Tek kutupluluğun gerçek sonu

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Soğuk Savaş döneminde çift kutuplu – bipolar – bir dünyada yaşıyorduk. Bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), diğer tarafta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB – Sovyetler) olmak üzere, dünya ikiye bölünmüştü. Bu bölünmüşlüğün merkez üssü Avrupa kıtasıydı. Zaten 1940’ların ortalarında dünyada halen Avrupa merkezi rol oynamakta, periferiyi etkilemekteydi. İlk kez 1945’teki karaya vuruşla birlikte Avrupa küresel siyasetteki öncül rolünü de yitirecekti.

Böylece Avrupa siyasetinin dünyaya yansıması olan çok kutupluluk da sona erecekti. Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa ve Almanya gibi küresel Avrupa güçlerinin etkisi son derece azalacak, o güne dek dünyanın en büyük gücü kabul edilen Birleşik Krallık’ın küresel rolünü ABD üstlenecekti. Fransa bir daha asla eski gücünü elde edemeyecek kadar zayıflamış, Almanya ise adeta haritadan silinircesine çökmüş, sonra da önce dörde, ardından ikiye bölünmüştü. Çok kutuplu büyük devletlerin dünyası yerini iki kutuplu süper güçlerin dünyasına bırakmıştı. ABD’nin dışında, öbür süper güç, yine Avrupalı dışı – Avrasyalı – güç SSCB olacaktı. Böylece Almanya’yı, oradan Avrupa’yı ortadan ikiye ayıran Demir Perde, dünyayı da ikiye ayıracaktı.

Esas mesele şuydu ki, çift kutupluluk aslında bir tür tek kutupluluktu. Batı bloğu da doğu bloğu da kendi içlerinde tek bir kutuptular. Kendi doğruları-yanlışları, kendi normatif değerler evreni, kendi ekonomi politik ve yönetsel sistemleri mevcuttu. Her iki kutbun vatandaşları kendi biricik dünyalarında, diğer kutbun etkisini ancak uluslararası arenada hissedecek şekilde izole bir yaşan sürmekteydiler. ABD, Batı Bloğu içinde kural koyan ve belirleyici liderdi. SSCB ise Doğu Bloğu içinde aynı rolü oynamaktaydı. Her iki antagonistik güç de kendi sistemlerinin tek doğru olduğunu öne sürüyorlar, her ikisi de birlikte varoluşu zoraki kabullenmek durumunda kalıyordu. Nükleer silahların varlığı, her iki grup liderinin de yerlerini sağlamlaştırırken, gruplar arası çatışmayı – yani Soğuk Savaş’ın jeopolitik ve ideolojik anlaşmazlıklarını – derin dondurucuda donduruyordu. Böylece iki dünya oluşuyordu. Bu iki dünyanın da esasında kendi içinde tek kutuplu, yani sistemi kurallandıran, sistemin normlarını işlevsel olarak yaptırıma uğratabilen merkezi birer güç mevcuttu. Böylece uluslararası sistem her ne kadar anarşik yapıda da olsa, bloklar kendi içlerinde hiyerarşik ve kurallandırılmış bir ağ içinde yer almaktaydılar.

Buna göre, ABD kapitalist ekonomi ve liberal demokrasi sistemini kendi hiyerarşik liderliği altındaki gruba kabul ettirdi. SSCB de sosyalist ekonomiyi ve komünizmin tek parti diktatörlüğünü kendi yörüngesindeki ünitelere kabul ettirdi. Artık iki farklı gerçeklik, iki farklı kutup, iki farklı dünya vardı.

Bu yapı üç darbe yedi ve aşamalı olarak önce giderek zayıflayıp sonunda yıkıldı.

Bunlardan birincisi Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması ve 1991’e kadar serbest düşüşle dağılma sürecine giren Gorbaçov SSCB’sinin çöküşüydü. İkincisi 2001 yılının 11 Eylül’ünde New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne El Kaide’li radikal İslamcı teröristlerin saldırmalarıydı. Üçüncüsü ise 2019’da Çin’de ortaya çıkan – veya çıkartılan – Kovid19 virüsünün başlattığı pandemidir. Yıkılış, son darbeden sonra mutlak olarak gerçekleşti.

1991’de tek kutupluluk küresel bir hal aldı. ABD bu tek kutuplu dünyanın biricik süper gücüydü. Francis Fukuyama’nın Tarih’in Sonu’nu ilan ettiği, Hegel’vari bir liberal dünyanın artık tek başına dünyayı etkisi altına alarak dönüştürecek yegâne güç olduğu algısı, genel kabul görmeye başladı. Çünkü Kapitalizm’in ve liberal demokrasinin karşısında bir alternatif kalmadığı düşünülüyordu. Komünizm yok olmuştu. Tüm eksi komünist devletler ekonomik ve politik sistemlerini dönüştürme kararı almışlardı. Eski düşmanlar artık yeni potansiyel ticari ortaklar olmuştu. Doğu Avrupa, AB reformlarıyla hızla piyasa ekonomisine ve liberal demokrasiye geçti. Rusya, Ukrayna, Belarus, Kafkasya ve Orta Asya’daki Sovyet ardılı ülke ve bölgeler de bir sistem dönüşümüne başladılar. Kimsenin Batı ile bir derdi kalmamış görünüyordu. Birinci grup dönüşümlerini tamamladı ve AB’ye girmeyi başardı. İkinci grup dönüşümlerini başarıyla sonuçlandıramadan otoriterleşti ve kendine özgü ideolojisiz birer despotizme büründü. Birbirinden farklı düzeylerde hibrit rejimlerle tam otoriter rejimler arası yelpazede birçok rejim ortaya çıktı. Fakat halen küresel düzeyde ABD tek kutuptu, tek süper güçtü. Sisteme yaptırım getirebilen, kural koyucu, birincil belirleyici aktör, ABD’ydi.

11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e çarpan birinci uçakla beraber, bu yapı ağır bir darbe aldı. Barbarca saldırı ortaya koydu ki, SSCB’nin ortadan kalkması ve piyasa ekonomisi ile beraber liberal demokrasinin zaferini ilan etmesi, tarihin sonunu getirmemişti. Samuel P. Huntington’ın karşı tez olarak ileri sürdüğü Clash of Civilizations (Medeniyetler Çarpışması) tezi, esasında çatışmaların yeni yönünün temellerini dini medeniyetlerden alan bir tür mücadele veya çatışma olacağını ileri sürmekteydi. 11 Eylül saldırıları ilk kez bu tezi destekleyen bu denli güçlü bir kanıt olacaktı.

Milenyum ile birlikte, 2000’li yılların dünyası artık aynı dünya değildi. 2000’lerin başından itibaren ABD’nin evrensel değerler olarak gördüğü İnsan Hakları ağır darbe aldı. Kültürel göreceleşmenin cenderesinden geçti. Başta İslam olmak üzere Batı’ya “senin değerlerin evrensel değil!” mesajı verilmeye başlandı. Bu mesaj sadece bazı cihatçı sosyopat tarafından değil, son derece ılımlı İslami çevrelerce de artan oranda ileri sürülmeye başlandı. Türkiye gibi seküler devletler de bu süreçte bu yeni akıma kapıldılar. Çoğu dışarıdaki İslami selefi veya Müslüman Kardeşler türü hareketlerle bağlantılı veya en azından onlardan esinlenen – ve o çevrelerce kısmen finansal olarak da desteklenen – politik akımlar tüm Ortadoğu’da, Orta Asya’da, Kafkasya’da ve Afrika’da mantar gibi ortaya çıkmaya başladı. Bu akım, özellikle Çin gibi kendi sistemini ekonomik yönden kapitalistleştiren ve tek parti diktasını komünist maskeyle hala meşrulaştıran güçlerce de uygulandı. Çin’e İran gibi, Rusya gibi, Venezüella gibi, Türkiye gibi ülkeler de katıldı. Her biri birbirlerinden çok farklı ideallere inansa da, her birinin temel ortaklığı, ABD liderliğindeki Batı normlarına ve değerlerine karşı çıkmaktı.

Böylece Fukuyama’nın rakipsiz gördüğü kapitalizm ve liberal demokrasi bir anda bir marjinalleşme trendine giriverdi. Bunda ekonomik büyümenin yavaşlaması, pastada Batı’nın payının küçülme trendinde olması, Çin’in küresel üretim üssü haline gelmesi ve küreselleşmede başat rol oynamaya başlaması gibi nedenler rol oynadı. Rusya bu arada kendi gücünü yeniden berkitti ve Putin yönetimi altında ideolojisiz bir SSCB’ye dönüştü. Kırım’ın işgal ve ilhakı, Suriye’de hâkimiyetini ABD’ye rağmen sağlamca ortaya koyması, hep bunun işaretleriydi.

Son olarak ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesi ile, kale bu kez içeriden sarsıldı ve surlarında ciddi gedikler açıldı. Dışarıda en fazla etki yitirdiği dönemde, ABD içeri kapanarak ve bunu irrasyonel gerekçelerle temellendirerek – “tecavüzcü” Meksikalıları engellemek için sınıra duvar örmek vs. – zenofobik-ırkçı bir retorikle, içerideki demokratik konsolidasyonunu yitirme emareleri göstermeye başladı. Kovid19 pandemisi ortaya çıkınca ABD’nin artık küresel tek kutup olmadığı görüldü. Yani olup olmadığı meselesinden çok, net olarak neden olamayacağı konusu tartışılmaya başlandı. Kovid19 ile mücadelede en zayıf devletlerden biri olmasıyla beraber, ekonomik gücü halen devam da etse, ABD ciddi bir yönetsel zafiyet ve bir kimlik krizi içindeydi.

Trump sadece buz dağının bir kısmını su yüzüne çıkarmıştı. ABD teknolojik ve bilimsel liderliği koruyamıyordu. Ancak bundan çok daha önemli olmak üzere, kendi inandığını söylediği birçok değeri ve normu, kendi uygulayamıyordu. Irk ayrımcılığı ve sosyoekonomik eşitsizlikler, fakirlik ve kötü eğitim gibi birçok patolojik ve kronik problem, ABD’nin tek kutuplu bir dünyanın norm koyucu ve yaptırım uygulayıcı gücü olamayacağını göstermekteydi.

Bu uluslararası ortam, artık çok kutuplu bir dünyadır.

Bu dünyada halen Batı değerleri ve normları, piyasa ekonomisi, liberal demokrasi ve İnsan Hakları çok önemlidir ve hala bir pusuladır. Fakat Batı artık yeknesak değil. Dahası aksisi kadar güçlü de değil. Oysa o değerler halen güçlü. Bu çok ciddi bir çelişkidir. Ve işin enteresanı, bu değerlerin uygulamadaki başarısı artık sadece Batı’nın süper gücü ABD’ye veya diğer Batılı ülkelere bağlı değildir. Dünya bu değerleri benimsediği oranda bu değerlerin üzerine inşa edilmiş bir uluslararası sistem gelişerek varlığını sürdürecek. Fakat eğer İslam dünyası, Rusya, Çin gibi küresel alternatifler dönüşemezse veya en azından diğer ülkelerin bunların yörüngesine girme süreçleri engellenemezse, korkarım ki dünyayı 19. ve 20. yüzyıllardaki gibi bol kutuplu ve bol acılı günler bekliyor.

Son söz: Bu yazıda, bazı okurların dikkatinden kaçabileceğini düşündüğüm, savunduğum ortada olan değerlerin (sosyal) piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi olduğunu belirteyim. Yani Batı’nın geçmişindeki kolonyalizm gibi patolojileri desteklemediğim ortadadır. Batı değerlerinin liderliğini üstlenmeyen – halen en güçlü Batılı devlet olan – Trump ABD’sinin en kısa zamanda dönüşmesini, yeniden bir toparlanma ve yeniden yapılanma sürecinin başlamasını, bu sürecin sonunda Çin, Rusya, İran, Türkiye, İslamcı cihatçılık gibi alternatiflerin çevrelenmesini tek alternatif olarak görüyorum. Bu dönemin adını “Çoklu Soğuk Savaş” koymak sanırım en mantıklı yaklaşım olacaktır. Bu Çoklu Soğuk Savaş eğer bir sıcak savaşa evrilirse, bu Üçüncü Dünya Savaşı olur. Gezegenin ve insanlığın devamı, çevreci bir sosyal piyasa ekonomisi, liberal demokrasi ve daha çok ve yaygın İnsan Hakları’na bağlıdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. 11 Eylül sahte saldirisinda (Tiyatroda) masum 4.000 insan öldü. Akabinde Irak ve Afganistanda MILYONLAR öldü, tecavüzler, eli ayagi kopanlar, yerinden yurdundan edilenler… Amac Islam ve Islam dünyasina darbe ve Ortadoguyu tam köle edip BOP u hayata gecirme. Kahrolsun Zalimleri nerden gelirse gelsin alkislayanlara, sesini cikarmanyanlara!!!! Kolonyalizim in alasi devam ediyor!!!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin