The Mandibles: Amerika bir gün iflas ederse ne olur?

Lionel Shriver
Yorum | A.Yavuz Altun

Para duygusaldır, dedi Lowell. Çünkü bütün değer sübjektiftir, para insanlar ne kadar olduğunu hissederse o kadar değerlidir. Ürünler ve hizmetler için onu kabul ederler çünkü ona inançları vardır. Ekonomi bilimden çok dine yakındır. Bir para birimine inanan milyonlarca insan olmadan, para renkli kâğıttır.

Lionel Shriver, Türkiye’de pek bilindik bir yazar değil. Yanlış görmüyorsam Türkçe’ye kazandırılmış tek romanı Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need To Talk About Kevin, 2003; çeviri tarihi 2008). O da ödüllü olduğu için muhtemelen ilgi çekti ve çevrildi. Nitekim kitap 2011’de sinemaya da uyarlandı ve pek çok okur gibi benim de Lionel Shriver’la tanışmam böyle oldu. Kitaptaki Kevin, Amerika’da son yıllarda sayıları iyiden iyiye artan silahlı okul baskınlarından birinin failiydi ve biz onu anne karnındaki hâlinden itibaren annesinin dilinden tanıyorduk.

Ardından eşim bir yurtdışı seyahatinden elinde Shriver’ın The Post-Birthday World (2007) romanıyla geldi. Ben okumadım ama onu hayli etkilemişti. Burada da evli bir kadın, bir davette yabancı bir adamla öpüşmenin eşiğine gelir, ardından hikâye paralel evrenlerde devam eder. Evren 1: O adamla öpüşüp evliliğini bozar ve adamın peşinden gider. Evren 2: O adamla öpüşmez ve evliliğini sürdürür. İki evrenin aslında neredeyse birbirinin aynı olduğu gerçeğinin can sıkıcı olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

The Mandibles: A Family 2029–2047, gazeteci ve romancı Lionel Shriver’ın on ikinci kitabı. Büyük buhranın (1929) yüzüncü yılında, 2029’da, Amerika’da açılıyor hikâye. Amerikan Doları aşırı değer kaybına uğramış, devlet borçlarını ödeyemez hâlde. Vergiler yüzde 88’e tırmanmış. İşsizlik ve evsizlik hiç olmadığı kadar yüksek. Vladimir Putin’in liderliğinde dünyadaki diğer ülkeler ‘bancor’ isimli para birimine geçmiş. Ülkedeki Latino nüfus çoğunluğa eriştiği için Cumhuriyetçi Parti’nin seçim iddiası kalmamış. 2028’deki seçimleri ülkenin ilk Meksika kökenli başkanı Alvarado kazanmış. Onun da ekonomik darboğazdan çıkış için reçetesi, herkesin elindeki altına el koymak.

Roman Mandible soyadlı ailenin üç kuşak hikâyesine odaklansa da, her şey parayla ilgili. Tıpkı kitabın kapağındaki 100 Dolar resmi gibi. Kitabın ilk bölümünün odağındaki bekar anne Florence, ‘orta sınıf’ olmanın hayallerini kurarken yoksulluğuyla yüzleşiyor. Oğlu Willing, henüz on üç yaşındayken ekonomi terimleri öğrenip ailenin hayatta kalması için projeler geliştiriyor. Florence’ın kız kardeşi Avery ve ekonomi profesörü kocası Lowell, iki çocuklarıyla birlikte mükemmel bir aile olmaktan gün gün uzaklaşırken, önce işlerini, sonra evlerini kaybediyorlar. Babaları New York Times’ta çalışmış olmakla, dedeleri büyük bir yayınevi kurmakla övünüyor fakat 2029’da artık ne gazete ne de kitap var! Fransa’da yaşayan roman yazarı halaları Enola, ya da Nollie, masraflarını daha fazla karşılayamayacağını anlayarak memlekete dönüş yapıyor.

Nihayet, çok konuşuyor olmalarının soyadlarının anlamıyla (Mandible: çene kemiği) alakası olup olmadığını bilmediğim bu acayip aile, aynı evde, maaş çeki olan tek birey Florence’ın evinde sıkışıp kalıyor. O anlardan birinde, Florence patlıyor:

Kendini şımartmak mı? Florence köpürdü. Erkek arkadaşımla ara sıra dışarı çıkıp yemek yemeyi ya da normal bir insan gibi bir filme gitmeyi istemediğimi mi düşünüyorsun? Oğlumun Ocak’taki on beşinci yaş gününde, dandik bir karta bir şeyler çiziktirmek yerine, ona doğru düzgün bir hediye alabilmeyi istemez miyim? Neden siz insanlar çikolata, pastırma ya da gerçek kahve olmadan da iyi olduğumu farz ediyorsunuz ki? Neden zaman zaman şarap içmeyi özlemeyeyim? Eskiden birkaç şerit kokain çekmeyi de severdim, eğer benim keyif kaçıran bağnaz biri olduğumu düşünüyorsanız, ki buna da karnım tok! Maaşımı biriktirip İtalya’ya tatile gitmek de öyle. Adım Florence (Floransa), ve oraya hiç gidemeyeceğim değil mi, asla! Çünkü kazandığım her kuruş diğer dokuz kişinin açlıktan ölmemesini sağlamaya gidiyor! Ben de biraz kapris, biraz hafiflik, hayatımda biraz doğaçlama istemez miyim sizce? Çünkü herkesin ben gergin ve pinti ve kaba ve sınırlar koyan biriymişim gibi, çünkü böyle olmayı seçmişim gibi, çünkü ben oyunbozan, hiç mizah anlayışı olmayan, evsiz barınağında çalışıyorum çünkü doğuştan sıkıcıyım gibi davranmasından bıktım! İşimden nefret ediyorum beni duyuyor musun? Bırakmayı çok isterim ama bırakamam, çünkü görünen o ki ben doğuştan anaç bir enayiyim!

Yaklaşık 10 sene önce her şeyleri olan bir aile bu. 2029’da kirli suyla banyo yapmak zorunda kalmaları, tuvalet kâğıdı yerine sirkeye bandırılmış kumaş parçaları kullanmaları, alışveriş yaparken eşyalarının çalınmaması için azami gayret göstermeleri bir anda oluvermiş sanki.

Avery’nin önceki hayatından bir kesit:

Avery aptal gibi hissetti. Zorluk karşısında ayakta kalmayı becerebilmiş olmakla gururlanırdı. Fakat kendi temizliğini yapmaktan kırılmış tırnaklarının altında bir Washington sosyal kelebeği uçuşuyordu. Başkalarından beklentileri yönünden, hâlâ öğlen yemeği buluşmalarının, kahve sohbetlerinin ve göğüs kanseri için hayır işi toplantılarının dünyasında yaşıyordu — kapına gelebilecek en kötü şeyin akşam yemeği partisine elinde ucuz bir şişe şarapla gelen misafir olduğu bir dünya.

Bozulan ekonomiyle birlikte hayat tarzının, günlük alışkanlıkların kaybına karşı duyulan öfke romanda çok yer kaplıyor. Ancak bunun yanı sıra, Willing dışında, hemen bütün karakterler Amerika’nın bunu atlatacağını düşünüyor. Avery’nin kocası ekonomist Lowell, 1930’lardaki Avrupa’dan örnekler vererek, mesela bir lokantada sipariş verilen yemeğin fiyatının yemek bitene kadar arttığını hatırlatarak, henüz o kadar düşkün durumda olmadıklarını anlatmaya çalışıyor. Büyük halasının romanı Better Late Than’i okuyan Willing’in kitap hakkındaki yorumları, birkaç nesilde anlayışın nasıl değişebileceğini göstermesi bakımından anlamlı:

‘Hikâye, çok çok eskilerde geçmiyor. Ama sanki tarih öncesi gibi hissettirdi. Karakterlerle bağdaşlık kurmak çok zordu. Ekonomik bir vakumda yaşıyorlar.’

‘Zengin olduklarını mı söylemek istiyorsun?’

‘Zenginlerse bile bilmiyorsun,’ dedi Willing. ‘Âşık oldukları, ya da sinirli oldukları, ya da macera istedikleri için kararlar alıyorlar. Evlerini nasıl geçindirdiklerini asla bilmiyorsun. Asla bir şey çok pahalıya geldiği için ondan vazgeçtikleri olmuyor. Bütün kitap — asla bu karakterlerin ne kadar vergi verdiğini bilmiyorsun.’

Elbette bu satırları okurken insanın hatırına, 19. yüzyıl Rus romanlarında gıdım gıdım para hesabı yapan karakterler geliyor. İnsanların önceliklerinin değişimiyle, hayat tarzlarının ve kaygılarının yer değiştirdiğini görmek şaşırtmıyor. Üstelik, dünyanın önemli bir kısmının hâlâ bu şartlarda yaşadığını bilmek de farklı bir his uyandırıyor. Ancak Willing’in parayla ya da varlıkla daha temelden problemleri de var:

Zenginlikle ilgili illüzyon, istediğin her şeyi alabileceğini sanmaktır. Evet alabilirsin, ancak yalnızca güzel bir elbise gibi bir şey istediğinde. Elbise istemiyorsun. Yaşlanmamak istiyorsun. (…) Eski fotoğraflarındaki gür saçlarını istiyorsun. Öyle değilmiş gibi davranıyorsun ama insanların seni sevmesini istiyorsun. Kanser olmamak istiyorsun. Senin için önemli ne varsa, onu tehdit eden boşalmış bancor hesabı ya da paranın değer kaybetmesi ya da borçların reddedilmesi ya da ekonomik çöküş değil, kendi çöküşün.

Ailenin hikâyesi Florence’ın evinde son bulmuyor elbette. Komşularından biri, elinde silahla çıkageliyor bir gün ve evlerine zorla el koyuyor. Willing, tarım topluluklarından birine katılmaları gerektiği konusunda herkesi ikna ediyor ve Mandible ailesinin New York’tan göçü başlıyor.

2047’ye geldiğimizde ise, Amerikalılar ekonomik kötü gidişle yaşamaya alışmış vaziyette. Nakit paranın yerini insanların bedenine yerleştirilen bir çip almış. Vergi toplama kurumu geliştirilerek ülkedeki en önemli devlet dairesi haline getirilmiş. Tarımla uğraştıkları dönemde aile biraz toparlanmış ve Willing, büyük halası Nollie ve sevgilisi Fifa’yla Brooklyn’deki evlerine dönüp sahipliğini geri almış. Bu arada Florence, Latin kökenli sevgilisinin peşinden Meksika’ya gitmiş.

Shriver, bize Amerika’nın ekonomik çöküşünün tersyüz edici örneklerini verirken karikatür çizer gibi başlıyor ve hayli muzip şekilde o çizgilerin içini dolduruyor. Amerika’nın sıradan bir ülke hâline gelişini yadırgamıyorsunuz okurken. Mesela Meksika ile Amerika arasına örülmüş devasa bir duvar var artık. Meksika, işe yaramaz Amerikalı beyazlar ülkelerine gelmesin diye sınırı kapatmaya karar veriyor. Ülkedeki pek çok toprak parçasını Asyalı zenginler satın alıyor. Kadınlar, çekik gözlü olmak için estetik yaptırıyor.

Ama en önemlisi, ‘Amerikan olmak’ ekonominin tamamen kendi aptallıkları sebebiyle çöküşü sonunda, bambaşka bir anlam kazanıyor:

Nollie’nin utanç duygusu kendi kuşağı ve Florence’ın kuşağının çoğu tarafından yaygın şekilde paylaşılıyordu. Fakat Willing bu noktada güçlü duygulara sahip değildi. Cebindeki Amerikan parasının peçete gibi dağıldığı dönemde, bazı şeyleri ustaca birbirinden ayırt edebilmişti. (…) Bir sıfat olarak Amerikan’dı. Bir isim olarak Amerikan değildi. Artık ABD’nin Çin’e savaş ilan etmesine itiraz etmesi gerekliliğini duymuyordu kişisel olarak. Eğer Chendgu’daki gökdelenlerin çatılarına atlayan paraşütçülerden olması istenmeyecekse, bu iyi bir şeydi. (…) Bu iktidarsızlıktı. Ama Tayvan ya da Japonya sebebiyle de töhmet altında hissetmiyordu. Ülkesi yardım etmedi çünkü edemezdi. Parası yoktu. Rahatlatıcıydı. Bu, ne zaman yanlış bir şeyler olsa ABD’nin bombaları, gemileri, taburları, hava taşıyıcılarını gönderdiğinde, çoğu ülkenin hissettiği şey olmalıydı. Eğer Madagaskar’da bir soykırım varsa, Arjantin’de kimse bir şey yapmadığı için birbirlerine girmiş değillerdi.

Ve Amerikan halkı bu yeni hayata adapte olmaya çalışırken, Nevada eyaleti bağımsızlığını ilân eder. İç savaş olmadan, gürültü patırtı yaşanmadan, ayrılır. Farklı bir şeyler denemek ister çünkü. Ekonominin çöküşü karşısında ABD vergileri arttırma yolunu seçerken, Nevada’da kişi başı ödenen vergi sadece yüzde ondur. Shriver’ın kendini de dâhil ettiği liberteryanların hayalidir bu. Kitabın bu politik tonu sebebiyle mesela Vox’taki tanıtımında Shriver, Ayn Rand’a benzetilmiş. Ayrıca son dönemde ‘politik doğruculuk’ konusundaki liberal diskurun dışına çıkan, bazılarına göre dünyanın geldiği noktayı anlamayan sözlerinden ötürü de eleştiriliyor.

Gelgelelim, Willing ve Nollie, ailenin ‘kopuk’ bireyi Jarred’ın peşinden Nevada’ya vardıklarında karşılarında bir ‘ütopya’ bulamazlar:

Jarred: Bu devlet, merak uyandıran bir sosyal deney, ve belki de hâlâ farklı görüşlere açık. Bütün Batılı sosyal demokrasiler aynı yay üzerinde seyretti. Dürüst ve biraz özensiz yola koyuldular fakat eninde sonunda kendi erdemleriyle övündüler. Adil olmakla kafayı bozdular. Elbette, kusursuz adil bir dünyada hepimizin büyük fena bir evi ve tepeleme yemeğimiz olurdu. Teknoloji harikası tıbba limitsiz erişimimiz, bedava çocuk bakımı, şişirilmiş eğitim ve uzun yaşayanlar için şişirilmiş yastıklar. (…) Sosyal olarak? Kolayca pazarlanabilir. Ekonomik olarak? Biraz karmaşık. (…) Sonunda, sosyal demokrasilerin hepsi aynı taşma noktasına varır: ülkenin yarısının diğer yarısına bağımlı olduğu yere. Özünde asilzadeleri fonlayan bir sisteme dönüşür. Katkıda bulunulan bir sistem değildir artık. Bu da ayrıştırıcıdır. Herkes mutsuzdur. Aşağıdaki kesim çiçek alamaz. Asilzadeler soyulmuş gibi hisseder. Ve bütün o adalet, o yükün yerini değiştirme, Peter’dan alıp Paul’a ödeme filan…

Willing: Yüksek yer değiştirme masrafları…

Jarred: Devlet, bir şeyler yapan insanlardan bir şeyler yapmayan insanlara varlık transferi yapan masraflı, beceriksiz, verimsiz bir mekanizmaya dönüşür, ve gençlerden alır yaşlılara verir — ki bu yanlış yön. Onca çaba ve sadece yeni bir adaletsizliğe yol açtın.

Lionel Shriver, şu sıralar Londra’da yaşıyor ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasını çok olumlu görüyor. Ona göre AB projesi ‘otoriteryanizmin ruhu’. Kullandığı diş macunun AB regülasyonuna takıldığı için piyasadan çekilmesine içerlemiş mesela. Vergilerden, devletin günlük hayata müdahalelerinden, sosyal devlet fikrinden nefret ediyor.

2029’da Amerika gerçekten de böyle bir darboğaza girer mi? Ya da kitapta yaşandığı gibi 2025’te büyük bir siber saldırı yaşar mı? Shriver, The Times’ın kitap ekine yazdığı yazıda, neden bu kadar yakın bir tarih seçtiğini de açıklıyor:

1984’ün ya da 2001: Bir Uzay Yolculuğu’nun, o yıllar gelip geçmesine rağmen, hâlâ okundukları gerçeğinden cesaret buldum. Bu romanların imtihanı, doğru öngörüler yapıp yapmadıkları değil, kendi koşullarında tutarlı olup olmamaları. Fakat ayrıca gelecek on yılda romanımın alakasızlığa sürüklenmesini de istiyorum. Nihayet, çoğu kitap alakasızlığa sürükleniyor ve çok az örnekte zaten oradan başlamıyorlar.

Shriver ayrıca kurguladığı distopyanın ‘hemen yan odada’ yaşanıyor olduğu hissini okura vermek istediğini belirtiyor. Evet, on yıl sonra bunlar başınıza gelebilir!

Son olarak Shriver’in romanı, güncel Amerikan edebiyatına karşı beslediğim önyargının bütün unsurlarını taşıyor: (1) Karakterler aşırı kalın hatlarla çizilmiş ve birkaçı hariç alabildiğine sığ. (2) Uzun ve açıklayıcı diyaloglar, bize bir anda çok şey anlatmaya programlanmış. (3) Yazar kitabın tavrını ‘nötr’ olarak açıklasa da, pek çok sosyal olayla ilgili kendi mesajları gayet yerli yerinde. (4) 2029 ile 2047 arasındaki boşluk, biraz acemice kapatılmış. (5) Kitapta olup biten her şey, ama her şey ana temayla (ekonomi) ilişkili; karakterlerin ‘aylaklık’ ettiği bir an yok neredeyse. (6) Bir süper gücün sıradanlaşmasını anlattığı hâlde Amerikan istisnacılığı fikrinden kopamayışı Amerikan istisnacılığı muhaliflerinin bütün tezlerini doğrular nitelikteydi. (Nitekim New Yorker’daki makalede de Shriver’ın romanı bir miktar ‘patriotic’ (vatanperver?) bulunmuş.)

Buna rağmen keyifle okudum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Romanı anlatmışsınız bende böyle bir ihtimalin ibareleri ortaya çıktıda olabilecek senaryoları ve bunun dünyaya etkisini yazdınız sandım ama olsun yinede okudum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin