‘Taşıma düğün’le ekonominin horon tepmesi zor! [Haber-İnceleme: Hasan Cücük]

Önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ardından Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı yineledi: “Gurbetçiler düğünlerini Türkiye’de yapsınlar.” Bu çağrıların peş peşe gelmesinin sebebi, turizmde yaşanan ciddi kayıplardan dolayı girilen ekonomik darboğaz. Avrupalı turistler demokrasi ve insan hakları ihlalleri ile patlayan bombalardan dolayı Türkiye’yi tercih etmemeye başlayınca, devletin aklına ‘gurbetçiler’ geldi. Nabi Avcı, hesap bile yapmış. Avcı’ya göre her yıl ‘gurbetçiler’ 50 bin düğün yapıyor. Bu düğünler Türkiye’de olsa en az 10 bin Euro’dan 500 milyon Euro gelir demek. Peki, gerçekten bu ‘bakkal hesabı’na güvenebilir miyiz?

Seçme hakkı olmayan çocukların düğünleri

1970’li yılların ortalarından itibaren gurbetçiler, Avrupa’ya gelirken sılada bıraktıkları eş ve çocuklarını yanlarına getirmeye başladı. Bunun başlıca gerekçesi, 2-3 yıl çalışır dönerim düşüncesinin yerini ‘kalıcıyım’a bırakmasıydı. O yıllarda evlilik çağına gelen kız olsun erkek olsun gurbetçi çocuklarının eş tercihi yakın akraba çocukları oldu. Evlilik çağı deyince bunu 18 yaş olarak anlayalım. Tercih ise ‘çocuklara’ bırakılmadan anne-baba tarafından yapılıyordu. ‘Aşk ve sevginin’ karın doyurmadığı yıllardı. Evlilikler, bir yakını fakirlikten kurtarmanın adıydı. Özellikle kırsal bölgelerde erkek veya kız çocuğu evlilik yaşına gelmeden, ebeveynleri tarafından kiminle evlendirileceği belirleniyordu.

Konya, Sivas, Yozgat gibi Avrupa’ya gurbetçi gönderen şehirlerde izin sezonu geldiğinde düğünler peş peşe yapılırdı. Evlilik çağı gelmiş erkek çocuğu olan aileler, yaz geldiğinde ‘kızı olan gurbetçi’ avına çıkardı. “Alman markı biraz da bize nasip olsun” düşüncesiyle çalınmadık kapı bırakılmazdı. Kızı olanlar ise erkek çocuğu olan bir gurbetçinin kapısını çalmasını beklerdi. “Pasaportu göndersem istediğim kızı alırım” diyen erkek çocuğu olan bazı gurbetçilerin kibri ise bir başkaydı.

Kız veya erkekten biri Türkiye’den olduğundan düğünler o yıllarda doğal olarak anavatanda yapılırdı. Düğünler bir zenginlik gösterisine dönüşürdü. Düğün sahipleri kadar mutlu olanlar ise sarraflardı. Abartılı takılardan dolayı bir yıllık kazançlarını sarraflar birkaç ayda çıkarırdı.

‘Şımarık’ gurbetçiye kız vermeler azaldı

Devrin şartlarını dikkate aldığımızda her ne kadar Avrupa’da yaşıyor olsalar da ne kızlar ne de erkekler evlilik konusunda anne-babasının sözünün üstüne söz edemezdi. Ancak bu düzen 1990’lı yılların sonundan itibaren değişmeye başladı. 1980’li yıllarda evlenenlerin büyük özelliği Türkiye doğumlu olmalarıydı. Avrupa’da doğup, eğitimini bu ülkelerde alan çocuklar yavaş yavaş içinde bulunduğu ülkenin kültürüne adapte oldu ve anne babalarından farklı tercihlere yöneldi. Türkiye’den damat veya gelin getirme oranı giderek düştü. Bu düşüşün bir başka gerekçesi ise, özellikle getirilen gelinlerin boşanıp kısa sürede geriye dönmesiydi. Boşanma sayılarının giderek artmasından dolayı, artık aileler ‘şımarık’ gurbetçi çocuklarına kız vermemeye başladılar.

Bir başka etken ise Avrupa ülkelerinin yabancılar yasasında yaptıkları değişikliklerdi. Önceleri evlendikten birkaç ay sonra Avrupa’ya gelinirken, 2000’li yılların başından itibaren Danimarka’nın öncülüğünde başlayan yabancılar yasasını değiştirme furyasında aşılması zor şartlar getirildi. Danimarka’yı Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya ve Almanya izledi. Danimarka ve Hollanda evlilik yaşını 24’e çıkartırken, bazı ülkeler gelecek gelin ve damadın geleceği ülkenin dilini bilmesi şartını getirdi.

Düğünler artık ‘gurbette’

2000’li yıllardan itibaren değişen kanunlar ve şartlardan dolayı evlilikler artık ‘gurbetçi’ çocukları arasında olmaya başladı. İlk kuşak eş seçiminde çocuklarının fikrini almazken, 3. ve 4. nesil artık tercih hakkını kendi kullanıyordu. Tanımadığı biriyle yapılan ‘zoraki evlilikler’ artık tarih oluyordu. Basınında ‘zorla evlilikler’ konusunu sürekli gündem yapmasıyla, Avrupa hükümetleri zorla evlendirilen kızlara yardım seferberliği başlatıp, kızını zorla evlendiren anne-babaya hapis dâhil ceza kesiyordu. Kanun desteğini arkasına alan kız veya erkekler artık eş seçiminde karar merci oluyor, aşk evlilikleri dönemi başlıyordu.

Kız ve erkeğin aynı ülkede olmasından dolayı düğünlerin doğal adresi bulundukları ülke oluyordu. 1990’lı yıllara göre Avrupa’da bulunan Türklerin sayısı doğal olarak birkaç kat arttı. Yıllar önce Avrupa’ya gelen Türkler, bulundukları ülkeyi ‘vatan’ bilirken, anavatana ‘yabancı’ olmaya başladılar. Tüm tanıdıkları artık bulundukları ülkedendi. Avrupa’da doğan 3. ve 4. nesil için Türkiye giderek bir tatil ülkesi oldu. Üstelik tatillerde de artık çoğu zaman ‘baba evi’ değil sahiller tercih ediliyordu.

Önceleri düğünler spor salonlarında yapılırken, artan talepten dolayı düğün salonları açılmaya başladı. Talep o kadar arttı ki, salonlar ihtiyaca karşılık veremeyecek duruma geldi. Söz kesen aileler derhal düğün tarihini tespit edip, boş salon bulmaya başlıyordu. Çoğu zaman düğün tarihi, salonun boş olduğu güne göre belirleniyordu.

Kısacası ne Erdoğan’ın ne de Avcı’nın ‘düğünleri Türkiye’de yapın’ çağrısı bir anlam ifade ediyor. Her ikisinin de en büyük yanılgısı artık Avrupalı Türk olanları hâlâ ‘gurbetçi’ sanmaları…

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin