Teknik adamları şöhretine göre seçmeyin! [Haber-Analiz: Efe Yiğit]

Futbol sezonunun sonuna yaklaşırken ligde hüsran yaşayan takımlar her zaman olduğu gibi yine teknik adam değişikliğine gidecek. Fenerbahçe’de Advocaat görevi bırakacağını ilan etmişti. Galatasaray da büyük ihtimalle 1,5 yıllık sözleşme imzaladığı Igor Tudor’la yollarını ayıracaktır. Büyük vaatlerle takımın başına getirilen hocalar sessiz sedasız ama cüzdanlarını doldurmuş olarak ülkelerine geri dönecek.

Büyük kulüplerimiz, teknik direktör transfer ederken, sistemden ziyade etikete bakarak tercihte bulunuyor. Son dönemde Türkiye’ye gelen Del Bosque, Guus Hiddink, Frank Rijkaard, Luis Aragones, Bernd Schuster, Dick Advocaat, Roberto Mancini, Cesare Prandelli gibi teknik adamlar, bu tercihlerin hangi kriterler doğrultusunda yapıldığını açıkça ortaya koyuyor. Yakın döneme şöyle bir göz attığımızda, Türk futboluna gerçekten bir şeyler katan, yeşil sahalarımızda derin izler bırakan isimler bir elin parmaklarını geçmiyor. Çoğu şaşaalı bir şekilde getirilip tartışmalı bir şekilde gönderilmiş. Başarılı sayılanlar da lig şampiyonluğunun ötesine geçememiş. Yani Avrupa kupalarında bir şey yapamamış.

DERWALL VE PİONTEK’İ ARIYORUZ HÂLÂ

“Türk futboluna katkı sağlayan yabancı teknik adamlar” dendiğinde, 25-30 yıl önceki iki isim, Jupp Derwall ve Sepp Piontek öne çıkıyor. Derwall kulüp, Piontek ise millî takım düzeyinde Türk futbolunun ilerlemesine önemli katkı sağlamıştı. Derwall’in temelini attığı Galatasaray, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynarken, Piontek’in temelini attığı A Millî Takım, önce Euro 96’ya katıldı, sonra da 2000 Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final, 2002 Dünya Kupası’nda yarı final oynadı. Her iki isim de sistem adamıydı.

Derwall ve Piontek’in yanında elbette Mircea Lucescu’yu es geçmemek lazım. Türk kültür ve mantalitesine yakın ülke Romanya’dan gelen Lucescu, Fatih Terim gibi bir ‘karizmanın’ koltuğunu doldurmada sıkıntı yaşamadı. İki yıllık Galatasaray serüvenine UEFA Süper Kupa ve lig şampiyonluğunu sığdıran Lucescu, Şampiyonlar Ligi’nde sarı-kırmızılı ekibin ilk kez çeyrek final oynamasını sağladı. Aynı başarı çıtasını Beşiktaş’a taşıyan Lucescu, 100. yılında Kara Kartal’ı şampiyon yaptı, UEFA Kupası’nda çeyrek finale yükseltti. Tüm bu başarılara rağmen futbol basını Lucescu’yu bir türlü kabullenemedi. Sansasyondan uzak, işini yapan biriydi, dolayısıyla basına malzeme vermiyordu. 2004’te Shakhtar Donetsk’i çalıştırmaya başlayan Lucescu, 12 yıl boyunca Ukrayna Ligi’nde ve Avrupa’da söz sahibi olan bir takım oluşturdu. Türkiye kariyerinin üzerine yeni başarılar ekleyen ender isimlerden oldu.

Türk futbolunun son 25 yılına baktığımızda, takımlarımız daha çok şöhret isimleri tercih ediyor. Bunun ilk örneğini Fenerbahçe’nin 1990’da takımı Guus Hiddink’e teslim etmesiyle gördük. PSV Eindhoven ile süper bir başarı grafiği yakalayan Hiddink’in Fenerbahçe günleri ise tam bir kâbus oldu. Sarı-lacivertliler tarihlerinin en ağır yenilgisini kendi sahasında Aydınspor’a 6-1 yenilerek Hiddink döneminde aldı. Hiddink, PSV’deki başarısını yurt dışına taşımada zorluk çekti. 2010-11 arasında Türk Milli Takımı’nı çalıştıran Hiddink ülkemize bir kez daha hüsran yaşattı.

SABIRSIZLIK BÜYÜK BELA!

Fenerbahçe, ismine bakarak takımı teslim ettiği Luis Aragones’le de benzer bir hüsran yaşadı. İspanya’yı 44 yıl sonra Avrupa şampiyonu yapan Aragones’in F.Bahçe günleri taraftar için kederli günlerdi. Daha önceki Lazaroni, Otto Bariç ve Zdenek Zeman gibi tercihlerde de şöhret rol oynadı. Lazaroni, Brezilya Millî Takımı’nı çalıştırmış ve ünlüydü. Otto Bariç, Yugoslavya ekolünün temsilcisi görülürken, Zeman 4-3-3 sistemini İtalya’da başarıyla uygulayan bir teknik adamdı. Ancak bu tercihlerde, uyum sorunu ve Fenerahçe’nin yapısı dikkate alınmadığı için sonuç kaçınılmaz olarak başarısızlık oldu. Aynı hatayı bu sezon takımı teslim ettiği Dick Advocaat ile yaşayan Fenerbahçe yönetiminin hatalardan ders almadığını aşikâr.

Tek hata ise Joachim Löw’de yapıldı. Fenerbahçe’de kısıtlı kadroyla ligi ikinci bitiren Löw, 2006’dan bu yana Alman Millî Takımı’nı çalıştırıyor. Löw’ü şampiyon olunamadığı için gönderen Fenerahçe, ısrarcı olsaydı, bugün hata olarak gördüğü birçok teknik adam takımın başına gelmemiş olacaktı belki de.

BEŞİKTAŞ YEDEK KULÜBESİNDE KİMLER OTURMADI Kİ?

Şöhretli teknik adam transferinde kimse Beşiktaş’ın eline su dökemez gibi görünüyor. Nevio Scala, John Benjamin Toschak, Peter Brigel, Tigana, Del Bosque ve Schuster, Beşiktaşlı yöneticilerin ismine bakarak takımı emanet ettiği teknik adamlar. Ortak özellikleri, ünlü bir futbolculuk kariyerleri olması. Del Bosque için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Real Madrid ile lig ve Şampiyonlar Ligi kupasını kaldıran Del Bosque, kalitesini İspanya’yı Dünya Şampiyonu yaparak ispat etti. Fiziki görünümünden dolayı ‘Yeniköy Kasabı’ lakabı takılan Del Bosque, centilmenliği ile herkese ders verdi. Beşiktaş, bu dönemde evlatları Ertuğrul Sağlam ve Rıza Çalımbay’ı harcarken, aradığı başarıyı, beğenilmeyen Lucescu ile yakaladı. Beşiktaş yönetimi Şenol Güneş’e takımı teslim ederek, şöhretli yabancıların başarı getirmediğini anlamış oldu. Güneş, ilk yılında şampiyonluk yaşarken, bu yılda şampiyonluğun en büyük adayı.

Jupp Derwall ve Mircea Lucescu tecrübesine rağmen Galatasaray’da son yıllarda isminden dolayı teknik adam getirmenin problemini sık sık yaşadı. Frank Rijkaard, Roberto Mancini ve Cesare Prandelli Galataearay’ın etiketine bakıp da takımı emanet ettiği isimler olurken, hepsinde aynı sorunlar baş gösterdi. Son yıllarda yaşadığı ekonomik darboğazdan dolayı Sarı- Kırmızılı yönetim Jan Olde Riekerink gibi ikinci sınıf bir teknik adamı göreve getirdi. Hollandalı Riekerink’i gönderdikten sonra ise Karabükspor’u çalıştıran Igor Tudor’a takımı teslim etti. Ancak Tudor günleri de sayılı…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin