimdi birisi O’nu kabul etmiyor; hâşâ Allah’ı kabul etmiyor; bu, bir iman irtidâdıdır. Peygamber’i kabul etmiyor; bu, bir iman irtidâdıdır. Haşr ü neşri kabul etmiyor; bu, bir iman irtidâdıdır. “Gökten inen Kitap! On dört asır evvel inen Kitap ile mi amel edeceğiz?!.” Bu, bir iman irtidâdıdır. “Güncelleştirme”, bu da bir iman irtidâdıdır, dönmedir. O mevcut, Peygamber’e inen, sahabî tarafından temsil edilen, yorumu Ebu Hanifeler, Şafiîler, Mâlikîler, Hanbelîler gibi rehberler tarafından en isabetli şekilde, değiştirilmeye müsait olmayacak şekilde ortaya konan şeyler hakkında “değiştirilebilir” mülahazasını ortaya koymak, bir iman irtidâdıdır.

    Bir de öyle bir şeye girmez de dinin fürûâtına ait meselelerde irtidât yaşar. Onları yapmaz, “Yapamıyorum bunları!” der. Bu, günahtır, günah-ı kebâirdir. Bu mülahaza, bir yönüyle, onun “istiğfar”, “tevbe”, “inâbe” ve “evbe” kapısının tokmağına dokunma duygusunu tetikler. Hâlâ -böyle- durduğu yerde duruyorsa, durmaz orada, o kapının tokmağına dokunur, döner oraya. Bir yönüyle bu da bir “İslam irtidâdıdır” diyebilirsiniz.

    Öyle bir şeyi çok dememişler Hazreti Gazzâlî gibi, İmam Rabbânî gibi kimseler ve daha büyük zatlar. Fakat yürüdükleri yolun isabetli olduğuna, Peygamberler yolu olduğuna çok iyi inandıklarından dolayı o yolda yürürken, arkadaşlarını o yolda bırakıp ayrılıp gidenler de vardır ki, bunlar da “hizmet irtidâdı” içinde bulunuyorlar demektir. Yani, bir dönemde o Melik’in -bir yönüyle- memlûkları (kul, köle ve hizmetkârları) olarak, O’nun atiyyelerini taşıyan matiyyeler olarak işi götürüyorken, bir yerden sonra onu bir yere bırakma, daha götürmeme…

    Evet, insan, kıvamı korursa -hani dün başka idi, bugün başka, yarın başka, öbür gün başka; her yeni gün biraz daha derinleşiyorsa- emin bir emanetçi olur. Düz bir şehrâhta yürüdüğümüz bir dönemde, o gün, o atiyyeyi götürüyorsunuz; şehsuvar olmuşsunuz, o da bir yönüyle sizin için bir yarış atı olmuş, süvarisini bulmuş yarış atı olmuş. Fakat bir gün geliyor ki, öyle değil, sarp bir yokuşa tırmanmak icap ediyor; işte o zaman başka argümanları kullanmak iktiza eder. Şayet yaşadığınız dönemin şuurunda değilseniz, konjonktürün farkında değilseniz, zamanın girdilerini doğru değerlendiremiyorsanız, şehrâhta yürüyor gibi uçurumu aşmaya kalkarsanız, bir yerden aşağıya yuvarlanıverirsiniz. O günü görmek lazım, o atiyyenin hatırına, taşıdığınız emanetin hatırına… Bir yerde yürüyordunuz; düz yol idi, köprüler var idi, geçiyordunuz. Fakat başka bir yere gittiniz ki, -çok tekerrür eden, Yunus’un sözüyle- “Bu yol, uzaktır / Menzili, çoktur / Geçidi, yoktur / Derin sular var.” Karşınıza birden bire bir derin su geldi; ya yüzmeyi bileceksiniz veya ona göre yelkenler oluşturacaksınız.”

    • Hic de düsünerek söylenmis gibi durmuyor, gayet iyi düsünülmüs ve ondan sonra söylenmis.
      Icimden bir ses, HE´yi artik her dedigini daha sonradan revize etmek zorunda kalan biri olarak göstermeye calisan bir ilahiyatci gördü diyor.

  2. Siz hocaefendiye zulmediyorsunuz adama “hata yapma hakkı “ tanımıyorsunuz. Topluma yeri geldimi gönüllerde “makes bulmayan“ bazı sıkımtılı açıklamalarına “kulp” uydurarak günü kurtarıyorsunuz . Açın ünterneti Sırrı süreyya Önder’in hoca efendinin Aleviler için söylediği videoyu izleyin . Dediği herşey yanlış Tuncelileri arap alevileri ile karıştırıyor.. ama bu peygamber kürsüsünden yapılan yanlış dolu açıklamalara bile kulp bulabilecek bir yanımız var.. yanlış her yerde yanlıştır. O bir peygamber değil tamam o zaman bir kaç hatalı görüşünü veya fikrini kaleme alında buna fiilen inandığınızı görelim.. bakın İçinde yaşadığımız zaman dilimini malesef hiç okuyamıyoruz.. ülkeler , sistemler ve en önemlisi şahıslar giderek liberalleşiyor . Liberalizm, özellikle “bireysel özgürlük” üzerine kurulan bir siyasi felsefe veya dünya görüşüdür.Yani bir delikanlı ile “ haydi gel şurda kuran , cevşen okuyalım “ dediğimizde “kuran veya cevşen okumak için allaki bir araya mı gelmek gerekiyor” cevabını rahatlıkla alabiliyoruz. Burada önemli olan gençliğin dünyayı nasıl algıladığıdır.. insanlık giderek yalnızlaşıyor ve cemaat veya tarikatlarda karşı cephede yer alarak bu gerçeği görmezden geliyor..bunun bir önlemi var mıdır açıkcası sanmıyorum sadece bu duruma nasıl ayak uydurulur bunun yolunu bulmak lazım.
    Liberalizm gibi batı dünyasının topluca yöneldiği bir akımdan bizim etkilenmememiz oldukça imkansız.. Salgın döneminden önce namazda iken “safları sıklaştırın “ ifadesi salgın döneminde “safları 1.5 metre açın”a nasıl döndüyse insanlarda sosyal hayatta bir birlerinden giderek uzaklaşıyor.Bunu
    hizmet hareketi dahil kimsenin bu tehlikeyi algıladığı yok. Herkes kafasını kuma gömerek hizmet etmeye devam ediyor.. eğer dünya bu yöne gidiyorsa insanlarlada bu doğrultuda hizmet etmenin arayışına girmek lazım . Artık toplu iftarlar , mütevelliler, sohbetler hem sağlık hemde insana dokunma anlamında çok birşey ifade etmemeye başlıyor. içinde fluluk grilik belirsizlik olan bir yapıya gençlerin pırlanta serisini okuyarak bağlanmasını beklemek safdillik olur..

    • Dünyanın liberalleştiği görüşüne katılmıyorum. Öncelikle liberalleşmekten kastınız nedir? Ekonomik anlamda mı, devlet yönetimi anlamında mı, bireysel ilişkiler anlamında mı? Liberalizm çok geniş bir kavram. Eğer insanın yanlızlaşması ve bireyselleşmesine vurgu yapmak istiyorsanız bu, ille liberalizmle bağdaştırılacak bir şey değildir. Dünyada ideolojiler arasında bir savaş var ve ekonomik manada liberalizm eskiden daha güçlü olsa da artık aynı güçte değil. Avrupa zaten ne zamandır liberalizmi çok benimsemiyor, daha çok sosyal demokrasi yanlısı ve sosyal demokrasi de liberalizm ile sosyalizm arasında bir yerdedir, hatta sosyalizme biraz daha yakın olduğu söylenebilir. Amerika’da ise sosyal adaletçiler ile neoliberal ve liberteryenler arasında bir kavga var ve bu kavga gittikçe büyüyor, kutuplaşma artıyor; eskiden bu kadar değildi, liberalizm daha güçlüydü. Amerika ve Batı Avrupa dışındaki ülkeler ise zaten çoğunlukla kolektivist ülkelerdir. Benim gözlemlediğim kadarıyla Amerika’daki ve Batı Avrupa’daki müslümanlarda da bir ümmet fikrine dönme ve ümmeti canlandırma çabası var. Bence bireycilik her geçen gün darbe almakta ve insanlar grup kimliklerine yönelmekte. Bireycilik ve liberalizm daha çok geçen yüzyılın tek kutuplu dünyasında popülerdi ama artık o kadar değil. Türkiye’de ise durumlar farklı olabilir. Türkiye’de ben de bireyciliğe kayış gözlemliyorum, bunun ise birçok sebebi olabilir.

    • Hocaefendi hatasiz gösterilmiyor bu yazida. Aksine alakasiz bir konu secilerek, onun da yanilabilir bir insan oldugu bir kez daha yersiz ve yanlis bir gerekce ile zihinlere naksediliyor. Hocaefedi elbette yanilabilir, bunu ortaya koymak icin manipülatif iceriklere gerek yok.
      Insanin sosyal olani makbuldür, yine ayni sekilde devletlerin de. Sosyallik bazi kurallari beraberinde getirir. Sosyal insanin, sosyal devletin sorumluluklari vardir ve tabiati icabi denetlemeci olur. Bu da bu sekliyle dogrudur. Denetlemenin ortadan kalkmasi icin dünya üzerindeki her bir insanin en yüksek kemalat derecesine varmis olmasi gerekir ki, böyle bir sey mümkün degil. Her birimiz o yoldayiz, milyarlarcamizin da o yolun üzerinde oldugundan haberi bile yok.
      Bu denetleme gayet insani olmalidir, cünkü muhatabi insandir. Dolayisiyla liberalizm, özgür birey falan lafi güzaftir.

  3. Dini kavramları kullanırken çok dikkatli olmak lazım. Herhalde bu iyi bir örnek olmuştur. Bu tür ifadeler “safi zihinleri idlal ediyor” ve dinden soğumaya neden oluyor.

  4. Bazen plakatif cümleler uyuklayan insanlari uyarmak icin ise yarar. Güclü cagrisimlari olan güclü kavramlar insanlari silkelemede etkilidir. Bunu yazarimiz da aslinda siklikla denemektedir ama basarili oldugu söylenemez.

    Birkac örnek verelim:
    Ramazan girip çıktığı hâlde günahları affedilmeyenin burnu sürtülsün!
    (….) namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm
    Hz. Cebrail parti kursa, ben sana katılmayacağım” derim
    Mezardakilere bile evet oyu kullandirmak lazim.

    Irtidat kelimesini kullanarak da dinden, imandan, hizmetten ayrilmaya karsi oldugunu daha güclü bir sekilde, uykudan uyandirarak söyleyebilirsin.
    Demek ki neymis: Selefileri her cümleyi birebir anlamakta suclamadan önce bir kendine bakmak lazimmis.

  5. Kuran-ı Kerim cehennemlik olanların cehennemde birbirlerine karşı mealen şöyle suçlamada bulunduğunu buyurur: ” biz sizin yüzünüzden burdayız, diğerleri hayır kendi yaptıklarınız yüzünden..” derler.

    İki vicdansız ortakda dünyada aynısını yapar..

    Hizmet bu hale gelince bazıları bu şekilde birbirlerini suçlamaya başladı…

    Hizmet Mürtedi başlığını okuyanda hemen aklıma

    HÜSEYİN GÜLERCE
    LATİF ERDOĞAN GELDİ…

    Hizmet insanının ne kadar değerli olduğunu, Cübbeli yi dinleyende anlıyorum..

    Tenkid gözü ile baktığında bir tane adam dahi bulamazsınız..

    Ahmet Korucan hocama katılıyorum..

  6. Subjektif Mükellefiyet

    Çok alim, yada okuyan biri değilim. Ancak “subjektif mükellef” kavramını Hocaefendi’den başka hiçbir yerde duymadım.

    Bu kavram, hem bireysel hem de ümmet olarak sorunlarımızı çözmemizin ve cennete ehil hale gelmemizin olmazsa olmaz formülü, şahsi kanaatimce (bu kanaatim çok güçlü).

    Bu bağlamda Hocaefendi hayatı boyunca birçok meseleyi hem kendi hem de kendi kanaatine değer veren insanlar açısından bu şekilde ele almıştır.

    Çoğu zaman “şu caiz mi, bu helal mi” kavramlarıyla sorumluluk sınırın çizmemiş, (bu kavramlara zaten azami hassasiyet göstermiş), belli saatten fazla uykuyu kendisine helal görmemiş, proje üretmemeyi kendisine helal görmemiş, ziyaret etmesi gereken kişileri görmeye gitmemeyi kendisine helal görmemiş, manevi olarak konforlu olmasa da vaaz vermeye, hitap etmeye devam etmiş. Ve üzerine düşen mükellefiyeti ilmihal sayfaları arasında aramamıştır. Derdini seviyesine göre anlayabilen insanları da bu yönde teşvik etmiştir.

    Hocaefendi mürted idi, eğer;
    – Allah’ın kendisine lütfettiği farkındalığa ve ilme rağmen, dün attığı adımları atmasaydı.
    – Kendisine teklif edilen makamları edeceği hizmetlerin rağmına kabul etseydi.
    – Doğru olduğuna kanaat getirdiği bir aksiyonu terk etseydi.

    Bu nedenle, söyledikleri hem kendisi hem de hizmet gönüllüleri için isabetli, ve önemlidir.

    (Peygamber Efendimiz’in de hayatında örnekleri olduğu üzere, onun rehberliğine uygun bir şekilde) Hocaefendi diyalog toplantılarında farklı, hususi sohbetlerde farklı bir üslup kullanmış, özellikle hizmete gönül vermiş kişilerden daha fazla fedakarlık beklemiştir.

    Ancak, son yıllarda Hocaefendi’nin elinde bu imkan yok. Verdiği mesajlar hem tüm dünyaya açık hem de, Allah rızası için hizmet eden insanlara rehberlik niteliğinde olmak zorunda.

    Bu noktada bir insan artık, gecelerini, zikirlerini, farzlarını ve nafilelerini gücü yettiğince ifa edip, yanlış bir ifade kullanmaktan dua dua Allah’a sığındıktan sonra; doğru kanaat getirdiği ifadeleri gerek irticali söyler, gerekse planlayıp organize bir şekilde kağıda döker. Bu sözler kimisi için rehber olur, kimisi için imtihan. (Hesabını da Allah’a verir – Ancak konuşmanın da bir hesabı var susmanın da)

    O sözleri Hocaefendi benim için söyledi:

    Adımı bilmez, yüze de görüşmedik. Ama ben biliyorum ki o sözler benim için söylendi. Bir an evvel toparlanıp, Allah’ın sırtıma mükellefiyet olarak yüklediği (kendi farkındalığım ve bildiklerim kapsamında) vazifeyi yapmaya koyulmazsam (Bir başkasının tartacağı bir kavram olarak değil, ama kendi hayatımı değerlendirdiğimde) “amel mürtedi”, “hizmet mürtedi” maalesef tam da bana yakışıyor. Kimse etrafına bakmasın, böyle bir su-i zan çoklarını gayyaya götürür. Ama kendimize bakmamız lazım.

    (Hocam, yazınız umumun, özellikle iyi niyetli insanların zihnindeki soruları izale etme açısından güzel. Ancak bazı meselelerin net bir şekilde muhattabına göre verilmesi başka türlü olmuyor.)

  7. Keske boyle bir yazi yazmasaydiniz, sonucta daha onceki yazilarinizda belirttiginiz gibi Hocaefendi’nin bazi goruslerine katilmak durumunda degilsiniz, bunu aciklamak zorunda da degilsiniz. Belliki burada yazilan diger okur yorumlara bakinca bu soz daha once kullanilmis ve gayet bilincli bir tercih.
    Sizin dini daha yasanabilir kilmak icin fikih ve ahlak konularindaki yazilarinizi sabirsizlikla bekliyor ve basarilar diliyorum.

  8. Aşağıdakiler şahsi yorumlarımdır ve tenkide açıktır.

    Yazının 2B kısmının, Hocaefendi’nin konuşurken düşünen ve düşünürken konuşan halini açıklaması ve onun da bir insan olduğunu ve irticali konuşurken dinleyicileri nezdinde kastettiği manayı aşan çağrışımlar olabileceğini hatırlatması çok faydalı olmuş. Ama bence 2A kısmı daha da derinleştirilebilirdi. Bir de Hocaefendi’nin kullandığı “dine hizmet mürtedi” tabiriyle “Hizmet mürtedi” tabiri yazıda birbirinin yerine kullanılarak genel mana özel manaya biraz karışmış ya da dönüşmüş.

    Dine hizmet mürtedini anlattığı kısımda, Hocaefendi çok genel tabirler kullanıyor. Biz özelde bununla Hizmet Hareketi’ni terkedenleri kastettiğini anlayabiliyoruz, fakat Hocaefendi sadece o özele bağlı ve onunla sınırlı bir ifade kullanmamış, çok genel ve sadece bugüne değil, düne ve yarına da uygulanabilecek bir kavram olarak anlatmış:

    “Bunun yanında bir de dine hizmet mürtedleri vardır. Bunlar bir mefkûreye, belli bir dönem gönül vermiş olsalar da, bir müddet sonra sinek kanadı kadar küçük şeylere takılır kalır; kalır da hizmet aşk u şevkini, eski heyecan ve aktivitesini kaybeder ve ardından da içinde bulunduğu dairenin dışına çıkarlar. Esasında bu tür insanlar genelde bütün işlerin kendi heva ve heveslerine göre yapılmasını isteyen, böyle olmadığını gördüğünde bulundukları yerde ihtilâf ve iftirakların oluşmasına sebebiyet veren ve bunun neticesinde de gerisin geriye dönen akılzede ve kalbzede bir kısım zavallılardır.”

    Bunu okuduğumuzda, Hizmet Hareketi’ni dinle bir gösterecek bir yaklaşım bulmak neredeyse imkansız. Hatta, dine tarih boyunca hizmet eden tüm hareket ve cemaatleri kapsayan bir tabir olarak görmek mümkün, çünkü Hocaefendi de çok geniş manada “dine hizmet” ifadesiyle “mürted” kelimesini tamlamış.

    Bu tamlamayla aslında mürted kelimesinin sözlük manası üzerinden literatüre yeni bir tabir kazandırmış. Yukarıdaki yorumda alıntılandığı üzere, ileriki tarihlerde bu tabir ve yorumu daha da açmış ve iman mürtedi ve islam mürtedi kategorilerine bir üçüncü olarak dine hizmet mürtedi kategorisini eklemiş. Ama ne o sohbetinde, ne bu yazısında, bu son kategoriyi sadece Hizmet Hareketi’ni kastederek anlatmamış. Dinleyen ya da okuyanların bunu sadece böyle anlaması onların ifadeleri darlaştırması olur.

    Sonrasında bu dar anlam üzerinden giderek, Hocaefendi burada Hizmet’i din yerine mi koyuyor demek meseleyi sündürmek ve bu ifadelerden alınması gereken mesajı almak yerine semantik mevzulara takılmak oluyor.

    Son olarak, dine hizmet mürtedlerine hüküm olarak Hocaefendi sadece akılzede, kalbzede ve zavallılar demiş. Ne bunlar dinden çıkmıştır, bunları aranızdan kovun, ne de bunlara başka hükümler uygulayın gibi bir şey söylemiş. Ahmet Kurucan Hoca’mızın da açıkladığı gibi, itikadi irtidatı dahi din özgürlüğü kapsamında değerlendiren Hocaefendi’nin kullandığı tabir ve ifadeleri daha dikkatli ve kendi kendimize daraltıp genişletmeden değerlendirmek daha sağlıklı olur kanaatindeyim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin