Trump tekrar kazanır mı?

YORUM | UĞUR TEZCAN

Bütün dünya devletlerinin her zaman yakından takip ettiği, insanların kazanacak adayı merakla beklediği ABD başkanlık seçimleri için oy verme işlemi bugün son buluyor. Bu ilginin en büyük sebebi şüphesiz Amerika’nın bir süper güç olması ve demokrasinin bayraktarlığını yapması.

Ayrıca dünyanın değişik bölgelerinde cereyan eden savaşlarda, çekişmelerde veya devletler arası müzakerelerde oynadığı aktif ve etkin rolün ve para piyasalarındaki hakimiyetinin de bunda önemli bir katkısı vardır.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Salt ABD eleştirisi üzerine odaklanan ideolojik kamplardan birine de bağlı olsanız veya yalnızca sahip olduğunuz dolar ve borsa yatırımları üzerinden meseleye bakıyor da olsanız seçimlere gösterilen ilginin derecesi hep aynı kalır.

Donald Trump’tan önce, cana yakın kişiliği ve hitabet yeteneği ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış olan Barack Obama’nın yaşadığı seçim süreçleri de büyük bir ilgiyle takip edilmişti.

Zira, 11 Eylül sonrası şahin politikalar izleyerek Afganistan ve Irak’ta önemli savaşlara ve sarsıntılara sebep olan George W. Bush’a karşı tepkisel bir yaklaşım vardı. Obama, dünya kamuoyunu rahatlatan ve ABD’ye karşı duyulan güveni tekrar eski rayına oturtabilecek kilit bir isimdi. Dünya çapında kendisinden o yönde beklentiler oluşmuştu. O nedenle de diğer toplumlar nezdinde olumlu karşılanan bir adaydı ve bir umudun habercisi ve temsilcisi olarak algılanmıştı.

Belki de bu beklentinin bir tezahürü olarak 2009 yılında Nobel Barış Ödülü kendisine takdim edilmişti. Bu işaret ettiğim beklentilerin, bu önemli ödülü almış olmasında önemli bir itici güç olduğunu düşünmüşümdür hep.

Eksiğiyle gediğiyle o günler 2016’da son buldu. Cumhuriyetçi Trump’ın seçimleri kazanması ile sadece dünya ülkeleri nezdinde değil, Amerikan toplumunda da endişeli bir bekleyiş ve gözlem dönemine girilmiş oldu. Çünkü seçimler öncesinde Trump’ın öne çıkan bağnaz, ayrılıklara ve nefret oluşturmaya oynayan, kadınları küçümseyen ve toplumun beyazlar dışındaki ‘öteki’ kesimlerini endişeye sevk eden karakteri ve saldırgan üslubu toplumu adeta ikiye bölmüştü.

Amerikan toplumunun önde gelen kişi ve kurumları dahil birçok uzman, Trump’ın bu öne çıkan karakteri ve saldırgan kişiliği sebebiyle, seçimi kazanma ihtimalini düşük görüyordu. Zaten anketlerde rakibi Hillary Clinton önde görünüyordu. Aslında bu bir temenniydi.

Etrafımdaki insanlar bana sorduklarında benim de cevabım daha çok ümitlerimi yansıtıyordu ve “kazanma ihtimali var; ancak ümidim kazanamaması yönünde” demekten öte net bir şey söyleyemiyordum. Oysa Bush’un ikinci kez seçilebilmesi ve Obama’nın ilk siyahi aday olmasına rağmen kazanması ihtimallerini çok daha net görebilmiştim.

Tıpkı Erdoğan gibi saldırgan, ayrılıkçı, nefret odaklı, cahilane bir üslup kullandığı için yakından tanıdığım birtakım siyasi ve muhafazakar kesimleri etrafında toplamaya çalıştığı aşikardı. Amerikalı birçok uzmanın hatta anket şirketlerinin bile tahmin edemediği bir ölçüde orta kesim beyaz gruplardan gelen oylar Trump’ı Beyaz Saray’a taşımıştı.

Şaşkınlıkla karışık, toplumun bu yönde bir tercihte bulunabilmiş olmasına kızan bazı ABD vatandaşları içerisinden Kanada’ya göç edenler bile oldu. Yani neticede Trump’ın, “Amerika’yı Tekrar Muhteşem Yap!” şeklindeki altı boş; ancak hamaseti dolgun sloganı kazanmış oldu.

İşte o dönemlerde, Trump’ın Amerika’yı tehlikeli bir durumun içine çekebilme ihtimali olup olmadığını soran bazı Amerikalı arkadaşlara, “Trump’ın kapasitesi üslubu belli. Başkan olunca da aynı şekilde devam eder ve bir sonraki seçimi de kazanabilmek adına bu seçimde arkasına almayı başardığı kesimleri daha da kemikleştirebilmek adına aynı rayda ivmelenerek ilerler” demiştim.

Kendilerine, dünya üzerinde hızla yayılmakta olan ve faşist eğilimlere rüzgâr üfleme yönünde beliren bir refleksin varlığından şüphe ettiğimden ve diktatörlerin genel bazı yöntem ve uygulamalarından, o tür insanların kullanışlı karakter özelliklerinden bahsettim. Tarzının çoktan faşist bir diktatör haline gelmiş olan Erdoğan ile olan benzerliklerinden ve Türkiye demokrasisinin çok kısa bir süre içinde nasıl rayından çıkarılabildiğinden örnekler verdim.

Bunlara ilave olarak da asıl Trump’ın kendisinden değil, tıpkı Erdoğan’ın arkasındaki oligarşik yapı ve Ergenekon suç örgütünün varlığında olduğu gibi, Trump’ın arkasındaki insanların motivasyonlarına odaklanmaları gerektiğine, asıl tehlikenin oradan geleceğini söyledim.

Eğer o yönde motivasyonlar ve hedefler var ise şayet; Trump’a ekonomik yönden başarılı bir dönem yaşatarak ikinci kez tekrar kazanmasının sağlanmasının istenebileceğinden ve Trump gibi kullanışlı bir karakter üzerinden asıl yıkımın o zaman yaşatılabilme ihtimalinden bahsetmiştim.

Trump’la geçen son dört senenin nasıl geçtiğini hepimiz çok iyi bir şekilde takip ettik. En kısa tabirle, sürekli yalan ve algı üreterek tabanını kemikleştirmeye ve ayakta kalmaya çalışan bir politika izlemeyi tercih etti Trump; tıpkı Erdoğan gibi.

Şimdi karşısında birçok demokrat seçmenin bile aslında çok tercih etmediği, çok fazla karizması olmayan, yaşı ilerlemiş, sadece Trump’ın seçilebilme ihtimaline karşı desteklenen bir aday olan Biden var.

Tıpkı önceki seçimlerde Hillary’de olduğu gibi Biden da anketlerde önde görünüyor. O seçimlerde Hillary, Trump’dan biraz daha fazla oy almayı başarabilmişti; ancak Amerikan seçim sistemindeki yapılandırmadan dolayı başkanlığı Trump’a kaptırmıştı.  

Vergi kaçırdığı yönündeki güçlü iddialardan ve COVID-19 sürecini iyi yönetememiş olması gibi nedenlerden ötürü seçime zor ve tehlikeli bir virajda giriyor Trump. O nedenle de politikanın ‘bel altı’ sayılabilecek nitelikte söylemleriyle yol almaya devam edip, kendisine aşırı bağlılık tutumları geliştirmiş olan tabanını daha da kemikleştirme yönünde taktikler kullanmaya devam ediyor.

Bu, önemli bir ölçüde de işe yarıyor. Amerika’nın seçimlerde en etkili dini kesimlerinden olan Evanjelist kiliselerin çoğunluğu Trump’ı “Tanrının temsilcisi” şeklinde tabanlarına benimsetmeye devam ediyorlar.

Her iki taraf da Trump’ın kişiliği üzerinden ve onun kendi gelecekleri ve beklentileri adına temsil ettiği ‘ümitler’ veya ‘endişeler’ üzerinden kamplaşarak gidiyor sandığa. Belirsizliği artıran önemli bir gelişme; bu seçilere katılım oranının eskiye nazaran çok daha yüksek olma ihtimali.

Yanlış hatırlamıyorsam, en son Obama seçildiğinde önceleri yüzde 50-55 bandında olan katılım oranı yüzde 60 bandına çıkmıştı. Bu seçimde yüzde 61 oranının aşılması ihtimali yüksek görünüyor. Bu da demokratların işine yarayacak bir gelişme olabilir. Seçimin en önemli sürprizi buradan gelebilir.

İlaveten, Trump bir önceki seçimde birçok iş sahasını Çin’in elinden alarak Amerika’ya getireceğini vaat etti. Sınıra büyük bir duvar öreceğini ve kaçak göçmenliği önleyeceğini iddia etti. Bu konulardaki karnesi zayıf olsa da bunun kendisini başkanlığa taşımış olan orta sınıf çalışan beyaz kesimlerde halihazırda nasıl algılandığı belirleyici olacak.

Ayrıca, kadın seçmenlerin tercihlerinin de önemli bir yansıması olacak gibi görünüyor. Bazı Cumhuriyetçi liderler bile Trump’ın başkanlığını desteklemediklerini ilan ettiler. Basına yansıyan haberlerde Trump’ın ikinci döneminde Cumhuriyetçi bazı kişileri hedefe koyacağı, bunun için liste yaptığı şeklinde iddialar bile gündeme geldi.

Son olarak, seçimlerin sonucunun belirlenmesinde her zaman etkili olmuş olan birkaç eyaletin durumunun ne olacağı, denkleme yeni girecek olan en az yirmi milyon civarındaki yeni oyun sandıklara nasıl yansıyacağı belirleyici olacak.

Ancak tüm bu gelişmelere rağmen ben Trump’ın tekrar seçilebilme ihtimalinin yüzde 51 olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılırım!

Eğer Trump pozisyonunu korumayı başarırsa bir sonraki yazımızda “Trump’tan diktatör çıkar mı?” sorusu üzerine odaklanırız. Amerikalı arkadaşlarım gelip o soruyu soracakları için onlara dilimin döndüğünce anlatacağım düşüncelerimi sizlerle de paylaşırım.

Bu yazı ile taşları döşemeye başlamış olduk zaten.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin